Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bütün bu lafları nereden buluyorlar?

        Nasıl bir düşünce sistemi yahut “refleksiyonsuz refleks” bu sözleri ağızlarından döküyor?

        Nasıl bir tahsil, nasıl bir terbiye gerekiyor?

        Kongre bunlara da bir çözüm aradı mı; yoksa “kongren”, yani “kangren” gibi mi kalacak bu laf yaraları?

        ***

        (Artık Merkez yönetim dışında kalan) İçişleri Bakanı’nın “Genç yaşta şehitlik nasip işidir” sözü, ettiği tüm lafların üzerine tüy dikmişti.

        Unvanı, makamı vesaireyle lafını çok daha fazla tartması beklenen Milli Eğitim Bakanı ise, iki buçuk yılda şuradan şuraya geldi:

        2010 ortasıydı; Zonguldak Karadon’da onlarca madenci kömüre gömülmüştü.

        Yerel bir kanalda, dönemin Çalışma Bakanı Ömer Dinçer’e soruldu:

        Cesetlere bakıldığında, yanma, parçalanma var mıydı?

        Bakan düşünerek hiç düşünmeden cevap verdi:

        İlk 19-20 cesedimizde bahsettiğiniz türden herhangi bir şey yoktu. Güzel öldüler. Acı çekmediklerini ve fizik olarak da güzel öldüklerini rahatlıkla söyleyebilirim.”

        O sıralar, Çalışma Bakanı’nın İş Güvenliği Müdürü de, tersanelerde peş peşe ölen işçiler için, “Bunlar köylü olduğu için toprağa basmaya alışmış. Yukarı çıkınca düşüyorlar” diyebilmişti.

        ***

        Dinçer, geçenlerde bu kez Milli Eğitim Bakanı olarak, “atanmamış öğretmenler”in temsilcilerini kabul etti.

        Fiilen öğretmen çıkıp kadrosuzluktan, KPSS eleklerinden dolayı işsiz bırakılan ve güvencesiz, üç paraya sözleşmeli köleliğe zorlananlar hani.

        Görüşmeci heyetin aktardığına göre, atama bekleyen öğretmenleri, Yenicami önünde tahayyül etti; yanındaki bir milletvekiline o sırada şöyle dedi:

        Ben onları Eminönü’nde bekleyen güvercinlere benzetiyorum. Bekliyorlar ki biri önlerine yem atsın. Allah’tan çocuklarım memur olmadı.”

        ***

        İnanç; insaf, izan ve vicdan ile bunların dilinden yoksun kalıyorsa…

        Kimine genç yaşta ölümü nasip görürsünüz…

        Kimine yerin altında güzel ölümü…

        Kimine ölümünün sınıfsal kaderini…

        Kimine de dilenci güvercinliği.

        Bir pankartıyla öğrencilerin içeri atıldığı; bir yazısıyla insanların işsiz kalabildiği; bir itirazıyla hayatından olabildiği bir memlekette, makamınıza, unvanınıza halel de gelmez hem.

        ***

        Bu kuyuda zaman zaman andığımız bir “komutan” vardı.

        Hani, şehit düştü mü acele bayraklara sarılıp yüceltilen uzman çavuşları toplayıp “Biz başız, siz ...tsünüz; siz kölesiniz” diyen.

        Dediler ki, o şimdi terfi etti.

        Çalışanlara mobbinge abanan, en ağır küfürleri edip karşınızda iki büklüm “soru cetveli” olarak kıvrılan, kıvranan “büyük medyacı”lar gibi!

        Öyle.

        Bazen, sizi hep ödüllendiren bir düzende basamak çıktıkça, aşağıda kalanları daha da küçük görürsünüz.

        Hayatları hep zehir, ancak ölümleri güzel olur!

        Zehir kader, ölüm ise nasip, münasip olur!

        Akreditasyon!

        Biz gazeteciler dörde ayrılıyoruz:

        1. Genelkurmay’ın, TSK’nın yıllarca bazı gazetecileri, yayın organlarını sakıncalı kabul edip akreditasyon vermemesini makul bulanlar; ses çıkarmamış olanlar.

        2. İktidarın aynı uygulamayı yerde ve gökte yapmasını, son olarak AKP Kongresi’nde de bazılarına akreditasyon vermemesini makul bulanlar; ses çıkarmamış olanlar.

        (İkinciler birinciye köpürüyordu; birincilerin bazısı da ikinciye kızıyor)

        3. Her halükarda bu ayrımcılıklara tavır alanlar.

        4. Her halükarda bu ayrımcılıklara ses çıkarmayanlar.

        Belki okur ve izleyiciler de böyle dörde ayrılıyordur!

        Ama tek, bütün ve ayrılmaz bir şey var:

        Muktedir kimse; ötekinin zıddı gibi görünse de, bir yolunu buluyor, birbirine benziyor!

        Kimi bu ayrımcılığa cenaze diyor; kimi de düğün.

        Diğer Yazılar