Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Şöyle bir şey:

        1.Devlet birimlerinde birileri “canlı bomba”yı biliyor.

        2. Hatta “eylem”i de biliyor.

        3. Hatta “muhtemel eylem mekânı”nı da biliyor.

        4. Bilmiyorum, o vakit herhalde “üç vakte kadar” olduğunu da biliyor.

        5. Kimileri kendi aralarında paylaşıyor; “bağzı polisler” bazı meslektaşlarını uyarıyor.

        6. Mitingin ertelenmesi gündeme gelince itiraz bile ediyorlar.

        7. Mitingden hemen önceki gece nedense yol kontrolü sabaha kadar kalkıyor.

        8. “Canlı bombalar” da kendilerini ve 102 insanı (sayıyı bilemezlerdi tabii) “cansız” bırakmak için tesadüfen o saatte Ankara’ya giriyor.

        9. “Diyarbakır bombası” ile idrak edilen, “Suruç Katliamı” ile ilga edilen seçim ardından, “Temdit ve tashih seçimi”de “Ankara Garı Katliamı” ile idrak ediliyor.

        10. Eylem istihbaratı ve nihayetinde katliam ortadayken, canlı bombalar için “Devlet büyükleri” diyor ki, “Burada Daeş var, PKK var, Muhaberat var, PYD var.”

        11. “Çok şey bilip de az şey yapan” kimi devlet biriminin, “en iyi ihtimalde ihmalleri” sonucu 102 insan paramparça olduktan sonra, İktidar Partisi “Patlamadan sonra anketlerde oylarımız artıyor” diyebiliyor.

        12. “En iyi ihtimal, ihmal” sahibi Emniyet ve istihbarat mensupları için Mülkiye ve Polis müfettişleri raporu soruşturma istiyor ama vali, savcı, avcı, artık kimse, reddediyor.

        13. Zaten İktidar Partisi, Suruç Katliamı’nda “Millet” Meclisi’nde araştırma önergesini de reddetmiş, üzerine Ankara Garı Katliamı gelmiş.

        ***

        Raporu, “muhabirliğin yüz aklarından” Kemal Göktaş Cumhuriyet’te hepimizin gözünün önüne koydu.

        Kimimizin gözü bağlı, kimimizin gözü dönmüş olduğu için fark edenimiz çok olsun diye dua ediyoruz ancak.

        Yoksa bırakın sizi bizi, utanması, kahrolması, sorumluluk alması, hesap sorulması veya vermesi gerekenler “Pişkin.”

        O “Pişkinlik” değil mi zaten, “katliam”ın Meclis’te ele alınmasını da reddediyor… “Rezabey”in ortağı, “İran’da idam mahkumu Zencanibey”in “Türkiye’de rüşvet dağıttık” diye verdiği ifadedeki iddiaların “Milletin Meclisi”nde araştırılmasını da.

        Yolsuzluk iddialarının, asker intiharlarının, “milletin şeyine koymaya kararlı sermaye”nin araştırılmasını reddeden de hep aynı!

        Egemenlik milletin” midir yoksa “Egemenler”in mi, millet de belki çok umursamıyor!

        Hissediliyor ki, “10 Ekim Ankara Garı Katliamı” da “1 Mayıs Taksim Katliamı” veya “16 Mart İstanbul Üniversitesi Katliamı” gibi yarı-karanlık tarihte yerini almıştır!

        ***

        Muhabir Kemal” normal bir ülkeyi sarsacak haberi verdiği sıra, “Anamuhalif Kemal” ise, sözde delikanlılık, yiğitlik göstererek, “AKP’nin dokunulmazlık tasarısı Anayasa’ya aykırı ama evet diyeceğiz. Gerekirse hapse gireriz” diyebiliyor; sanki ilk kendi girecekmiş gibi, sanki kimse hapse girmiyormuş gibi.

        Belki de bu “patlama, katliam, şehit, sivil kayıplar cinneti”nden Diyarbakır’da mebusluk çıkar CHP’ye diye!

        Belki öyle değildir! Nedir o zaman?

        Anayasa’ya aykırı” ise, “Anayasa’ya aykırı” her şeyine de evet neyin deyin.

