Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Şimdi diyelim Trump büyük bir şirketin tabiata saldıran “kâr katlama-kanatlama” operasyonuna karşı çıkan ahaliyi suçladı ve Şirket’i bizzat savundu…

        Arkasından da “Anayasa Mahkemesi”nin; “Pentagon Belgeleri” veya “Irangate” yahut “Watergate” hakkında haber yapmış iki gazetecinin tutuklanmasında “hak ihlali” kararı vermesine çok kızdı…

        O vakit Trump kafasındaki hak-hukuk-özgürlük düzenine dair çok net konuşmuş olur!

        Biz de Trump’ın, (Allah korusun) halk tarafından seçilmiş başkan olsa bile, sınıfsal tercihini de, ayırdığı şirketleri de, Yüksek Mahkeme kararlarına tepkisinin özünü de hep birlikte kavrarız.

        ***

        Orada “çok net” olan burada da öyledir.

        Tarafsız” olarak, yargı bir yana, bir Şirket’in iştahını savunurken, onun “altın günü”ne karşı duran halkı suçladığınızda…

        Tarafsız” olarak “sessiz kalırım” deyip hemen “Anayasa Mahkemesi kararına uymam, saygı duymam” diye sessizliğinizi bozduğunuzda…

        Tarafsız” olarak, “bağımsız yargı”nın şu haliyle bile mecburen uyduğu Anayasa Mahkemesi kararına karşı,”Mahkeme eski kararında direnebilirdi. O zaman Anayasa Mahkemesi’nin kararı boşa çıkardı. Tahliye edilenler de AİHM’e giderdi” diye telkinde bulunduğunuzda…

        Bu “ABD’dekine benzer başkanlık sistemi” bile değildir!

        ***

        Anayasa, “Anayasa Mahkemesi kararlarının herkesi bağlayacağını” yazıyor…

        Oradan alacakları cevap bellidir” denen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadı da, “iç hukuk”u da bağlayacak şekilde, “Masumiyet karinesi veya suçluluk ilkesi uyarınca, resmi görevlilerin zanlılara suçlu gözüyle bakıp o şekilde davranmaları, onları suçluymuş gibi tanıtmaları temel insan haklarının çiğnenmesidir, hatta suçtur” diyor.

        Ama ben de olsam “insanların temel hakları”na saygı duymam, vallahi de uymam!

        ***

        Bu “düzen” sadece “terör ve casusluk” peşine düşmüş olsaydı, öyle ya da böyle, sadece onları, casusluk mu gazetecilik mi olduklarını tartışırdık.

        Ama herkesin, her şeyin peşine düşüyor; sansürü temel kural sayıyor!

        Sadece “devlet sırları”nı filan korumak için titizleniyor olsaydı, sadece “sır nedir”i tartışırdık.

        Ama “Milletin Şeyine Koyacağız A.Ş.”nin menfaatlerini, sırlarını korumak için de hiddetleniyor.

        O vakit bu işte ciddi bir tuhaflık var.

        Tuhaf”iye Cumhuriyeti mi burası? Hesapta değil!

        ***

        Cumhurbaşkanlığından da önce balkonlardan müjdelenmiş “Herkesin cumhurbaşkanı” olmak bu kadar da zor olmayabilirdi.

        Bizzat bu iktidarın dünyaya ilan ettiği “o güzel deyiş”le hakikaten “komşular sıfır sorun”a titizlenmiş, içeride “barış süreci”ne gerçekten baldıran pahasına gönül vermiş bir samimiyet, çok zor olmayabilirdi.

        Ama terazinin bir yanı Şirket-Hiddet, bir yanı “Ötekiler” olduğunda…

        Şirket Tekmesi ile Devlet Tekmesi müttefik sayıldığında…

        Ben de olsam çok kızarım!

        ***

        Bakın, burada çok sık yazdığım yaman bir çelişki de bu nefis manzaranın tam orta yerine oturuyor:

        Askerin polisin hakkını değil, haksızlığını koruyan sistem!

        Hakkını çiğneyip haksızlığına kol kanat geren bir zihniyet!

        Yeni bir “hazırlık”la, “işkence ve infaza dokunulmazlık” denen, askerlerin görev sırasındaki muhtemel suçlarına örtü ve kalkan getiren bir düzenleme!

        Buna da sivilleşme deniyor!

        Varlıkları bile neredeyse inkâr edilen, Gazi arkadaşlarının platinli bacağına vurulmuş komutan tekmesini sindirmeleri istenmiş uzman jandarmalara; ölüme-öldürmeye en önde sürüldükleri halde, kapısında nöbet tutabildikleri bir orduevine girmeleri yasak olan, yaşlı babaları anneleri içeri girmişse kabaca kovulan “biz başız siz .öt” diyenlerin terfi edişini görmüş uzman çavuşlara; “çaycıyla bir” denmiş, OYAK’ta sadece temel kesinti kaynağı sayılıp kararlardan uzak tutulmuş astsubaylara; ezilmiş, horlanmış, ayrımcılığa maruz kalmış, bazen iki dudak arasındaki buyruklarla hapsedilmiş bazen kovulmuş insanlara ve çoluk çocuklarına deniyor ki:

        Haklarını boş ver, haksızlık yaptığında ben seni kollarım!

        ***

        Nitekim Hayata Dönüş Katliamı’ndan Susurluk İnfazları’na kadar çok şey temize çıkıyor.

        (Bu yeni tasarıyı eleştiren birilerinin yazdıklarına baktım: “Güvenlik güçleri mücadelede hukuk içinde kalmalı” imiş. Kendileri, Hayata Dönüş denen, esas adı Tufan Operasyonu olan cezaevi katliamlarında, önceki koalisyon iktidarının yandaşı oldukları sıra, katliama kankalık yapmış, katliam bahanelerini medya yalanlarıyla hazırlamış, hakikati gizlemiş, katliamı müstahak saymış, yandıktan sonra bir de kurşunlanan “tutuklular”ın cesetlerine adeta tekme vurmuş kirli bir medya tarihinin kahramanları oysa!)

        Ama ben de olsam o gün de tekme vururum, bugün de!

        Lakin herkes onlar, bunlar, şunlar gibi olamıyor tabii.

        Diğer Yazılar