Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Son zamanlarda “insanoğlu”nun evrene ve yeryüzüne dair önemli buluşları şöyle:

        Dünyanın kendi etrafında döndüğünü sananlara: Güneş sistemi dışında yörüngede olan 1284 yeni gezegen “daha” bulundu. Bunların 550 kadarı “dünya” denebilecek boyutlardaymış. Böylece “kendi kafasına göre gezen gezegen”sayısı 3 bin 200’e çıktı.

        Dünyanın kendileriyle başladığını ve biteceğini sananlara: Etiyopya’da “ilk insanlar”a ait yeni fosil bulundu. 3,5 ila 3,8 milyon sene öncesine ait. Daha önce tespit edilmiş “Lucy”nin çok yakınında ve ondan yaşlı olmalı.

        Güney Afrika’da ise, “insanın geçmişinde yeni bir tür” denen buluşla, kazılarda 15 farklı “şahıs”a ait 1500 iskelet-kemik çıkarıldı. Bu “tür”e “Homo Naledi” dendi.

        ***

        Türkiye’de de Çatalhöyük kazıları 20 küsur yıldır sürüyor ve biz ne o geçmişten, ne orada medeniyetlerin, inançların buluşmasından, ne toprağın bir tarihi olduğundan ve bunun sadece bir ırka, bir inanca, bir milliyete, bir sülaleye mal edilemeyeceğinden bir şey anlamıyoruz.

        ***

        Fakat “kazılarımız” sadece o değil elbette.

        Bilim adamları” 3,5 milyon yıl önceden insan kalıntısı, henüz tam saptanamasa da çok çok uzak geçmişin kökeninden, köklerinden kemikler çıkartırken…

        Biz” de boş durmamış, 80 yıl öncesinden Dersim kemikleri bulmuştuk.

        Bir de 12-13 yaşındaki çocukların kemiklerini.

        İnsanlığımızın 21 yıl önceki kuytularından, kuyularından, mağaralarından!

        ***

        Ahmet Davutoğlu’nun makamı kuyuya atıldığı günlerde…

        Aziz oğlu Davut’un kemiklerinin mağaraya atılmış olduğu da Adli Tıp’ta resmen tescil edildi.

        Şimdi sakın dönemleri karıştırmayın.

        21 yıl önce bu iktidar yoktu, onca yıl sonra kemikler çıktı, kabirsiz çocuklara bir mezar yapıldı.

        O yüzden o geçmiş de gurur duyulacak nane değildir şu yapılanlarla.

        Bugün ise, sorumluların, kimi yargılansa bile, kaçırılması, örtülmesi, giderek sahip çıkılması ve o günkü acıların sürmesiyle, övünülecek bir şey değildir.

        ***

        12 yaşındaki Davut Altınkaynak, tam Cumhuriyet’in 72’inci yıldönümünde Dargeçit’te gözaltına alınmaya başlanan ve sonra, serbest bırakılan iki kişi hariç, kaybolanlar, kaybedilenler arasındaydı.

        13 yaşındaki Seyhan Doğan (buradaki çok sayıda yazıdan da bilirsiniz), 16 yaşındaki Nedim Akyön, 19, 20, 21, 24, 57 yaşındaki köylüleriyle birlikte.

        Bir de, bu insanların, bu çocukların işkenceyle öldürülüp kuyulara atılmasına itiraz etmiş ve öldürülüp kazanda yakılmış Uzman Çavuş Bilal Natırır.

        ***

        Seyhan’ın akıbetini kovalayan annesi Asiye Doğan da karakolda işkence görmüş, hastalığa sürüklenmiş, yine de “Cumartesi Annesi” olarak oğlunun ve diğer kayıpların peşine düşmüştü.

        2000’de son nefesini verdi, İstanbul’da defnedildi.

        Cumartesi Annesi” olarak yerini kocası Ramazan Doğan aldı.

        Bugünün Cumhurbaşkanı, o günün Başbakanı “Bu Cumartesi Anneleri kim, ne yapmak istiyorlar” deyince de ona seslendi:

        Oğlumun kemiklerini arıyorum.”

        Bu seslenişin ardından, kısa süre sonra onun da kalbi durdu. “Oğlumun kemiklerini bul, beni onun yanına gömün” diyen Asiye Hanım’ın vasiyetini yerine getirememenin üzüntüsüyle!

