Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “AKP iktidarı” esas 2003 1 Mart Tezkeresi’nin kabul edilmemesiyle başladı.

        Cumhurbaşkanı öyle düşünmüyor; tezkerenin geçmesini istiyormuş. “K. Irak’ta etkili olma fırsatı kaçmış.”

        Bugün bunu söylemek kolay.

        Oysa o gün kimi darbe tasavvuru “tezkerenin geçmesi”ne kilitlenmişti.

        AKP’nin oylamada bölünmesi ve CHP oylarıyla tezkereye çuval geçirilince, ABD yönetimi de TSK paşaları da bölündü.

        O oylama, iktidarı ve Türkiye’yi güçlendirdi.

        Başta ABD, İngiltere, İsrail, S. Arabistan, uluslararası sermaye, yerli büyük sermaye, beyaz medya vs’nin bastırmasına, açık-dolaylı tehditlere rağmen, o “demokratik isyan” ABD yönetiminin geleneksel kanadında da, AB içinde de, Batı ve Doğu halkları arasında da Türkiye ve iktidarın itibarını tesis etti.

        (O gün “ABD’den para alamamak, ekonomisini riske atmak pahasına” kişilik göstermiş bir Türkiye vardı…

        Bugün “AB’den mültecileri ölü ya da diri tutmak için para alan ama itibarı sıfırlarda” bir Türkiye var!)

        Tezkereden sonra CHP (Baykal) desteğiyle Başbakan olan Erdoğan tezkereyi istemiş olsa bile, TBMM’nin reddi partisini resmen iktidar yapmıştı!

        Paradoks ama bir dönüm noktası bu.

        ***

        27 Nisan Muhtırası AKP’yi “devlette iktidar” yapmanın yolunu açtı.

        Cumhurbaşkanlığını da almakla kalmadı; “darbe heveslileri”ne karşı “halk isyanı” ile gücünü arttırdı.

        Yolunu açtı ama “her iktidarın ortağı, hamisi, vasisi” TSK komuta kademesinde ve “Askeri Brifing Yargısı”nda tasfiye şarttı.

        Bugün “terörist, darbeci, kumpasçı” olan “cemaatçiler” desteğiyle o gün onlara “terörist, darbeci, kumpasçı” denip o yol duble yol yapıldı.

        Artık “millette iktidar” kadar önemli olan “devlette iktidar” meselesi de tamamdı.

        ***

        2010 Referandumu AKP’nin “son liberal nefesi” olarak, “Çözüm Süreci” de o nefesin liberal-muhafazakâr-demokratik son hevesi halinde tarihte yerlerini aldı.

        Hakikaten bir yol ayrımı var mıydı; tarih ve tanıklıklar daha iyi anlatacak.

        Ama “Gezi”yi o nefesin kuvvetlenmesi yolunda değerlendirebilecek bir AKP muhakemesi kalmamış, korku, endişe, nefret tercih edilmişti:

        “Darbe teşebbüsü, hainlik, kalkışma” sayıldı.

        Bir yol ayrımı olmuşsa bile, artık tek yol mubah oldu: Daha otoriter bir düzen!

        Toplumu birleştirici “balkonlar” yerine, komşuları bile ayıran duvarlar, çitler, dikenli teller.

        ***

        Seçim zaferleri, bunların tek kişilik değerlendirmesi, Ortadoğu’da tahakküm niyetleri, “Arap Baharı”nın halk ayaklanması ihtimallerini öldürüp zombiye dönüştürmek isteyen Suudi-Katar (ve o sıra ABD) ittirmeleriyle varılan Suriye menzili işte.

        Otoriter, savaşçı bölgesel tahakkümcü heveslerin önce neye ihtiyacı olur?

        İçeride polis ve polisiye hukuk; içeride ve dışarıda ordu ve paşaların desteği.

        17-25 Aralık, “ilk hamle kimdendi” diye ileride yeniden yazılacak belki.

        Sonuçta polis ve yargıda hakim yapılmış bir ortaktan kurtulma gerekçesi olmakla kalmadı; TSK Komuta Kademesi’yle ve 2007 süreciyle “barışma” ihtimali olarak da önem kazandı.

        Tarih şöyle sorular da sorar arada bir:

        17-25 Aralık olmasaydı, Cemaat yine “paralel, terörist, hain, casus” olacak mıydı?

        Doğrudan “lideri, ailesini, hanesini, çevresini tehdit eden” bir girişim olmasaydı, belki bu kadar haşin olmayacaktı cevabı; ama tasfiye kaçınılmazdı sanki.

        ***

        AKP’nin Cemaat gücünü tasfiyesinin bir gerekçesi de, o sıra “kitle desteğini yüzde 50 üzerine çıkartma formülü” görülen “Çözüm, barış süreci”ni de korumaktı belki.

        O efsane de 7 Haziran’la bitti.

        Anlaşıldı ki o formül başkanlık için münasip değil…

        Anlaşıldı ki “kırmızıçizgiler”de hassas ve Rojava’da endişeli TSK Komuta Kademesi ile barışık olmanın yolu da o değil…

        Anlaşıldı ki “Başkanlık ihtimali” açılım ve barıştan ziyade, kapanma ve savaşta daha güçlü olabilir…

        Anlaşıldı ki “Terörist değil, siyasi parti” olarak Kürtler yüzde 50 oy havuzunu eritiyor…

        Anlaşıldı ki herkes yerli yerine dönmeli: Kürt siyaseti devlet ve PKK arasında terörize olmalı; cumhuriyetçilerin sırf AKP’ye inat HDP’ye oy vermesi ders olmalı; “Müslüman” Kürtler ile terörize olmuş Kürt siyaseti arasında mesafe açılmalı; MHP’den fazla milliyetçilik, TSK’dan fazla devletçilikle MHP’nin söyleyebileceği bir şey kalmamalı, AKP’ye doğru erimeli.

        AKP 2003’te “millette iktidar…”

        2007’de “devlette iktidar” olduktan sonra…

        Artık kesin ve mutlak biçimde “devlet iktidarı” olmalıydı, bravo, oldu!

        ***

        Böyle bir evrim veya karşı-devrim önce kendinize karşı yapılır!

        İktidarın tasfiye ettiği öncelikle kendi geçmişi olmalıdır.

        Öyle de oldu Kamil!

        İlginç olan, her ikisinin de toplumsal karşılığı vardı.

        Lakin o vakit bir umut dalgası vardı; şimdi toplumsal takat eriyor.

        Şimdi mutlak iktidar var, o vakit itibar vardı.

        Mutabakat menzilinden Sadakat düzenine vardık!

        Biri ufuktu, biri duvar.

        Devlete rağmen iktidar olmuş bir parti, devlet partisi olmuştu.

        Diğer Yazılar