Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Tam terör” böyle bir şeydi işte.

        Tanımadığı, doğrudan düşmanı olmayan, kendisine zarar vermemiş, kendi halinde, silahsız, o gün o anda orada bulunmaları büyük ölçüde rastlantı olan, çoluk çocuk, kadın, genç, yaşlı sivil; dünyanın her köşesinden, Anadolu’nun ve İstanbul’un her yanından, bir ötekinden alışveriş yapan, bir ötekine merhaba diyen, bir ötekine adres tarif eden, bir ötekinin hayatını, tarihini merak eden, bir ötekinin köftesini yiyen, çorbasını içen, otelinde motelinde konaklayan, ortak bir dil bulup sohbet eden insanları kitle halinde hedef almak yani!

        Yayın yasağı” ne terörün esasen bu olduğunu, ne o insanların öldürüldüğünü, ne de kiminin ağır yaralı veya ölmek üzere bulunduğunu, kiminin sakat kalacağını örtebilir.

        Şunu da örtemez:

        Türkiye’nin, bir “barış ve itidal ülkesi” olabilecekken, iç ve dış savaşa adandığını!

        Yüzbinlerce mülteciye kucak açan insanlık” dışında, uçaklar, TIR’lar, fırlar, İncirlikler, üsler, ABD ve Rus oyunları, bölgesel histeriler, Suriye’nin kanlı ve despot rejimi, kanlı rejim muhalifleri Suudi ve Katarlı ağalar, çözüm umudunun düştüğü hendekler, delik deşik kentler, “Ey Işid, Müslüman’san öyle yapmazsın”lar neticesinde, yazdan ayaza sürüklenişimizi, bahardan kana düşüşümüzü, bayram umutlarından matemlere gömülüşümüzü!

        Emniyet “6 canlı bomba daha var” demiş miydi?

        Şimdilik bildiğimiz, “En az 11 cansız insan daha var.”

        SEYİRCİ, TEPKİSİZ, KAYITSIZ KALANLAR

        Sadece kafayı yemedik…

        Kalbimizi de kemiriyoruz.

        Ortak akıl ve ortak vicdan ihtimalini işkenceyle öldürüyoruz…

        Yetmiyor, tek tek de aklımızı yitiriyor, kalbimizi bitiriyoruz.

        ***

        Bir memleket, bir devlet “Çocuklar ile babalar” üzerine savrulmuş fetvalarla değil “Çocuklar öldürülüyor. Çocuklar öldürülmesin” diyen feryatlarla,öğretmenlerle, akademisyenlerle uğraşıyorsa öyledir.

        Evet, çocuklar öldürülüyor…

        Askerler öldürülüyor, polisler öldürülüyor, siviller öldürülüyor, turistler öldürülüyor, barış mitingine katılanlar öldürülüyor.

        Etkisiz hale getirilenler” öldürülüyor.

        Dedeler, 3 aylık torun, 11 çocuk annesi sokakta, 3 çocuk annesi kahvaltı sofrasında öldürülüyor.

        Diyarbakır’da Diyarbakırlı uzman çavuş öldürülüyor.

        Evet, çocuklar da öldürülüyor.

        Bir ölüm ülkesinde ölmemiş, olmamış gibiyapamazsınız.

        ***

        77 milyonluk bir memlekette, ister dini inançla ister bu topraklarda bolca olduğu söylenen kadim insanlıkla, ister yürekten bir feryatla söylenmiş olsun, “sizin çocuğunuz” değil diye, “çocuklar öldürülüyor” diyen tek bir ses neden “bu kadar korkunç” oluyor?

        Aylan’ın kıyıya vurmuş cesedi üzerine titreyen (tabii ötekileri fazla umursamadık bile) bir memleket ve ahali, 3 aylık Miray bebekten neden bu kadar ürküyor?

