Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Her perdenin bir arkası var ya…

        Dipsiz Kuyu’da insanlar kendi asıl halleriyle de dolaşır ya…

        Size Pınarbaşı’ndan bir hikaye anlatayım.

        Yüksekova’da bitsin.

        Daha doğrusu, bitmiyor; Türkiye’nin iki yüzü halinde, İsmailler’in Özgürler’in kanıyla besleniyor.

        O yüzden…

        Hükümet, ana muhalefet, muhalefet…

        Memlekete yapabileceğiniz en büyük hayır kanı durdurmak.

        ***

        Kayseri Pınarbaşı’nda Emniyet’e patlayıcı yüklü kamyonlu saldırıda bir polis ve araçtaki iki kişi ölmüştü.

        Bir de İsmail Sakın ağır yaralandı.

        Kalp masajıyla hayatta tutmaya çalıştılar.

        Sonra onun “iç parçalayan” hikayesi çıkıverdi.

        87 doğumluydu. İki yaşındayken babasını kaybetmişti.

        Dört yaşında annesi başkasıyla evlenip terk etti.

        İsmail’i Kayseri’de çocuk yuvasına yerleştirdiler.

        18’ine kadar yurtta kaldı; fırınlarda çalışıp harçlık çıkardı; oradayken endüstri meslek lisesini bitirdi.

        Evlendi, askere gitti, döndü, Emniyet’te işe girdi, ağır yaralandı böyle.

        Bir bebeği, bir de o sıra 3 aylık hamileydi eşi.

        ***

        Şimdi benzer çalışma şartlarındaki arkadaşları anlatsınlar bize; bu hikayelerin görünmeyen, pek dile gelmeyen, devletin o şefkatli yüzünün ardındaki ikinci yüzü:

        Umur Bey; devlet görmese de, terör gördü bizi.

        İsmail de, özlük haklarımızdaki uçurumlara rağmen, teknisyen yardımcısı olarak, polislerle aynı ortamda çalışıyordu.

        Ve başına bu gelene kadar, hepimiz gibi, Emniyet’te yok sayılıyordu.

        Emniyet’te 6 bin kadar, teknisyen sıfatıyla sivil memur mevcut. Çoğumuz meslek lisesi ve kimimiz üniversite, yüksek okul mezunu.

        Bu teşkilata KPSS ile girmiş olmamıza rağmen, mobilya, dekorasyon, tesisat, elektrik gibi işlerimiz yerine; birçoğumuz çaycılık, garsonluk, temizlik, odacılık, bariyer yükleme-indirme, bahçıvanlık, oto yıkamacılığı, polis evlerinde garsonluk, kat görevlisi gibi işlerde çalıştırılıyoruz.

        Devlet memuru, lokalde okey oynayanlara çaycılık yapıyor!

        8 yıldır yükselme sınavı bile açılmıyor. Mesai mefhumu olmadan, gece yarılarına kadar çay ocaklarında bekliyoruz.

        Ayrımcılığa maruzuz.

        Mesai saati istismarı istemiyoruz. Yükselme, tayin hakkı istiyoruz. Sendika istiyoruz.

        İşte İsmail de bizden biriydi.”

        ***

        Tabii hikayenin bu kısmını hiçbir devlet büyüğü anlatmadı.

        Anlatmadı, anladığı da şüpheli zaten.

        Bu piramit, alttakinin canı çıksın hiyerarşisi, rütbe, üniforma-makam-araç saltanat ve aristokrasisi; ordudan Emniyet’e, cumhuriyetçi demokratik sosyal bir hukuk devletine epey münasip olmalı!

        ***

        Hikaye Yüksekova’da da şöyle sürdü.

        Bir polisi öldüren, hal kağıdını gördüğünüz İsmail’i ağır yaralayan ve kendi de ölenlerden Cengiz Özek’in cenazesinde, 17 yaşındaki Özgür Taşar da öldürüldü.

        Oradakiler dedi ki, polis öldürdü…

        Polisler dedi ki, teröristler öldürdü!

        ***

        Bu hikaye, kadim kökleri bir yana; İsmail, Yozgat Fakıbeyli köyünde doğduğunda çoktan başlamıştı.

        O güne kadar 282’si PKK’lı, 176’sı sivil, 131’i asker, 3’ü polis; bilanço 592 kişiydi… İsmail yetiştirme yurdundan çıkıp işe girdiğinde, evlenip çoluk çocuğa karıştığında ve özlük hakları zaten yaralıyken bir de ağır yaralandığında…

        50 bin olmuş, 50 bin ölmüştü!

        Babası askerde hastalanıp öldüğünde, İsmail yuvaya konduğunda “bitecek, bitecek” diyen de vardı. O sıra Özgür henüz doğmamıştı.

        Özgür de doğdu, Özgür de öldü!

        Oy-hak!

        Umur Bey; biz sözleşmeli astsubaylar son astsubay hak arama eyleminden de uzak durduğumuz halde, fatura bize kesildi.

        Hava Kuvvetleri, daha 10 yılımızı doldurup OYAK’taki haklarımızı alma hakkı kazanamadan, 9 yılda bizi işten çıkardı.

        Bizi zayıf halka buldular. Ve komutanın iki dudağı arasında atılıyoruz.

        Bir ay sonra, Allah nasip ederse, bir oğlum olacak ve işsizliğime doğacak.

        Ne söylenirse gıkımızı çıkarmadan yerine getiriyorduk; sonuç bu oldu!

        Diğer Yazılar