        ***

        Devlette birileri biliyordu ama şöyle oldu” cinsinden şeyler yazıyorum.

        Allah aşkına, bu devlet ne olacağını hiç biliyor mu ki?

        Bilse, şimdi paralel-casus dediğine Hocam; kumpas kurbanı dediğine darbeci; Türkiye için çok önemli ülke dediğine Van Minüt; gidemediği Gazze’ye gideceğiz; savaş dediğine de barış demezdi…

        Darbeci Sisi’yi Cumhurbaşkanı kabul etmediğimizi hep söyledim dediğine de şimdi Teşekkürler Mısır diye seslenmezdi.

        Ne diyeyim, işte böyle!

        BİR NEVİ ULUDERE!

        Askeri Mahkemede bir dava var.

        Biri tutuklu iki sözleşmeli er, tutuklu bir uzman çavuş, hiç tutuklanmamış bir üsteğmen sanık.

        Suçlama: “Doğubeyazıt’ta İran sınırından, çocuk ve yaşlı 12 mülteciyi Türkiye’ye geçirirken yakaladıkları ‘kaçakçı’ Bekir Angi’yi eziyet ve işkenceyle kasten öldürüp cesedini mayınlı dere yatağına atmak ve suç delillerini karartmak.”

        35 yaşındaki Angi kaçmaya çalışırken yakalanıyor; önce dipçiklerle kan içinde kalıyor, elleri bağlı karakola getiriliyor, Kürtçe (tanık tercüman huzurunda) yalvarıyor, “4 çocuğumun geçimi için yapıyorum” diyor ama dipçik ve cop darbeleriyle öldürülüyor.

        29 Aralık’ta dere yatağına atılan cesedini ertesi gün köylüler bulup tabur komutanına bildiriyor.

        Sanıkların, üsteğmen nezaretinde, dipçik ve coplardaki kan izlerini temizledikleri iddia ediliyor.

        Başlıkta “bir nevi Uludere” dedim ama tek benzerliği “Kürt kaçakçı.”

        Sanıklar” alttan oldukları için, belki Tabur Komutanı ve Savcı’nın adalet duygusundan, belki “ırkçı şiddet” sayıldığı için, şu anda sanıklar. Yoksa Uludere katliamının tek sanığı, tek sorumlusu bile olmamıştı.

        25 yaşındaki 4 çocuk annesi Gülüzar Angi şimdi kocası için bir yudum adalet bekliyor!

        Hayattaki en acayip şey, kendileri de ezilenlerden kimilerinin başkalarını ezmekte çok iştahlı oluşudur!

        Bir alttakini ezme, ötekileştirme, hor görme” silsilesi sayesinde, üsttekiler, en üsttekiler de meşruiyet ve huzur bulur!

        ÖLEBİLİRSİN, ŞEHİT OLABİLİRSİN, AMA YERİNİ BİL!

        Baştan söyleyeyim: Belgeli. Belgesi de var elde.

        Şimdi “Emekli Uzmanlar Derneği” Emuzder’in elindeki belgeden özet şöyle:

        Bingöl’de Jandarma Komutanı, “askerlik süresinden dolayı er ve erbaş sayısındaki azalma”dan yakındığı bir “emir”de, sonuçta sözü “Uzman erbaşlar”a getiriyor…

        Hani “tank komutanı, tim komutanı, karakol komutanı” olabilen ama ölmez de dönerse, kendini “orduevine dahi girmesi yasaklı ve kaderi iki dudak arasında” bulanlara:

        Uzman erbaş da erbaştır ve erbaş ne yaparsa onu yapmalıdır” diyor.

        Kışlanın tüm emniyet ve muhafazası uzman erbaşlar tarafından sağlanacaktır” diye emrediyor.

        Adli ve mülki konularda uzmanlara görev verilmeyecek” yazıyor ki, onlar “er ve erbaşlık statüsü”ndeki yerlerini bilsin!

        Çok garip ama “Uzman erbaşlar ile yükümlü (yani mecburi askerlikteki, geçici) er ve erbaşların teması mümkün olduğunca engellenecektir” buyuruluyor; herhalde biri vebalı, biri cüzamlı olduğu için değil! Muhtemelen, “uzman” mecburi askerlikte er ve erbaşların “üstü” konumunu hissetmesin, “yerini, haddini bilsin” diye!

