Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Aynı anda Rusya’ya Halep’i, ABD’ye Musul’u bombalatmak tarihin her dilimine nasip olmazdı.

        Sayemiz”de oldu!

        Sayemiz”; Türkiye’nin de “çok önemli aktör” diye bazen başrolde sanıldığı, bazen kenarda beklediği, bekletildiği İslam Alemi!

        ***

        1990’a gelindiğinde, İsrail devletinin büyük bir hayali ve gerçekçi olduğundan da hayalden ziyade hedefi vardı:

        Irak ve Suriye’de rejim değişiklikleri. Mümkünse parçalanmaları.

        İran’da (yeniden) rejim değişikliği!

        Nihayetinde, Şam ve Bağdat’ın önce Sovyetler, sonra Rusya yakınlıklarını da rahatsız edici bulan ABD devletinin de resmi politikası olmuştu.

        Irak’ın Kuveyt saldırısı, 1. Körfez Savaşı, Irak’a ambargo sürecinde, Türkiye resmen askeri rol oynayamasa da “koalisyon ortağı” olarak ABD politikasına yapıştı.

        90’lar, özellikle “28 Şubat darbeci müdahalesi” ile İsrail’in (ABD destekli) bu “üç tehdit” politikasının Türkiye’nin de “resmi bilinçaltı”nı işgal etmesini sağladı.

        Üç devletin “nükleer, biyolojik, kimyasal kitle imha silahları tehdidi” ile füzeleri müzelerinin Konya’yı mı, Ankara’yı mı vuracağı, İstanbul’a kadar menzilleri olup olmadığı devrin medyasında ve Genelkurmay’ında ciddi ciddi harita halinde asılıp yazılıp çiziliyordu!

        Hoş, ABD’de “füzelerin Amerika’yı da vurabileceği”ni söyleyen bile vardı!

        ***

        Önemli olan bu “üç tehdit”in sadece “İslam Alemi dışından”, yani “Filistin’i katlettiği için sözde en büyük düşman sayılan” İsrail ile ABD’den değil, esas S. Arabistan’dan kaynaklanması ve şekillendirilmesiydi.

        İsrail “kendi güvenliği” için, iki “seküler, Baasçı dikta” rejimi ile bir “İslam devrimi” rejiminin imhasını istiyordu ama S. Arabistan daha da histerikti o konuda.

        İsrail’inki rejimden ziyade askeri güvenlik meselesi iken, S. Arabistan’ınki kökten bir güvenlik ve mezhep sorunuydu.

        Suriye, Sünni nüfus ağırlığına rağmen Şii yönetimine, Irak Sünni yönetiminde olsa da Şii çoğunluğa sahipti, Sünni diktatörü ise S. Arabistan için tehditti; Şii İran ise bir de “Şah deviren (İslami) halk devrimi”ni temsil ediyordu.

        ***

        Sonrasında Ortadoğu’yu kabaca şekillendiren bu İsrail-S. Arabistan (ve ABD) hattı. Son zamanlarda S. Arabistan (ve Türkiye ve Katar ve diğerleri) o kadar öne çıktı ki, İsrail’in fazla zahmete girmesine bile gerek kalmadı.

        Elbette tarih sadece karargâhlarda, devlet katlarında yazılmaz; halklar her şekilde, tüm kimlikleriyle, kinleriyle, öfkeleri, nefretleri, hayalleriyle de devreye girer.

        Ortadoğu halkları, etnik ve mezhepsel kimlik ve nefretleriyle, korkularıyla, kadim mazlumlukları yanında büyük zalimler çıkaran topraklarıyla, bir ötekine acı ve ölüm kusan sürecin içinde sürüklendiler.

        ***

        Sıfır sorunlu komşumuz” ne kelime, “dünya ahret kankamız” diye ilan edilmiş Suriye rejiminin (o gün de diktatör diktatördü) yıkılması için birden duyduğumuz heyecanın kaynağında, sadece bizim “insani hassasiyetlerimiz” değil…

        İsrail, bilhassa S. Arabistan (ve diğer Körfez ağaları) ile ABD’nin (ve İngiltere’nin) sürekli birbiriyle çelişen, her hamlesinde yeni bir kaosu ve kanlı süreci yaratan müdahalelerine ilişmiş olmamız da yatıyor.

        Musul Konsolosluğu’nu Işid’e elden, çatışmasız, rehine vererek, o rehineleri “ilişkiler”le alarak teslim eden Türkiye, şimdi “Musul’un kurtarılması operasyonu”nu izliyor. Ne o, Başika’da eğittiğimiz “Ninova gücü” de harekattaymış!

        Halep’in rejim katliamlarından muhalif katliamlarına geçiş sürecini desteklemiş ABD (ve Türkiye) şimdi Halep’i almak için rejim ve Rusya’nın yine sivil de katletmesini izlemek zorunda!

        ***

        Olan bitenin zaferle, kararlılıkla, insani hassasiyet ve askeri başarıyla ilgisi yok.

        Olan bitenin tamamı esasında utançtır!

        Aynı anda “İslam Alemi’nin Halep’i”ni bombalayan Rusya ile “İslam Alemi’nin Musul’u”nu bombalayan ABD!

        Siyasetçiler, harekatçılar, bunların ideologları ve medya borazanları bize hep “son durum”un meşruiyetini ve zorunluluğunu anlatır.

        Oysa ortada şimdi önlenmek istendiği söylenen bir kan, pislik ve çamur deryası varsa…

        Saçan da mıçan da büyük ölçüde onlar!

        Dün doğru dedikleri yanlışlara karşı bugün yeni yanlışlarla doğrular peşinde olanlar.

        En ağırı da şu:

        İslam Alemi’nin Kâbesi”ni korumakla mükellef despotik, kirli, kanlı bir hanedanlık, bir petrol ve zift sarayı; halklardan, Arap Baharı’ndan, devrimden, öteki mezheplerden, insanların adalet ve eşitlik hayallerinden, demokrasinin D’sinden bile aşırı korktuğu için, yıllardır “Zalimliğin kıblesi” rolünü de üstlenmiş…

        Bizi çok yaralamış Mısır darbesinin dahi patronu olduğu halde, iktidarımız ona sarılıp duruyor ya… Günah!

        Diğer Yazılar