        ***

        İnsan Hakları Derneği’nin, ailelerin mücadelesiyle 2012 Şubat ayında yapılan “kazılar”da bir kuyudan çıkan kemiklerin Seyhan’a ait olduğu tespit edildi. Ve bir yıl sonra da, Asiye Hanım ile Ramazan Doğan, evlatlarına kavuştu.

        Tabii bu kavuşma için, evladın kemiklerine sarılabilmek için, onların kemiklerinin de İstanbul’da topraktan çıkması, Dargeçit’te Seyhan’ın kemikleriyle kucaklaşması gerekti!

        ***

        Aziz Altınkaynak, yahu insanlığımız böyle tesellileri kaldırır mı, kendisi henüz hayattayken Davut’unun 12-13 yaşındaki kemiklerine kavuştu işte.

        Davut ile Nedim’ir kemikleri de, öldürüldükten 20 yıl sonra Dicle yakınında bir mağarada bulundu. Birkaç gün önce de bir mezara, bir suya, bir gölgeye, bir duaya kavuştular.

        Huzura kavuştular mı? Bilemeyiz ama zor.

        ***

        Çünkü onların ölümünden sorumlu sayılan iki “komutan”, çocukların kemikleri kuyularda, mağaralarda yatarken, sandıktan çıkıp bir de “seçilmiş kişi” olmuşlardı. Biri DYP’den, biri CHP’den.

        Sadece adı kalmış DYP’den AKP’ye geçen heyet, o “Dargeçit komutanı” belediye başkanını da, törenle, övgüyle iktidar partisine götürdü. Onlar da en üst seviyeden göğsüne rozeti taktı!

        ***

        İnsanlık tarihine dair milyonlarca yıllık “kemikler”e, Lucy, Homo Naledi gibi isimler verildi.

        İnsanlık tarihimizin 20 yıllık kemiklerine ise biz Seyhan dedik, Davut dedik, Nedim dedik…

        Kim olursa olsun, kim olursak olalım, çocuk dedik!

        Günah dedik. İnsanlık suçu dedik.

        Çoğumuzun haberi dahi olmasa, medyada pek yer bulmasa, çoğumuz umursamasa, “yahu bunlar çocuk” demese dahi!

        DİYARBAKIR'DAN SANCAKTEPE'YE...

        Tuzak, pusu, saldırı…

        Önce “canı bombalar” Diyarbakır’da, 7 Haziran seçimleri öncesi HDP mitinginde başladıkları saldırı ile İstanbul Sultanahmet ve İstiklal’deki saldırıları, Suruç ve Ankara üzerinden birleştirerek, Diyarbakır-İstanbul hattını çizmişti.

        PKK yahut TAK da, Ankara, Bursa derken, galiba İstanbul Sancaktepe’ye de vardı.

        Yukarıda 20 yıl önceden çocukları, kuyuları, mağaraları aktardım.

        Demek ki, ne kuyudan çıkabiliyoruz, ne mağaradan, ne kör karanlıktan, ne kan çanağından.

        Öyle bir çıkış olmadığını ne iktidarlar anlayabiliyor, ne örgütler, ne baskılar, ne şiddet, ne “terör.”

        Sadece, işte o gün Davutların, Seyhanların yaşında olanlar ile bugün Davutların, Seyhanların yaşında olanlara yeniden cehennem sunuluyor!

        Sancaktepe’de yaralanan 15 yaşındaki Sercan gibi.

        Tabii bu “felaketler”i de, tur otobüsünde bir anda 5 kişinin öldüğü, “engelliler” müsabakalarında bile taraftarların Türkiye’de de gurbette de birbirine girdiği, düğünde meydan savaşı yaşanan, mülteci kampında dahi 30 çocuğa cinsel istismarda bulunulan bir ahval ve şerait içinde yaşıyoruz ve yaşarken de, içimizden birileri artık yaşamıyor oluyor.

        İşte onlara, yazı yazıldığı sırada hayatta olan “8 asker” daha eklendi. Bir zamanlar, üçte biri “şehit” olan “30 bin ölümüz” önce “40 bin ölümüz”e çıkmıştı; sonra bir bahar gördü dağlar, köyler, şehirler. Şimdi “50 bin ölümüz”e düşüyoruz tepe taklak.

        Diğer Yazılar