Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Anne baba olarak bazen idrak edemediğimiz şeyi, kendi evlatlarımız üzerine titrerken başka evlatlar üzerinde tepinecek kadar kaybedebildiğimiz hissi, belki birileri daha iyi biliyor olabilir.

        Yüzlerce yüzlerce “bebek”in, yüzlerce yüzlerce “evlat”ın doğumunu gerçekleştirmiş, muhtemelen hepsinin minicik, ıslak, henüz annelerine bağlı bedenlerini ilk tutmuş bir insan mesela.

        Onlar belki bebekleri, çocukları, evlatları, gençleri ayırmamayı daha iyi biliyor, bunu hakikaten hissediyor olabilir.

        Profesör Selçuk Erez’i ben oradan da bilirim.

        Kendisinin de çocukları var ama yüzlerce, belki binlerce çocuğun “dışarıdaki” hayatla buluşmasında ilk tanık, “ilk insan” olmuş birinin dünyasında herhalde çok çok çocuk vardır.

        ***

        80 yaşında hala hayat, doğum, hastalıklar önünde bir “doktor” olarak, bir “hoca” olarak ayakta duran, bu arada Tabip Odası Başkanlığı sorumluluğunu üstlenmiş, okumayı, yazmayı, düşünmeyi, ifade etmeyi hiç bırakmamış birisinden söz ediyoruz.

        Sağlık Bakanlığı’nın suçlamasına göre, “Barış” isteyince “Türkiye’nin toprak bütünlüğü ve milli birliği ile ilgili kaygı duymadığı… terör örgütü için kaygı duyduğu” iddia edilen birisi.

        Üstelik onca yıl cumhuriyetçi-ulusalcı “kaygılar”ı ile de bilinen, bir kısmında aynı fikirde olmasak dahi, ülkesindeki çok şey için, bu arada çocuklar, gençler, evlatlar için kaygı duyabilmeyi herhalde birçoğumuzdan daha iyi bilen, bunu yaşayabilen birisi.

        ***

        Dünyada “barış” kavramının atfedildiği ay olan Eylül’de, bir miting öncesi, Tabip Odası Başkanı olarak, “İnsan olmanın gereği savaşlara karşı durmaktır. Kürt sorununun barış ve müzakere yoluyla çözülmesi gerekir. Ölüm, kan ve gözyaşı dışında bir süreç için savaş-şiddet odaklı politikaların terk edilmesini, barış ve demokratik yollarla çözüm için gerekli adımların atılmasını istiyoruz” demiş.

        Suç, daha doğrusu suçlama bu!

        ***

        Siz bu sözlerin benzerlerini, bazen daha da ötesini, çok daha fazlasını, hiç değilse 7 Haziran 2015’e kadar iktidardan, bakanlardan, Başbakan’dan, Cumhurbaşkanı’ndan ve onlara yakın gazetecilerden, yazarlardan duymadınız mı?

        Oslo, İmralı görüşmeleri, Dolmabahçe, “Analar ağlamasın” arzuları, “baldıran zehri içeriz de” beyanları, “bir daha dönüş yok” vaatleri, “muhalefet evlatların cenazeleri gelsin de istismar edelim istiyor” suçlamaları, “savaşın değil barışın esas olduğu” tespitleri, “barışın elbette savaştığınız birileriyle yapılacağı, bu yüzden adına barış dendiği” tezleri…

        Bunları unuttunuz mu?

        Bakanlıklar, savcılıklar şimdi, yıllarca iktidarın da paylaştığı, öncü göründüğü “her türlü şey”i hainlik, terörizme yardım ve yataklık, terör örgütü propagandası vesaire sayarken hakikaten vicdani ve hukuku bir huzura sahipler mi?

        Şimdi “Fetöcü” denen kimi savcı, “Oslo ve İmralı görüşmeleri” gerekçesiyle de MİT Müsteşarı’nın üzerine geldiğinde, bunu “Çözüm ve barışa darbe, daha ötesi hükümete karşı darbe girişimi” sayan Seda Sayan mıydı? KCK davaları dahi öyle görülmedi mi?

        ***

        Hepimiz bu ülkeyi seviyoruz. Burada nefes aldık, sevdik sevildik sevindik ve hayatımız sadece kendi hayatlarımız için değil, ülke için, bu ülkedeki insanlar için de… Sadece kendi çocuklarımız için değil, başka evlatlar için de kaygılanmakla geçiyorsa daha çok insan olduk.

        Millet olmak” sadece nefretle tanımlanabilecek bir şey olsaydı, zaten ortada kalmazdı.

        Millet olmak” belki daha ziyade, bir ötekisi için de; ırkı, etnisitesi, dili, dini, mezhebi, inancı ne olursa olsun veya ne olmazsa olmasın, yine kaygılanabilmektir!

        Tamam, “millet”ten ziyade “insan” olmanın tarifi gibi duruyor ama…

        Millet” neden ille de kimilerinin sandığı gibi insanca olabilmeyi dışlasın?

        Neden “barış” istemeyi, çözüm istemeyi, evlatların ölmemesini, anaların ağlamamasını istemeyi dışlasın?

        Sahi, yıllarca “Analar ağlamasın” denirken, “tüm analar, tüm evlatlar” kastedilmemiş, hepsi için “kaygı” ifade edilmemiş miydi?

        Prof. Erez’in kaygıları bunlardan daha mı “kaygı!”

        Esasen, Sağlık Bakanlığı da bir düşünsün, bize bir de Akıl Sağlığı Bakanlığı ile Vicdan Sağlığı Bakanlığı gerekiyor.

        Mahkeme kadar muhakeme gerekiyor.

        Hafızlar kadar hafıza gerekiyor.

        İnsaf, izan, tefekkür, tahayyül gerekiyor.

        Hepsi elimize doğmuş gibi, hepsinin minicik eli güvenmek üzere işaret parmağımızı kavramış gibi, tüm evlatlar için kaygılanabilecek yürek ve bunu hep ısrarla savunacak yüreklilik gerekiyor!

        Diğer Yazılar