Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Gelmişiz, bir 7 Ağustos’ta toplaşmışız.

        Nehir ve Nebil Özgentürk’ün minik oğullarının henüz 1’inci yaş günüydü.

        Benim de! Artık “yaş”tan ziyade “yaşlanma” günüm.

        Küçük kızımın da doğum günüydü; Çiğdem’den üç yıl sonra o da doğunca hayatımı epey değiştirme ilhamı vermiş Yonca’nın 18’i.

        Bugün de Mustafa Balbay’ın doğum günüymüş.

        Hapislik biter elbet; en güzel hediyeyi eşinin, evladının yüreğinden almıştır.

        ***

        Dün yine bayrağa sarılı tabutlar kalkıyordu dağın bir yakasında…

        Dün yine, bulunabilirse, gizlice cenazeler alınıyordu dağın öteki yakasında.

        Sonra, 13 yaşında bir Veysi, ne doğum günü abisi, mazot kaçakçısı diye mermileri yiyivermiş,. 12 yaşındaki Uğur’un yanına düşüvermişti.

        18’inde Fuat, ne doğum günü amcası, havan topu mermisi ellemiş, paramparça uçmuştu.

        18’inde, 20’lerinde çocuklar uzun tutukluluklara, tuhaf delillerle uzun mapuslara mahkum olmuştu.

        ***

        Bizim kuşak doğum günlerinden ziyade ölüm günleriyle yürümüş ve düşmüştü.

        Ezberimizde, kalbimizde hep “kayıplarımız”ın ölüm günleri.

        Bunlara “ayıplarımız”ın bugününü, her gün katledilen, kaybedilen evlatları, kardeşleri, babaları, anaları ekledik hep birlik.

        6ıncı yaşımı doldurmadan babamı kaybetmiştim.

        O yüzden çocukluk doğum günlerime hep sürüp giden o matem karışmıştı.

        Sanki kuşak kuşak köşe bucak, bayramlara değil, matemlere yazılmıştık.

        O yüzden, anlamaya çalışıyorum şimdi:

        Minicik bebekleri, küçücük çocukları… kayıplarla, acılarla kuşattığımız ruhlarına özlemler ile kabuklar bağlattığımız evlatları…

        Bu yaşımda muhtemelen artık tam anlayamıyorum.

        Yaşadığımız için şükrümüz, yaşadığımız nice şey için minnetimiz var ama; uzun ömürler yerine erken kefenler biçmiş cinnetimiz de var.

        Sorsan, afralı tafralı, çokbilmiş ve pek yerinde görünüyor ama, çoktan kaçırmışız aklımızı.

        ***

        Rakamdan ibaret sanki insan; önümüze atıyorlar:

        Altı asker, iki korucu…

        Saldıranlardan etkisiz hale getirilen 12 kişi…

        Bakan, Başbakan açıklıyor:

        Şemdinli operasyonlarında etkisiz hale getirilen terörist sayısı 115!

        Ben bunu da bilmiyorum:

        Kaç asker öldürünce “Kürt sorunu” çözüme yaklaşır?

        Kaç kişi etkisiz hale getirilince “terör sorunu” bitmek üzere olur?

        Yani bu sayılar az mıdır, çok mudur?

        Hedefe varmak mıdır, menzilden daha daha uzakta kalmak mıdır?

        Bilmiyorum…

        Kaç kişidir bunun nihayeti…

        Belli ki…

        50 bin yetmedi!

        ***

        TOKİ stat yapıyor, her köşeye toplu konut yığıyor ama laga luga; bir karakol inşa edemiyor.

        Kaçırılma korkusuyla işçiler gitmiyormuş!

        Sanırsın ki işçilerin bir eli yağda, bir eli balda.

        Ne hastane damından düşüyorlar, ne AVM şantiyesinde yanıyorlar, ne kamyon kasasından yola saçılıyorlar, ne naylon çadırlarda boğuluyorlar, ne atölyede kül oluyor, madende göçüyor, tersanede denize gömülüyorlar.

        Güneydoğu’nun aç çocukları sanki fındıktı, pamuktu, inşaattı, TOKİ’ydi yollara koyulmuyor, sanki bazen dokuz köyden kovulmuyor, sık sık yol üstünde can vermiyor.

        Samsun’a toplu konut yap; bodrum selinde boğulsun en alttaki “kapıcı” çocukları.

        Boğulmasın, uyusun, büyüsün, ucuz emek olsun, ucuz yemek olsun, bedava asker olsun, sıvasız hanelerden dermansız karakollara gidip şehit olsunlar.

        Ölüsünü bayrağa sar; kaçırılmışsa adını bile unut!

        Sağ kalmışsa, haddini bilsin, sınıfını bilsin.

        ***

        Canım Yonca, canım Çiğdem, canım Arın…

        Bizler de sözde kendi uçağını kendin yap kuşağı idik…

        Özde kendi kuşağını kendin hallet kan gölünde büyüdük.

        Göl yetmezmiş… Bize bir kan denizi de verdiler.

        Kan çanağı gözlerimiz, kanayan damarlarımız.

        Size ne diyebiliriz:

        Uzun ömürler, dilesek…

        Evet ama, yetmez!

        Çünkü kâfi uzun ama safi hüzün ömür de var.

        Mutluluk dilesek…

        Yani çok yaşayın çok yaşatın; mutlu olun mutlu edin desek…

        Öyle bir ülkeniz olsun diye dualar etsek…

        Muhtemelen Kaf Dağı’nın ardında gibi gelecek.

        Belki o kadar arkasında değildir, daha iyi günlere dair umut.

        Tamam, hemen burasında da değil belli ki.

        Ama ortasında bir yerde…

        De ki tam zirvesinde.

        Tırmanacak, bir ötekini bulacak, anlayacak, kucaklayacak güç dilesek…

        Dilesek ki, dağ devrilmesin üzerinize.

        Ne burada, ne şurada, ne orada hiçbir çocuk kalmasa dağın altında.

        Adını tam koyamasak, tadını tam bilemesek de hep iyilikler dilesek!

        Diğer Yazılar