        Hem diyor ki, “Uzman erbaş da (er) erbaş gibidir…”

        Hem buyuruyor ki “Bunlar birbiriyle temas etmesin, yan yana gelmesin, bekar uzmanlar birlik koğuşlarında kalırken dahi erbaş ve erlerden ayrı olsun.”

        Ve en çarpıcısı, çok sayıda “şehit”i olan uzman erbaşların “etkin kullanılmadığı”ndan yakınıyor Emir!

        ***

        Belki Komutan kendine göre çözüm arıyor ama…

        Bakın Emuzder Başkanı Esef Merdoğlu ne diyor:

        “Her gün çelenk göndermekten, yetişebildiklerimizi defnetmekten bizler utanır olduk. Annelere, ‘Evladınız şehit oldu, cennette. Dik durun. Vatan sağ olsun deyin’ demekten usanmayacağız!

        Şehit verilen birliklerde başı sarılı gaziler bile uğurlamaya geliyor. Bir çok komutan motivasyon için çabalıyor. Ancak Bingöl’de bir Albay moral ve motivasyonun bir yolunu bulmuş.

        Bu emrin zamanı mıydı Albayım? Bu emri, hem de yazılı, nasıl verdiniz, imzaladınız? Siz Cudi’de, Gabar’da çatışmanın, başınızın üstünden mermiler geçmesinin, yağmurda naylon poşetlerle şemsiye yapmanın ne olduğunu iyi bilmesi gerekenlerdensiniz.

        Şimdi bu sözlerimiz size ulaşacak, kızacaksınız, emirler yağdıracaksınız.

        Vatan için ölüme en yakın uzman erbaşları motive etmek kolaydır. Alınlarından öpersiniz. Şehit olduğu zaman içtimada ‘Başımız sağ olsun’ diye yüksek sesle haykırırsınız, birlik hep bir ağızdan ‘Vatan sağ olsun’ iye haykırır.

        Siz alınlarından öpeceğinize, bu emri nasıl imzaladınız? Ne yapmaya çalışıyorsunuz? Vallahi billahi gerçekten öğrenmek istediğim için soruyorum.

        Nedir bu nefret? Keşke emirde, ‘Son zamanlarda ülkemizin içinde bulunduğu kritik süreçte kahraman yararlılık gösteren tüm askerlerimize teşekkür sunup sıkıntıları bildiğinizi, çözümü için yazışmalar yaptığınızı yazsaydınız. Yapmasanız da yazsaydınız.

        Mesele deseydiniz ki, bizim subayların gittiği her yerde lojmanları hazırdır. Ama uzmanlara yüzde 5 ayrılmasına üzülüyorum… Deseydiniz ki, ben dilediğim kadar hava değişimi ve istirahat alabiliyorum ama uzman erbaşlar 90 günden fazla hasta olursa, ordudan atıyoruz, üzülüyorum… Deseydiniz ki, taşeron işçilere kadro veren yüce devletimiz, uzman erbaşları hala sözleşmeli çalıştırıyor, üzülüyorum… Deseydiniz ki, İç Hizmet Kanunu’na göre orduevleri moral-motivasyonun yükseltildiği yerlerdir, uzmanların orduevine alınmamasına üzülüyorum… Deseydiniz ki, uzman erbaşlar TSK’nın, özellikle Jandarma Özel Harekat’ın belkemiğidir, bunu biliyorum. En doğrusu, keşke bunu bilseydiniz!

        Albayım, bana kızdınız. Ama biliniz ki, ölene kadar, yasaların bana verdiği hakları sonuna kadar kullanacağım, hakkımı ve haksızlığa uğrayan herkesi savunacağım. Bıkmayacağım, bıktıramayacaksınız.

        Siz daha iyi bilirsiniz ama İç Hizmet Kanunu, birliğin moral-motivasyonunu üst düzeyde tutmak için gerekenleri yapmayı size emretmiş, hükme bağlamıştır. Madde 40 mesela!”

        Not: Ve yukarıdaki emir yeni bir emirle iptal edildi.

        Not: Müsaadenizle birkaç gün ara; iyilikler dileğimle.

        Diğer Yazılar