Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İspanya Milli Takımı muhtemelen şöyle bir taktik konuşmasıyla maça çıkıyor:

        “Hola, Alba. Sen De Gea’nın elle oynadığı yahut Pique’den açılacak topla sol kanattan Iniesta’yı görüp sonra çizgiden karşı defans arkasına koşu yapacaksın. O sırada Iniesta babasının topu gibi oynayıp durmadan al ver yaparken senin yalancı koşunun çektiği defansın arasında Morata ile Nolito hareketli olacak. Da Silva ile Juanfran birbirine yakın oynayacak. Alba ileri çıktıkça üçlü defansa döneceğiz. Belki defans yapmamıza bile gerek kalmaz ama…”

        ***

        Rakibi Türkiye ise, taktikten ziyade tam bir strateji takımı olarak oyunu şöyle kuruyor:

        “Şimdi sen o gazeteyi satın alacaksın. Oğlunu Federasyon'a Başkan yapıyoruz. Beşiktaş’ı, feda bir yana, veda eşiğine getirmesi önemli değil. Bak, nasıl Federasyon’un havuzu varsa, medya da öyle. Fatih Hoca’nın adını bizim Büyükşehir Belediye stadına verin. Ne istediyse verin, ne istedi de vermedik olmasın. Hoca kadroyu kurarken siz de gazeteden şu şu isimleri kadro dışı, şu şu haberleri yayın dışı bırakın. Hain kalmasın.”

        ***

        Bu aşırı stratejik derinlikten ötürü, İspanya’nın başında, Yıldırım Demirören’​in Beşiktaş’ta göreve getirip sonra kovduğu Del Bosque ​var.

        O da “milli” ​görevi, Aziz Yıldırım’​ın Fenerbahçe’nin başına getirip sonra kovduğu (merhum) Aragones’​ten devralmıştı.

        Aragones​ İspanya’yı Avrupa Şampiyonu yapmıştı; “Türkiye futbolunun patronu Demirören”​in kovduğu Del Bosque ​de hem Avrupa hem Dünya Kupası’nı aldı. Artık Real Madrid’in başında kazandığı Şampiyonlar Ligi’ni saymayalım.

        İşte bu sıradan kariyer yüzünden onun sıfatı sadece “İspanya Milli Takımı Teknik Direktörü” ​veya “Meneceri.”

        Oysa (UEFA Kupası başım üstüne de) “milli” ​bagajda Şenol Güneş​’in o burun kıvrılmış Dünya Üçüncülüğü bile olmadığı halde, bizdeki sıfat, “Türkiye Futbol Direktörü.” Çünkü “Türkiye Genel Direktörü” ​de öyle buyurmuş!

        “Türkiye Genel Direktörü”; ​bir emirleri var mı’dan paralele, Esad’den Esed’e, darbeden kumpasa, çözümden çıksın iki gözüne, tayin edilmişbaşbakanda bile nasıl hiç yanılmamış, hep başkalarının “suçunu, hatasını, yanlışını, oyununu” ​bulmuşsa…

        “Türkiye Futbol Direktörü” ​de takımını, en azından yarısını suçluyor. Sanki o takımı Del Bosque ​yaptı.

        Böylece bizim tüm direktörler sıfır hatalı; başkaları 9 kusurlu hareketin hepsini birden yapıyor! Çünkü onlar hatasız, hep doğru. Lakin takımlar hain iç düşman dolu. Kendi oyuncusunu yuhalayan, onu İspanya taraftarına emanet eden “seyir”​ciye de böyle seyirlik fazla bile.

        ***

        Direktörlerimizin başarısına, yanılmazlığına, otoritesine, karizmasına elbette sertlik, azarlama, öfke de çok yakışıyor.

        Bakın, direktörlerin kendi alanlarında “başarı kazanmış… müsabaka kazanmış… kupa kazanmış” ​önemli şahsiyetler olduğunu asla inkâr etmiyorum. Nasıl ederim. Ancak netice de şu anda ortada.

        “Dikdirektörler”​in en sevdiği şey “direktif” ​vermek olduğu için; kızmak, öfkelenmek, had bildirmek ​olduğu için…

        Memleketin her köşesinde de “mahalli­bölgesel­tematik direktörler” ​ortaya çıkıyor. “Onur Yürüyüşü”​nü tehdit ve bu tehdide devletin uyum göstermesiyle yasakla(t)ma direktörlüğü…

        “Kimse kimsenin hayat tarzına karışmasın” ​memleketinde, “içki içiyorlar diye saldırma, içeride yakma ile tehdit, sopa, yumruk, Koreli dükkan sahibini de yıldırmak ve Ramazan’da yüksek ahlak gözeterek derin küfür etme direktörlüğü” ​gibi.

        ***

        Oysa hayat da futbol da daha basit, daha neşeli olabilirdi.

        Avrupa Şampiyonası’na katılmak için ille milyonlarca dolarlık hoca ve oyuncular gerekmiyor. Arnavutluk da orada, İzlanda da. Galler, İrlanda, Romanya da.

        Ancak misal, savunmanın göbeğinde oynayan iki “yerli” ​oyuncu bulmak gerekebiliyor; herkesin futbolcu olduğu, en azından 35 milyon erkek oyuncuya sahip bin memlekette.

        Hayat da öyle.

        İlle başkalarının hayatını zehir etmekle uğraşmak gerekmiyor…

        Kendi hayatına da başkasınınkine de değer vermek aslında yetiyor.

        “Dikdirektörler”​in taktik tahtasında sürekli “Kibir, kin, intikam, nefret, öfke, haset, hiddet, şiddet” ​yazan bir takım zaten kendi kendini yiyip bitiriyor!

        Topa vurmayı pek beceremeyen ama bir ötekine tekme tokat, yumruk, sopa vuran, birbirini vuran ve bunu “milli spor” ​addeden birtakım takım işte!

        Diğer Yazılar