Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Cumhurbaşkanı, eski “12 Eylül yasaklısı” Bülent Ersoy (ve diğer davetlileri) yanı başında oturtmuşken, polis “LGBTİ” yürüyüşüne de gazla, plastik mermiyle saldırıyor. Çünkü o da “yasaklı!”

        ***

        Cumhurbaşkanı “iki taraf da hatalı” deyip bir kısmı “saldıran” bir kısmı “saldırılan”lar karşısında “tarafsız” olurken; saldırmak, yakmakla tehdit “hata” sayılırken, Havuz medyası (utanmadan)“Her şey plakçıda içenlerin çocuklu kadına sataşmasıyla başladı” diyerek Cihangir’den Kabataş’a yuvarlanıyor.

        ***

        Cumhurbaşkanı “kendi şehrinin hassasiyetine saygı duymayanların yol açtıkları arbede misafirperverliğe gölge düşürmüştür” derken, “hassasiyet” saldırganlara, “saygısızlık, yol açmak, arbede” gibi problemler saldırılanlara nasip olduğu için, polis de haliyle ikinciler adına protestoda bulunanlara saldırıyor.

        ***

        Misafirperverliğe gölge düşmesi”nin sebebi “Koreli esnafımızın mağduriyeti” iken, Çin’e öfkelenenlerin Uygur aşçıyı, Koreli başka bir misafiri dövdüklerini; “Cumhurbaşkanı’na hakaret suçu” dahi kesinleşmeden öğretim üyesi kovan üniversitede, yılların “yabancı misafir” öğretim üyesinin tavır alıp istifa ettiğini, daha yeni bir “misafir”e de tecavüz edildiğini, Sultanahmet’te, İstiklal’de “misafirler”in de paramparça olduğunu, bir “yabancı misafir” öğretim üyesinin üzerinde broşür var diye “teröre yardım, yataklık”la suçlandığını unutmuş oluyoruz.

        Bir ülkenin tamamı bunun için suçlanmaz” diyebilen “Koreli esnafımız” ise noktayı koyuyor: Bu hata değil, “Bu barbarlık!”

        ***

        Cumhurbaşkanı (katıldığım ifadesiyle), Arda Turan’ı yuhalayanlara ve Terim’e (kızına da) ağır hakaret edenlere “Peki utanmıyor musunuz? Öbür tarafta İspanyol geliyor, sarılıp kucaklayıp teskin etmeye çalışıyor ve siz orada yuhalıyorsunuz. Terim’e yapılanlar da edepsizlik” dediği sırada…

        Kendisinin “O tarihi eser oraya yapılacak” diye Gezi’yi kastetmesiyle, partililerin sahte hesaplarından “Polis bu kez vursun, öldürsün” diye katliam histerisi yayılıyor.

        Ötekilere, karşıtlara” hakaret edilmesi, tehdit yağdırılması, çoluk çocuğuna kadar aşağılanması günlük olağan vaka sayılıyor.

        Öğretim üyesine müsvedde, namaz kılmayana hayvan, üniversiteliye yamyam, önüne gelene “hain, terörist”, “davetiyesiz” sanatçı, yazar, gazeteciye “kıymetsiz”, haber yazana “casus”, çocuksuz kadına “yarım”, çocuğu öldürülmüş analara meydanda “yuh” denmesi normal kabul ediliyor.

        Yıkık şehirlere, kayıp sivillere, “hakaret” diye tutuklananlara, sansüre, baskıya, tehdide maruz kalanlara “İspanyollar” sarılırsa, teskin etmeye kalkarsa, “İspanyollar” işimize ne karışıyor!

        ***

        Cumhurbaşkanı, “Sanatçının muhalifliği ve aykırılığı sanatıyla ilgilidir. Mensubu olduğu milleti küçümseyen, vatandaşı olduğu ülkeyi hakir görenler…” dediği sırada…

        Eseri, tarzı, yazısı, kitabı, sözü aykırı” görüldüğü için, bir gazeteyle dayanışma gösterdiler diye baskıya, sansüre, işten atılmaya, hapse maruz kalanların da...

        Millet” sanki sadece iktidara oy verenlerden ibaretmiş gibi, düşüncesi, etnisitesi, ideolojisi, mezhebi farklı diye “milletin diğer fertleri” olarak her gün iktidar çatıları, saçakları, eteklerinden “küçümseme, aşağılama, hakir görme” saldırısına uğrayanların da kulağı çınlıyor.

        Lafta değil, her gün fiilen küçümsenen, aşağılanan, hakir görülen ama “sözde övülen” binlerce “millet evladı” asker, “ölümden beter” dedikleri baskı, hakaret, eziyete maruz kalıyor…

        Milletin işçi milleti” katliamlarda, seri cinayetlerde yok oluyor; “katledilen tarım işçileri konvoyu”na üç paraya köle Suriyeli “misafirler” de katılıyor. “Misafirperverliğimiz” yara almadan kurtulurken, onlar ölüyor!

        ***

        Pekiyi, bu kadar hassas ruhlarımız, sanatçı duygularımız, “aykırılıklar”a saygımız var da…

        Neden her yanı kin, nefret, öfke, hiddet, şiddet, tamah, intikam, had bildirme, tehdit, baskı, otoriterlik, “kayyım kültürü”, fitne, fesat, yalan, hakaret, linç histerisi sarmış durumda.

        Bu cüret, bu nefret her gün yeniden, nereden besleniyor?

        Bir yarının öteki yarılara, yarımlara her gün yeniden nefret duyarak “konsolide” edilmesi, tahkim edilmesi, katılaştırılması, bu sayede çözülmesinin önlenmesi tesadüfen mi gerçekleşiyor?

        ***

        Özgün Gündem Gazetesi’yle dayanışmaya katıldılar” diye, “aykırı davrandılar” diye Şebnem Korur Fincancı’nın, Ahmet (Aziz) Nesin’in, Erol Önderoğlu’nun bileklerine takılmış kelepçelere “demokratik hukuk devleti” diye hitap ediliyor…

        2016 yılı ortasında, “milletin en azından bir kısmına inat” bir inşaata “tarihi eser” deniyor ya…

        Tarih hakikaten çok başka türlü yazacak olmalı!

        ***

        Tarih dersi”ni ise, eski (merhum) bir cumhurbaşkanı zamanı “bir şarkı yüzünden hapis yatmış” Bülent Ersoy’dan dinleyelim:

        Sandalyede oturup ayağa kalkmadan şarkı söyleyeceksin. Otursam ne oluyor? Ben yine Bülent Ersoy’um. Bana eziyet ettiği o 8 seneden sonra iade-i itibarımı elde ettim. Bu diktatörlük değil de nedir? Allah onu affeder mi? İtibarı elinden alındı. Deseniz ki, bir kul olarak hakkını helal ediyor musun? Hiç düşünmeden, asla, asla hakkımı helal etmiyorum!”

        Onları da kelepçelesen ne oluyor?

        Onlar yine Şebnem Korur Fincancı, yine Ahmet Nesin, yine Erol Önderoğlu!

        Diğer Yazılar