Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Açık adını yazdım. Çünkü DNA’nın tespiti için onun DNA’sını da tespit gerekiyor.

        Çünkü burası babaların “çocuklar”ını ancak DNA’sıyla tespit edebildiği bir kışta yaşıyor epeydir.

        Kurbanı da… Katili de!

        Afyon cephanelikte 6 kilometre çapında araziye savrulan evlatlarını, paramparça yayılmış dokularından, kokularından kazınan DNA’larıyla bulup defnedebildi babalar, analar.

        Kireç kuyusundan çıkmış kemiklerin DNA’sı kazınarak, 12-13 yaşında gözaltında kaybolmuş çocuklarına 18 yıl sonra mezar yapabildiler; kendi mezarlarından kalkıp onların nihayet kavuştuğukabirde, yanlarına yatabildiler.

        Reyhanlı, Suruç, Ankara ve yine Ankara’da işte…

        Sevdiklerinin DNA’sına sarıldılar, hıçkıra hıçkıra.

        Rant plazalarının gök delen katlarından betona çakılan, maytap imalathanesinde paramparça yanan, AVM şantiyesinin naylon çadırında erimiş işçi babalarının, evlatlarının da DNA’sını son kez kucaklamıştı ya sıvasız hanelerin dulları, yetimleri, anaları!

        ***

        O kadar değil tabii:

        28 kişiyi kendini de patlatıp katleden için devlet-hükümet hemen “teşhis” yaptı; “parmak izinden YPG” dedi, dünyaya ilan etti, adını koydu, yazılar yazıldı “Aha bu parmak izini netceksiniz” diye!

        Katliamı yapanlar, “O değildir o, şudur” diyordu.

        Bir baba çıktı Van’da, “2005 yılından beri kayıp oğlumdur canlı bomba” dedi. Hemen DNA’sını gözaltına aldılar.

        Devlet-hükümetin dediği isim değil, bir babanın, ister nefretle ister hasretle hatırladığı yüz doğru çıktı.

        Belki önceki isimde çok emin olan “yanılmalar hükümeti”nin dediği gibi, “Fark etmez, yine aynı kapıya çıktı.” Belki de öyle değil tam.

        Ama hakikatin öteki yüzü değişmez:

        Kayıp olduğu bildirilen, adı bilinen biri, istihbaratı yapılıp uyarısı verilmiş bir eylemle katliam yaptı.

        Evlerine gitmekte olan 28 insan, kadınlar ve erkekler, üniformalı askerler veya askeriyenin üniformasız memurları katledildi!

        ***

        Cumhuriyet’te Kemal Göktaş, sınırda “Askerler ile Işid elemanları arasındaki, dava dosyalarından konuşmalar”ı yayınlıyor.

        Muhabbet şahane! Sahi Işid de “terör örgütü” değil miydi?

        Baştan sona yakınlık, bazen yakınlıktan ötürü alınganlık ve sitemler. Işidçiye “Kardeşim sen de Türksün biz de. Sen de Müslümansın biz de. Sen de askersin biz de” diyen, karşılıklı ziyaret ve yardımları hatırlatan sevgi-saygı!

        Burada çok yazdığım vaka: Astsubay Özgür Örs’ün “insan ve mal kaçakçısı” kovalarken sınırı az geçince Işid’e rehin düşmesi. Bu vaka üzerine “muhabbet”i bilhassa okumalısınız!

        Başbakan müjdesiyle Örs Işid tarafından teslim edilince, hemen “Terör örgütüne mukavemetsiz teslim olmak; propagandasına alet olarak TC ve TSK itibarına zarar vermek”ten ordudan atılmıştı. Biri bebek, iki küçüğün rızkı için çaycılık yapıyor!

        Terör örgütüyle muhabbet, hoş sohbet, ziyaret, mütekabiliyet, komşuculuk” yapan rütbeliler veya siviller ise, alttan üste, hepsi yerli yerinde!

        Işid elemanıyla “muhabbet” eden “İstihbaratçı” diyor ki: “Sen Jitem’i duydun mu? Ben oradayım.” Işidçi “Bilmez miyim, hayatım geçti orada” diye koyulaştırıyor.

        Beriki adını koyuyor:”Astsubayın kaçırılma ihalesi Işid’e kalıyor gibi yav. Yani devlete kalıyor gibi.”

        Şam, Humus, Irak’ı umursamasanız bile; hani Suruç, Ankara ve İstanbul’da canlı bombayla 150 kadar can almış örgüt!

        Emir-komuta zinciri” derken sınırdaki “Emir” de Işid Emiri çıkmaz mı!

        Bunlar sadece rezalet değil… Başka bir şey!

        Belli ki bir gün DNA’sından anlaşılacak.

        ŞİMDİ TANIDINIZ MI ONLARI!

        Sivil memur” deyince ne anlardınız?

        Sivil” mi “memur” mu?

        Şimdi son Ankara katliamında katledilen 28 insanın yarısı kadarını anlıyorsunuz!

        Keşke başka türlü, hepsi hayattayken anlasaydınız.

        Onlar İç Hizmet’e de bağlı tutularak, “Askeriyenin, askerî ceza verilirken asker sayılmış, ödül veya hak verilirken sivil sayılmış emir kulları.”

        Artık “Askerî ceza verilirken asker, ödül-hak verilirken sivil, katledilirken ortalama “sivil” şehit sayılmış TSK mensupları!”

        Komutanım demeleri istenen, bazen içtimada esas duruş beklenenler. Mobbing ve oda hapsine de maruz kalmışlar.

        Yıllardır “Ordu içinde sivil toplum” gibi başlıklarla onları da epey yazdım. Ceza alandan intihar edene kadar. Maruz kaldıkları haksızlıklar ve sendika gibi bazı hakları almalarına kadar.

        Şimdi biraz tanıdınız mı?

        Tamam, siz biraz tanıyın ama memuru oldukları devlet, sivil memuru oldukları, birlikte öldükleri TSK da fazla tanımak istemiyor!

        Şehitler” içinden bir astsubay, en önde ölmesi serbest ama orduevinde çay içmesi dahi yasak bir uzman çavuş, bir uzman jandarma, “Bizi ne kadar tanıyorlar ki” dese, o da haklı. O yüzden, ayrım konsa bile, hepsi aynı sınıfta esasında!

        Diğer Yazılar