Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Kaç kişi böyle sorgular, bilmiyorum ama, en azından birileri var.

        Mesela, kadim okurlardan Özgen Hanım, şunu asla anlayamadığını yazıyor:

        Basın, gazetecilik başka bir şey olmalı.

        Başka bir inanma durumu. Gönül verme, dayanışma, hayal kurma, delirme hep birlikte.

        İnsan, medya sektöründen uzak biri olarak, o kadar tuhaf karşılıyor ki bu otosansürleri, sinmeleri”.

        ***

        Sinmek ve sindirmek insanın en tuhaf durumu zaten.

        Düzenler”in sırrı da bu olmalı.

        Başka türlü “düzen” kurulmuyor!

        Lakin, bu mudur?

        ***

        Yaşadığın bir ömür…

        Bir şekilde, ister aşkla, şevkle ister mecburen içinde bulunduğun kimi iş ile bizatihi varlığın; böyle boyun eğmeler, sinmeler, sindirmelerle nasıl bir değer kazanır?

        Sen kimken kim olabilirsin, böyle biat ve itaatle?

        ***

        En tuhafı şu olmalı:

        Cesaretin ikiyüzlülüğü.

        Yani atıp tutan, mangalda kül bırakmayan, çok cesur bilinen, lafını esirgemediği sanılanların dahi; biat, itaat, sinme, kabullenme, yamanma, yanaşma silsilelerinden kimine ilişmişliği.

        Bazen bir insan, bazen bir kurum, bazen bir durum.

        ***

        Sanırım Özgen Hanım’ın da anlayamadığı, daha doğrusu anlayıp da “nasıl olur”unda kaybolduğu şeytan üçgeni şöyle bir şey:

        Birileri var…

        İşleri, hakikati anlamaya çalışmak ve elbet ideolojisinin sübjektif mekanizmalarıyla da olsa, vicdanen hakikat olduğunu düşündüklerini, doğru dediklerini, kimseden buyruk almadan, kimseye kuyruk olmadan söyleyebilmek.

        Üçgenin bir köşesi kendisi; bir köşesi işte bu hadise…

        Bir köşede ise hamisi, efendisi!..

        Başbakan, iktidar, komutan, cemaat, patron, iş dünyası, kulüp başkanı, cemiyet, örgüt, tabular vesaire.

        Sen ikinci köşeye uzanmadan önce, üçüncü köşeye bakıyorsan eğer…

        Ama açık ama içselleştirdiğin buyruklarla sözde özgür oluyorsan…

        Sallanırken özgür olduğunu, kendi iradesiyle salındığını zanneden bir kuyruk olursun ancak.

        ***

        Bizim işlerde özgürlük; hakikatten yana, güçsüzden ve mağdurdan yana, zulmedene ve tahakküm edene karşı, insanların hayatlarını dumura uğratanların inadına emeğini, aklını, yüreğini, vicdanını, dilini ve elini “tutmamak” halidir.

        Sadece tutamamak değil, taammüden tutmamak!

        Gazeteciliğin, ansiklopedi değil, eğlence değil, sadece bulmaca veya iddaa değil, öncelikle güçleri, güçlüleri “bazen çoğunluklar, bazen azınlıklar, ama ille halk adına denetleme” işi budur.

        İşi de budur, gücü de budur!

        İşi gücü budur.

        ***

        Bu işi yaparken muhalifin, eleştirenin, cesurun, aman ne de sert yazmışın da bakacağı bir ayna var:

        Ona değmiş buna değmemiş yapıyor musun?

        Yani, kimi pisliğe çakarken gülüm; kimi pisliği de yutuyor musun!

        Tabii bir de, güçsüzden, mağdurdan yana iken…

        Birden bire güçlünün yanında konuşlanmış olanlar var, tarih ve talih biraz değişince.

        Onların bakacağı ayna ise çoktan kırılmış, çerçevesi içine bir put yerleşmiş oluyor.

        Ne diyeyim…

        Keşke kırmasaydınız, böyle paramparça dökülmeseydiniz.

        ***

        İnsanın trajik hikayesi:

        Özgürlüğe, bağımsızlığa, dayanışmaya, kalbiyle inanca ama kendine ve başkalarına da özgür inanca, vicdan-akıl ve muhakeme gücüne, boyun eğmemeye müsait bir hayatı; bazen korkuyla, bazen şiddetle, sık sık gönüllü biat ve itaatle köleliğe, insani çöplüğe çeviriyor…

        Etrafta kölelerin olmasından mutlu oluyor…

        Kendi köleliğinin kölesi, başka kölelerin gölgesi kalıyor…

        Köleleştirenlere karşı sesini, nefesini kaybediyor…

        İyi ihtimalde ise…

        Bir buyruğa isyan ettiğinde bile başka bir buyruğun kuyruğuna yapışmak zorunda kalabiliyor.

        Sonra… hayatın bitiyor.

        Ne mutlu sana!

        Çokbilmişsin ama çok sinmişsin…

        Ne anladın kendinden?

        Diğer Yazılar