Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Açgözlülük, kötü niyet, haset, bencillik, kin, hoşgörüsüzlük, gurur, kibir, kurnazlık ve ikiyüzlülük güçleri…”

        ABD’nin ortasından, Avrupa’nın göbeğinden Ege’de bir adaya giden bir adam, bundan 80 yıl kadar önce, tam ikinci büyük savaş öncesi, “hastalık”ı böyle tanımlamış.

        Tabii ki adadaki değil, kıtadaki, kıtalardaki, devletler, devlet adamları, piyasa adamları ve tabii ortalama insandaki.

        Bu hastalığı öyle tanımlamak için, ne 80 yıl önce yaşamak, ne de savaşa, tahakküme, otoriteye, yapmacıklığa,sahte karakterlere isyan etmiş Henry Miller filan olmak gerekiyor.

        Kendinde ve tapındığın yahut boyun eğdiğin şahsiyetlerdeki bu hastalığı, bu virüsleri, bu kanseri teşhis edebilirsen, o vakit isyan etme, en azından boyun eğmeme, hiç değilse tepenin atması ihtimali oluyor.

        ***

        Miller, tarihin ve doğanın ve de insanın en doğal hallerinin ortasında bu hastalıklarınbozguna uğradığı gibi bir tespitte yahut iyimserlikte bulunuvermiş.

        Belki o yüzden, “barış”ı da, “yenilmez,şart ileri sürmez,gönüllü teslimiyet” diye tanımlıyor.

        Yani “barış”ın da kibirle, gururla, kinle, hoşgörüsüzlükle, kötü niyetle, ihtirasla, kurnazlıkla, ikiyüzlülükle ilgisinin olmaması gerek:

        Yaşama sevinci barış sayesinde gelir.Ve sevinç yoksa barış da yoktur. Hastalıklarımız bağımlılıklarımızdan kaynaklanır. Alışkanlıklarımızdan,ideolojilerimizden, ideallerimizden, aidiyetlerimizden, fobilerimizden, tarikatlarımızdan, inançlarımızdan… Barış hakkında konuşan insanları dinliyorum: Yüzleri öfkeyle, nefretle ya da kibirle, gururla, kendini beğenmişlikle gölgeleniyor.”

        ***

        Nedense bir çırpıda, “haklı olabilirsin” dedim Miller’a, “İnsanın düşmanı mikroplar değil, kendisi. Gururu, önyargıları, aptallığı, kibri. Her birey kendine ait olmayan yaşama biçimine başkaldırmalı. Hükümetleri, efendileri, tiranları devirmek yetmez.”

        Evet ama yetmez:

        Kişinin doğruya ve yanlışa, iyiye ve kötüye, adalete ve adaletsizliğe dair kendi önyargılarını da devirmesi gerekir.

        Kazıp da içine kendimi gömdüğümüz savaş siperlerini terk ederek açığa çıkmalıyız.

        Dünyanın iyiliğihi, huzurunu düşenmeyi reddettiğimiz sürece birbirimizi öldürmeye, birbirimize ihanet etmeye devam edeceğiz.”

        ***

        İşte orada kaldım, “Marousi’nin devi”ni okurken.

        Birbirimize ihanet etmek” içinde, kendimizi kandırmak da var bir ötekine salyalar saçarak saldırmak da var.

        Hakikate, hakkaniyete, haysiyete ihanet de var.

        Herkes bu pislikleri bir şekilde yüklenir…

        İster bu dünyada hesap sorulacağından korksun…

        İster öte dünyada.

        Ama vicdanının hep azaba mahkum olduğunu, alınyazısı sandığı şeylerin arasına kalın yazısı ile tüm veballerin, günahların, insana ihanetlerin, kibir ve kin bedellerinin de yazılı olacağını unutmasın.

        Unutup huzur bulduğunu zannedebilir.

        Kendini hiç kandırmasın!

        Kötülük ve fesat, kin ve kibir, ister dinlerde, ister felsefi inançlarda…

        Boynuna, alnına, kaderine, tarihine yazılı bir yafta gibi insanın eline, ayağına, diline dolanır.

        Boyun eğdiren de…

        Boyun eğen de…

        Payına düşeni alır!

        Diğer Yazılar