Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Sahi, en azından 90 yıllık tarih, o aradaki bir günde nasıl şekillendi de böyle olduk biz?

        Bağımsızlık savaşının zaferi” ile “Dünya Barış Günü” arasındaki bir güne nasıl oldu da sıkıştık?

        İstiklal” Savaşı vermekle övünmüş bir millet ile devlet…

        Başkalarının “istiklalleri”ne karşı tedirginliklerin merkezi…

        Başkalarının “istikballeri”ne karşı saldırganlıkların üssü haline nasıl geldi?

        Başkasının kendi kaderini tayin hakkına karşı NATO kafa olan…

        Yurtta ve cihanda barış derken, topraklarına atom bombaları, kalkanlar dizen…

        50 bin kaybı geçmiş kendi kanında, 30 yıllık bir savaş bitirememekten utanmayıp başka memleketlerin kanamalarında gezinmeye kalkan bir hal nasıl hasıl oldu?

        O bir gün, nasıl derin bir tarih ve tuhaf bir kimlik olarak tecelli etti de…

        Biz, Zafer’den sonra Barış’a bir türlü varamadık!

        Barış burada gizli!

        Barış esasında böyle sıvasız hanelerde gizli ama siz oraya pek bakmıyorsunuz.

        Sıvasız hanelerin boyasız analarının yoksul çocuklarının tabutuna bayrağı doladınız mı; giden evladın ardından çaresizce bayrağa sarılmış bir hanenin yüreğini pek sormuyorsunuz.

        Baksaydınız iyice…

        Her savaşın, ama ille bu savaşın da yoksul hanelerin kanı olduğunu kavrardınız.

        Kendi evladına, kendi bedenine, kendi servetine, şöhretine filan titreyip başkasını sayısız, sırasız sayanlar belki anlardı.

        Burası resmi dil ile bir şehit evi.

        Bayraklardan da belli; boynu bükük yoksunluğundan da!

        Hanenin evladı Özkan Ateşli Foça’da pusuda öldürüldü.

        Ancak koruma olarak ön koltuğuna oturabildiği bir askeri araçta.

        Devlet cenazeyi kaptı, bayrağa sardı…

        Ama onun inancının da üstüne bastı; kendi “hakim” törenine de sürükledi.

        Bir de oradan vuruldu çocuk.

        Bitmedi ruhuna yaylım ateş:

        Babası öyle ya da böyle elektrik borcunu ödeyememiş. Çıkarmışlar 1250 TL borç. Faiziyle 1560 TL. İcra başlamış, evlatlarından gayri nelerini haczedeceklerse!

        Sonra duyulmuş, bakan emretmiş, borç silinmişmişmiş.

        Adapazarı’nda “şehit Birol”un sıvasız hanesine, boyasız annesine de aynen böyle olmuştu.

        Evladı askerde iken evde engelli çocuğuyla kalan annesinin elektriği kesilmiş; Birol sönünce ampul alelacele yakılmıştı.

        Savaş nasıl bu hanelerin üstüne çökmüşse hep…

        Barış da bu hanelerde gizli aslında.

        Bıkmadan bakarsanız, görürsünüz!

        Öyle sadece yumoşlu bir merhametle değil…

        Kendinizi de sarsan bir şiddetle, en azından böyle bir dünyaya hiddetle bakarsanız!

        Paralimpik!

        Sporu hepten futbolun üç büyüğü sanan…

        Sporcunun sadece “zeki ve çevik”ini sevmeye adanan…

        Sağlam kafanın ille sağlam vücutta olacağına abanan, “para”noyak edilmiş bir memleketin “paralimpik” ile ilgisi de par(a)lak olur tabii!

        Onca emek ve yürek, onca engelli ama azimli yürüyüş ve koşu keşke hak ettiği ilgiyi bu “başarılar”la bulabilse.

        Günün mana ve ehemmiyeti dolayısıyla, yurdumuzda “engelliler”e gösterilen yoğun ilgiden bir kare ileteyim:

        Resmi” bir park yeri görüyorsunuz.

        İstanbul’da bir askeri birlikten.

        Seviniyorsunuz, neredeyse tamamı “engelliler” için. Derken kafaya takılıyor: “Engelli asker” sayısı ne; hiç var mıdır, diye.

        Sonunda anlıyorsunuz.

        Sözde, Genelkurmay genelgesiyle “askeri tesiste imtiyaz” yasaklandı ya…

        Paşa arabaların yerini alttan malttan kimse kapmasın diye (hiç utanmadan) bulunan formül bu:

        Kireçle Engelli damgası.

        Belki de öyledir hakikaten!

        İşte sağlam vücuttaki sağlam kafanın üstün zekâsı:

        Engelli paşalar!

        Büyük askerî başarı.

        Diğer Yazılar