        ***

        Başbakan daha geçen gün, “Ertuğrul” filmi galasında, Nazım Hikmet’in nefesinden şiir okumadı mı:

        Çocuklar öldürülmesin… Şeker de yiyebilsinler.”

        Başbakan “Çocuklar öldürülmesin” dedi de, bir şiir yüzünden hapse mi girdi?

        Çocuklar öldürülmesin” demek, ister Başbakan Davutoğlu olun, ister sözleşmeli köle Ayşe Öğretmen, kötü bir şey midir? Bir yürek sesi değil midir? Caiz değil midir, vicdan değil midir, insanlık değil midir, bir baba duygusu, bir ana şefkati, bir insan olabilme hali değil midir?

        ***

        Cumhurbaşkanı, BM’de konuşurken, dünyanın her köşesinden liderlere, “Çocuklar öldürülüyor… Çocuklar öldürülmesin” demedi mi:

        Dünyada bir yılda 5 yaş altında 6 milyon 300 bin çocuk hayatını kaybetti.

        Suriye’de 17 bin çocuk hayatını kaybetti, 375 bin çocuk yaralandı, 19 bin çocuk en az bir organını kaybetti.

        Filistin Gazze’de en modern ve ölüm saçan silahların doğrudan hedefi olarak 490 çocuk katledildi.

        Dünyanın gözü önünde, sahilde oynayan, parklarda koşuşturan, okullara, camilere sığınan, en güvenli yer bildikleri annelerinin kucağına kıvrılan çocuklar yok edildiler.

        Çocukların öldürülmesine, masum kadınların katledilmesine seyirci kalanlar, tepkisiz kalanlar bu insanlık suçuna alenen ortak olmaktadır.

        Modern dünya tarafından sergilenen bu çifte standart, çok geniş halk yığınları nezdinde güvensizlik oluşturuyor.

        Mazlumlara yönelik çifte standart, çocukların öldürülmesine karşı kayıtsızlık, tüm dünyada teröre oksijen sağlamaktadır.”

        ***

        Çizgi böyle bir şeydir:

        Çocukların öldürülmesine seyirci kalmak, kayıtsız kalmak, tepkisiz kalmak insanlık suçuna alenen ortak olmaktır!

        Çünkü çocuk çocuktur… Çocukların öldürülmesi de çocukların öldürülmesidir!

        O yüzden o şiir, Hiroşima’dan 70 yıl sonra bile, Başbakan’ın Japonya’da da Türkiye’de de tekrarlayacağı kadar taze ve evrensel, o kadar acı, hep doğru, hep sıcak, hep çocuk!

        O şiirdeki çocuklar Hiroşima’da olsa bile şairin yüreği, sesi Türkiye’deydi, yine Türkiye’de!

        RENKLER!..

        Demokraside çok sesliliğin temel ölçülerinden biri medyanın ve kamusal alanın çok sesli olup olmadığı.

        Kimini severiz kimini sevmeyiz, ama yazanların, çizenlerin, yorumların, eleştirilerin, haberlerin çeşitliliği, renkliliği kuruyor. Ve bunun esasında kimseye faydası yok.

        Renkler solduğunda, deyin ki bir beyaz kaldı, bir de siyah.

        Beyaz, üzerine yazılamamış sayfadır… Siyah ise yazılmış ama karartılmış sayfa.

        İkisinde de bir şey göremezsiniz.

        Hasan Karakaya nasıl bir renk ise… Fehmi Koru da yıllardır bu ülke gazeteciliğinde başka bir renkti. Yine öyledir.

        Öyle ya da böyle, bir renk daha eksilir!

        Başbakan’ın “Karakaya taziyesi”nde söylediklerini her gün yeniden tekrarlasak, bize çok, kimilerine az:

        Cesur, hiçbir tehditten, baskıdan yılmayan, hiçbir sansüre boyun eğmeden düşündüğünü söyleyen… gazeteci!”

        Yaşarken suç mudur!

        Diğer Yazılar