Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        1071’den beri tüm halklar bu topraklarda acı, hüzün ve kederi birlikte yaşadı.

        Doğu ve Güneydoğu’da çekilen acılar ülkenin farklı bölgelerinde farklı şekillerde yaşandı.

        Siz burada ne yaşadıysanız, farklı şekillerde biz de Güney, Kuzey ve Batı’da onları yaşadık.

        Zulmün biçimi, rengi, tonu değişikti ama zalim ve zulüm aynıydı.

        3 Kasım 2002 seçimleriyle birlikte biz bu zulme, ayrımcılığa, ret, inkâr, asimilasyon teşebbüslerine ve onu yürürlükte tutanlara bizin verdiğiniz yetkiyle son verdik.

        Türk, Kürt, Arap, Çerkez, Gürcü, Abaza, Roman, Boşnak, kim olursa olsun, hepsi bizim kardeşimiz.

        Biz yaradılanı Yaradan’dan ötürü sevdik…

        ***

        Çünkü biz yaradılanı Yaradan’dan ötürü sevdik, renginden dolayı değil, kavminden dolayı değil, ülkesinden dolayı değil, makamından dolayı değil, rütbesinden dolayı değil. Bundan dolayı sevdik…

        ***

        Biz yaradılanı Yaradan’dan ötürü seven bir medeniyetin mensuplarıyız. 70 milyon insanımız iyi bilmelidir ki her bir vatandaşımızın hak ve hukuku bizim güvencemiz altındadır. Ülkemizin vatandaşlarına karşı kalkıp da bir diğer vatandaş gruplarımızı tahrik etmek doğru değildir…

        ***

        Biz insanlarımızı hepsini tek çatı altında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı altında toplamışız. Ne parasından, ne hangi memleketli olduğundan değil, yaradılanı severiz Yaradan’dan ötürü…

        ***

        Yıllar böyle geçti.

        13 yıl oluyor.

        Her yıl yeniden yeniden söyleniyordu ya; hakikaten “yaradılanı Yaradan’dan ötürü sevmek” mümkün olur mu, olur da bunun hukuku, şartları, yolları bulunur mu diye bir umut dolaştı memleketi köşe bucak..

        Dön dolaş, geldik yine “Ateist”e, “Zerdüşt”e!

        Ha bir de “Solcu”ya!

        Oysa 2002 “bilhassa 28 Şubat ayrımcılığı”na tepkiyle, “ayrımcılıklara, inkâra, ötekileştirmeye son” diye beyan etmiş bir yolculuktu.

        Meğer “Ring Seferi” imiş!

        Damgalanmak, listelenmek, kara listelenmek, dışlanmak, ayrımcılığa maruz kalmaktan şikayetçi olanların (istisnalar hariç) temel derdi, listeleri, dışlamayı, ayırmayı, kayırmayı kendilerinin değil, başkalarının yapmasıymış.

        Mesele mazlum olmaması, mağdur olmamasından ziyade, kendilerinin mazlum ve mağdur olmamasıymış.

        Mesele kibir sahiplerine, mağrurlara isyanın bilfiil kibre ve mağrurluğa isyan olmaması, sadece el değiştirmesiymiş.

        Ayrımcılığa karşı çıkarak değil, bizatihi ayrımlar, uçurumlar, yarıklar üzerinde bir yarıyı sağlam tutmak daha “gerçekçi” gelmiş olmalı!

        Birbirimize öfkemiz, bir ötekinden nefretimiz üzerinde, devlet de kendini daha iyi hissediyor olmalı!

        Bir ötekini dinleyebilenler, duyabilenler, hele hele biraz olsun anlayabilen, farklılığına saygı duyabilenler “katı olan her şeyi buharlaştırır.”

        Öyle bir deneme olmuştu, evet, ama yetmedi!

        Sıra, “katı” olanın öteki her şeyi buharlaştırmasında.

        Sadece hasımlar değil, şekilde görüldüğü gibi hısımlar bile.

        Bu formül iyi gidiyor…

        Bu formülle iyi gitmiyoruz.

        En basit mesele, işte bu ikisi arasındaki ayrımın farkında olunmasında.

        Yaradan” zaten her şeyi görüyor, biliyordur da, mesele “yaradılan”ın da farkında olmasında!

        ***

        Bir zamanlar “Başbakan” ne demişti:

        Zulmün biçimi, rengi ve tonu değişikti ama…”

        Şart mıdır böyle olması, şart mıdır?

        Diğer Yazılar