Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bu başlığı en son “Mısır darbesi” için atmıştım.

        Kısmet bir de bugüneymiş!

        İktidar ve TSK yahut “bir kısım darbeci TSK” Türkiye’yi bir iç savaşın eşiğine getirdi. Yok, diyebilirsiniz ki, zaten “bitmeyen bir iç savaş” var.

        Öyledir. Hem din, hem etnisite, hem demokrasi-cumhuriyet ekseninde yıllardır süren, darbelerle doruğa ulaşan, 30 yılda 40 bin ölüyle yayılan, bir yenisi “paralel” denen her şey ile ortaya konan iç savaşlarımız zaten var.

        Darbeler, darbe girişimleri, darbe tasavvurları bunların şahikaları. Bu da öyle.

        İktidarın darbelerle ilginç serüveni ise, 28 Şubat sonrasında doğup 2002’den sonra bir dizi darbe hevesiyle yüzyüze kalıp “darbeciler” yargıladıktan sonra, onları serbest bırakıp “darbecileri içeri atan darbeciler”i kumpasçı, önceki “darbeciler”i de kumpas kurbanı saymasında.

        Ama lafı uzatmadan söyleyeyim:

        Darbe, darbedir. Darbeci, darbecidir.

        İktidar ne kadar anti-demokratik olursa olsun, darbe anti-demokratikliğin, demokrasi karşıtlığının daniskasıdır!

        İsten emir-komuta zincirinde olsun, ister zincirlerinden boşalmış olsun!

        O yüzden…

        12 Eylül, 28 Şubat, 27 Nisan’da da aynı tavrı alan…

        Ayrıca iktidara Evet demeyen biri olarak…

        Darbeye tüm kalbimle, tüm aklımla Hayır diyorum.

        Bir daha söyleyeyim:

        Darbeye Hayır!

        Darbeye Hayır!

        Her türlü darbeye, her türlü hukuksuzluğa, her türlü dayatmaya, her türlü baskıya, her türlü kuşatmaya, her türlü otoriterliğe hayır!

        Bir kez daha, Darbeye Hayır!

        Bugüne kadar darbeler Meclis’i kapatmıştı ama bu darbeciler bir de onu bombaladı.

        Öyle de böyle de DARBEYE HAYIR!

        ÖNCE FATMA ANNE'Yİ ÖLDÜRDÜ, SONRA DİĞERLERİNİ!

        7 çocuğu varmış

        Oğlu Hamza, “Harika bir insan, çok iyi bir anneydi. Başı örtülüydü. İnançlı bir Müslüman’dı. Ama bunlarınki gibi değil, hakiki inanç” diyordu, annesine son kez baktıktan sonra.

        Kocası Ahmed de, “Önce ona çarptı. Kaldırımdaydı. Ben otomobilimizi hazırlamak için yola inmiştim” diyordu.

        ***

        Fas asıllı “Fatima Şarrihi”, Nice Katliamı’nda (şu an için) katil kamyonun ilk kurbanı olarak kayıtlara geçti.

        85’in, belki 90’ın, belki de 100’ün ilki.

        Onun o an orada bulunuşunun, bu “rastlantı”nın kimimizin inançlarına yahut felsefesine göre “daha başka bir manası” varsa, budur:

        Etnik ve dini kimliği, vatandaşlığı, bir anne oluşu, 7 çocuk, derin masumiyet!

        ***

        Meselemiz, 2 kilometre boyunca, orada o anda o kaldırımda bulunan her dinden, her milletten, her ideolojiden kadınların, erkeklerin ve hele hele çocukların, bebek arabalarındaki miniklerin “hak ettiklerini, müstahak olduklarını” söyleyebilenlerin bunu tarih yorumu, bunu “anti-emperyalizm”, bunu “inanç”, bunu “Müslümanlık”, bunu hala “insanlık” sayması.

        Şu anda Irak’ta, Suriye’de, Pakistan’da, Afganistan’da ve burada içimizde bile, “Müslümanlar en çok Müslümanları katlederken” dahi, bunun “gâvurların hak ettiği bir ceza” olduğunu kusabilmesi!

        Çok mu zor aklınla, vicdanınla, inancınla bir insan olmak…

        Kalbini, muhakemeni Irak’ta, Suriye’de, Afganistan’da, emperyalizm ve sömürgecilik katliamlarında öldürülenlere de, Endonezya’da bir gecede CIA güdümündeki Müslümanların katlettiği 1 milyon insana da, Gazze’de, Batı Şeria’da katledilenlere de, soykırımlarda yok edilenlere de, Paris’te, Nice’te, Suruç’ta, Brüksel’de, Ankara’da, Sultanahmet’te, Havalimanı’nda, Sivas’ta, Başbağlar’da, Cizre’de, Dakka’da, Beyrut’ta katledilenlere de koşturmak, çok mu zor!

        Çok mu zor yahu; bir yandan “İslam’da bu yoktur” deyip bir yandan bin türlü şirk koşarak “Ölüm fetvaları” vermeden, “Katliam meşrulaştırması”na yapışmadan durabilmek!

        Tüm masumlarla, tüm mazlumlarla, tüm mağdurlarla birlikte nefes alıp verebilmek, çok mu zor!

        ***

        Nice Katliamı’nda daha ilk andan, sadece hastanelerde 50 çocuğun bulunduğu söyleniyordu.

        Kim bilir kaç çocuk da orada o anda can verdi; oyuncaklarını, oyuncak bebeklerini geride bırakarak.

        “Promenade des Anglais” adını aldığı “İngilizlerin Gezinti Yeri” değil elbette; orada çoluk çocuk her milletten, her milliyetten, bu arada “Fransa vatandaşı” olup her inançtan, her kökenden insan, çocukları, bebek arabaları ile dolaşır(dı).

        Fransız-turist, zengin-yoksul, yerli-göçmen ama özellikle de, güzel bir Akdeniz kentinde, restoranlar, büfeler ve betonla işgal edilmemiş, sahili, denizi, çakılı, kumu, kaldırımı, bank ve koltukları, gölgelikleri herkese açık bir “ortak yaşam”ı bedelsiz olarak içlerine, ruhlarına, belki yorgun, kırgın, yoksul bedenlerine, evlatlarının hayatına nefes nefes çeken “mütevazı” insanlar.

        Fatma Anne gibi Fas kökenli, Müslüman, 7 çocuk sahibi kadınlar da mesela.

        Siz de olabilirdiniz, sizin anneniz de, sizin evladınız, bebeğiniz de.

        Oluyor, ölüyor zaten; ama bir kısmımız onları bir daha öldürüyor!

        Diğer Yazılar