Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Son olarak, diyeceğim de…

        Son olmuyor tabii…

        O vakit, daha münasip bir girişle, “şu ana kadar son olarak” Şemdinli’de bir üsteğmen ve bir astsubayla birlikte üç uzman çavuş daha “şehit” düştü.

        Sadece çatışmada, saldırıda, baskında, mayında, operasyonda “şehit düşerek” değil, biliyorsunuz, helikopterle düşerek de, derme çatma korucu midibüsü ile uçuruma düşerek de “şehit düşüyorlar”!

        Bir yılda “şehit düşen” uzman sayısı 80’i bulmuş.

        ***

        Fakat “düşüş” bunlardan da ibaret değil!

        Bakın nasıl düşüyorlar:

        2009’da “sözleşmeli uzman erbaş” sayısı 67 bin.

        2010 düşmüş 62 bine.

        2011’de hızla 43 bine düşmüş!

        2012 düşüşü henüz kesin değil.

        Ama (emekli) dernekleri Emuzder’e göre…

        5 bin 700’ü yılsonunda yaş haddinden düşecek.

        8 bin uzman da istifa dilekçesi vermiş; aralıkta sözleşmeden düşecek.

        Üç yılda 67 binden 30 bine düşmüş olacak!

        Profesyonel ordu” diye, ölmeye, öldürmeye yolladıklarını bile düşürüp duran “profesyonel devlet” bu!

        ***

        Emuzder misal veriyor:

        Daha yeni ölen, öldüren en kanlı çatışmalara girmiş Özel Kuvvetler 25. Tabur’da “şehit düşenler”den sonra 50 uzman erbaş var; 25’i istifa ile düşecek.

        Siirt 3. Komando yüzde 100 uzman erbaştan oluşuyormuş; 800 kişiden 200’ü de, bir buçuk ay daha düşmez sağ kalırsa, istifa yoluyla düşmek için aralığı bekliyormuş!

        ***

        Çünkü düşüş zaten hazır.

        Ölmezsen, zaten yaşaman kaygan zeminde.

        45 yaşına gelmişsen, emeklilik dahi hak etmeden, düşürüyorlar; masraftan düşüyorlar.

        Onca ince muayene ile sapasağlam alınmışsın; onca yıl dağda, bayırda hastalanmışsın mesela; 3 ay istirahat almışsan, hasta yatağından bile düşürüyorlar.

        Ya da hak ettin-etmedin; komutanın iki dudağı arasındasın ya… Kızdı, sinir oldu, tepesi attı, evden lojmandan gergin geldi, kendi amirinden azar işitti, sana taktı… Keyfi disiplin cezası… Oda hapsi… Göz hapsi… 21 gün bir seferde belki… Yargı yok, savunma yok… AİHM’e göre insan haklarına aykırı ama, senin insan hakkın yok… Toplam 30 gün olursa, ayağına çelme takıp düşürüyorlar işinden, aşından; ölümün çengeline asılmış sözleşmenle ordudan atıp içtimada seni düşüyorlar.

        ***

        Bu devlet askerini çok seviyor, tabutuna bayrağı sarıveriyor, şehit evine koşturup törende saf tutuyor, asker maaşlarının kesintileriyle devasa holding işliyor, vakıflar sıralanıyor ya…

        Uzman Çavuş Ahmet Karataş oluyorsun mesela sen de…

        Sonra sonra ciğerine bir illet yapışmış; “şehit düşmeden” kanser seni pençesine düşürüyor.

        Daha Azrail bile beklerken, devlet, hükümet, bakanlık, Genelkurmay, Kuvvet komutanlığı vesair askeri ve sivil erkân bekleyemiyor; seni işten atıyorlar.

        Dere tepe, tepe tepe kullandıkları hasta bedenini yakalarından düşürüyorlar.

        İki elin onların yakasına bile uzanamadan, öyle işsiz, önce kederden kedere, sonra sessizce bir musalla taşına düşüyorsun.

        Ya da İlyas Kaba adın. Zaten onca çatışmada düşürmeye ve düşmeye hep bir adımdaydın.

        Kanser düşüyor içine.

        Hala düşmemişsin. Direniyorsun. Ama üç ayı çoktan geçti istirahat. Hop, düşürüyorlar seni sözleşmeden. Hop atılıyorsun. Hop işsizsin. Hop artık işsiz ölebilirsin!

        Emuzder diyor ki, “Sonra hadi görev yap… Öl ve öldür!”

        ***

        Bu ikiyüzlülükle…

        Yani sıvasız hanelerin sayısız, sırasız çocuklarını harcaya harcaya zaten barış olmuyor…

        Ama muhtemelen savaş da olmuyor!

        Bir emirle dağlarda, cezaevlerinde öteki çocukları yuvarlayıp düşürenler ile emir komutayla bu askerleri ölmeye, öldürmeye yollamışken bile böyle hayattan, adaletten düşenler, sadece 60 bine taşımıyor bitmeyen bir cenazeyi…

        Hayat da hepten zehirlenmiş, kuruyup çürüyor.

        İçimizde barışı, hakkaniyeti, adaleti…

        Bu ülkenin tüm ezilmişlerine, tüm yoksullarına, tüm yoksunluklarına dair akıl ve vicdanımızı…

        Tüm ayrımları ve ayrımcılıklarına öfkemizi büyütmenin, birleştirmenin, tüm acıları kardeşleştirmenin bir yolu olmalı.

        Kan dağının bir yerlerinde bir patika!

        (Soy)kırım…

        2008’de, İsrail Savunma Bakan Yardımcısı Vilnai ordu radyosuna demiş ki, “Gazze’den füze atan Filistinliler İsrail ordusunca ‘shoah’a maruz bırakılacak”.

        Shoah” Nazilerin Yahudi soykırımı için kullanılan kavram.

        Sonra, mesela bu pazar, Gazze’de bombardımanla yıkılan iki katlı evin altında, Cemal Dalu’nun kızkardeşi, karısı, iki kızı, gelini, 2-6 yaş arası dört torunu, 18 yaşındaki komşu kız ile anneannesi kalıvermiş.

        Üç kuşak birden!

        Şaron’un oğlunun dili daha insaflı çıkmış; onun teklifi (soysuz)kırım:

        ABD’nin Japonya’ya yaptığını, yani Hiroşima ve Nagasaki’yi, İsrail’in de Gazze’de gerçekleştirmesi.

        Nasılsa içtihat var.

        Nasılsa, İran’ın nükleer silah geliştirme ihtimaline posta koyarlarken; tarihte sivillerin üstüne atom bombası atmış ve bunları utanmadan “Küçük Çocuk ve Şişman Adam” diye adlandırmış tek devlet ABD ve Ortadoğu’da kendi nükleer silahlarına sahip tek devlet de İsrail ya.

        ABD’nin Japonya’ya yaptığında, kimi küçük çocuk, kimi şişman adam, kimi yaşlı kadın, 250 bin kişi hemen ölmüş, radyasyon ölümleri yıllar boyu sürmüş, sakat ve hastaları ömür boyu sürünmüştü.

        Kimi İsraillinin, kimi Yahudi’nin de sorduğu üzre, soykırıma maruz kalmış bir ahali, nasıl böyle kıyıcı ve kırımcı olabilir?

        Bu da bize ders olsun, demiş Tarih!

        Diğer Yazılar