Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Önceki akşam, karşımda küçük kızım, gözümde Gizem.

        Bir “görüntü şöhreti” olarak hemen şirin şirin sevip sonra tükettiğimiz çocuğun hayatı ne çabucak tükendi.

        Gizem’in yoksulluğuyla şöhret olup yoksulluğuyla şofben gazında yok olduğu bir ülkede esasında akıl durur azıcık.

        O çokbilmiş, sonsuz ömrü varmış gibi ihtirası taşmış, haset ve fesatla içi kurumuş aklımız azıcık durur.

        Gazete tepesinden insanları aşağılama hakkı gören yüzsüzlüklerimiz de, can yakmayı marifet sayan densizliklerimiz de az bir durur.

        Bir baba, bir anne hiç değilse, evladının gözlerinin içine bakıp da “Nedir lan bu çocukların üstüne yıktıklarımız” diye bir durur.

        ***

        Küçük bir çocuğun (daha) çamurların içine bata bata ayağındaki derme çatma ayakkabıyla, öylece yürüyüp bir huzura, bir ufka, bir mutluluğa gidemediğine tanık olduk yine.

        İstanbul’un orta yerinde, harç yatıramadığı için sürgün edildiği uzak okul yolunda, büyüklerin bin bir ihmal tuzağı yüzünden dereye düşüp donan çocuğumuz da vardı.

        Van’da, devletin onca gözetiminde, bir naylon altında üşüye üşüye yahut bir çadırda yana yana yolda düşen çocuğumuz da vardı.

        Gizem’in farkı, yoksulluğu değil, bir süreliğine şöhretiydi.

        Arkadaşlarına hayatı, okulu, dersi, uslu durmayı sevdirmek için kendi yoksul direncini tatlı tatlı anlatırken kameraya girmesi, o zaviyeden hepimize sempati, merhamet, kahkaha, gözyaşı olarak biraz olsun değmesiydi.

        ***

        Milyonlarca insan Gizem’i yoksulluğunu anlatırken tanıdı.

        Milyonlarca insanız; tanıdığımız bir çocuğu dahi yoksulluğun gazında boğduk.

        Ana baba ihmali vardır, şudur budur; geçiniz.

        Burası, yoksul çocuğu askerde ölüme yollayıp borcu var diye sıvasız hanesinin elektriğini kesen, anca “resmen şehit” olunca ikiyüzlü bir tören edasıyla koşturup cereyan veren bir cumhuriyet!

        Burası, bir çocuğun 12 yaşındaki bedenindeki 13 merminin hesabını soramamış bir demokrasi!

        Burası, 13 yaşında bir kıza 26 herifin tecavüzünü “rızası vardı” diye hepimizin alnına leke yapan bir hukuk devleti!

        ***

        Gizem, büyük bir şovun, röntgenci bir ahalinin, tüketen medya ortamının orta yerine bir dizi kahramanı gibi düştü…

        Ve oradan da, bir masal kahramanı gibi, küçücük elleriyle tutunamadığı, çelimsiz bedeniyle dahi ağır geldiği, minicik ciğerlerini havayla dolduramadığı bir hayatın kenarından uçtu.

        Kendimizi kandıralım ki, çocuklar cennete gider!

        Belki de öyledir…

        Belki de, onlara dayatılan bir cehennemden kaçıyordur çocuklar!

        Oyak, kıyak, dayak!

        Bu meseleler giderek daha çok kişi tarafından anlaşılacak.

        Piyasada OYAK, hiyerarşide kıyak ve asta dayak”ın esasında aynı ideolojik yapılanmanın parçası olduğu anlaşılacak.

        OYAK’ın hem piyasada, hem bünyesinde bir imtiyaz kurumu olması ile bir “disko”da erin dayaktan ölmesi, oda hapsinde onca yıllık askerin haysiyetinin ezilmesi hep aynı hikaye.

        Radikal’de Mustafa Gökkılıç’ın haberiydi.

        General Koşaner Milli Savunma Müsteşarı olduğu sırada, 2003 değeriyle, Milli Savunma’nın 18 milyon liralık arazisi, Maliye’ye haber vermeden OYAK’a devredilmiş.

        Paşaların bir yandan seminer oyunları ile geleneksel darbe şenlikleri yaptığı, kara listeler hazırladığı dönem.

        Hatırlayın, Koşaner’in Genelkurmay başkanlığı sırası yasadışı telefon kaydını. Uzun uzun “OYAK kollamak”tan bahsediyordu, en üst makam!

        Sivil piyasa ve kollamacılığın, sivil dünyalık ihtirasının üniformalı imtiyaz suretidir bu tablo.

        Cumhuriyetçi yıldızlarını kazıyınca göreceğiniz, kiminin demokrat yaldızını kazıyınca göreceğinizle aynıdır!

        Tokat!

        Bir kısım ahali, Tokat’ta bir inşaatta çalışan işçilere, “Kürtleri burada istemiyoruz” diye saldırdı.

        Elbet tüm Tokatlılar değil ama Tokat’ta birileri!

        Devlet birlik ve bütünlüğü yanlış anladığı için, bir kısım ahalinin de doğru anlaması mümkün olmuyor.

        Bölme işleminin bir türü de bu: Terk et; istemiyoruz; defol!

        Bölerken parçalama işleminin şekli bu: Linç!

        İnsanına nefret duyarak vatan sevmek… İnsanı ayırarak birlik, beraberlik ve bütünlükten bahsetmek.

        Bu topraklar birimize değil, hepimize; hatta biz hepimize değil, tarihimize; hatta sadece kendi tarihimize değil, insanlık tarihine de ait.

        Ama esas şu:

        Türklere ve Kürtleri öteki diye hedef yapan Norveçli Nazi’ye…

        Türkleri ve Kürtleri “yabancı” diye öldüren Alman ırkçıya ne diyeceğiz; burada susuyor yahut onaylıyorsak!

        Avrupa’da insan hakları kovalayıp memlekette insan kovalamak müthiş bir deneyim olmalı!

        Diğer Yazılar