Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Fetih Camii’nde 400 kadar insan, katliamcı darbecilere karşı, kendi canları kadar (öyle ya da böyle) bir demokrasi savunmasındayken…

        Fatih Camii’nde, elbet herkes tarafından değil, ama küçük çocukların bile eline verilen pankartlarla, kimileri demokrasi lanetleniyordu.

        ***

        Bir dayanışmada dahi kiminin şaşırması, şaşkınlığın daha derin olmasından.

        İktidarın da ısrarla kaçırdığı gibi, bir kısım insan, darbenin arkasındaki Suudi ve Körfez parasını, teşvikini, tahrikini, planını görmüyor.

        İşin tuhafı…

        Darbeciler “cılız demokrasi”yi katlederken dahi, darbecileri “demokrasilerin temsilcisi” sayıyor.

        Darbecileri destekleyen kimi yerli cumhuriyetçi de, zaten darbecileri demokrat biliyor!

        ***

        Oysa Suriye meselesinde de etkin olan Suudi İstihbarat Şefi Prens Bandar bin Sultan, Mısır darbesinin de orkestra şefi adeta.

        Dünyanın tüm orkestralarından, tüm orkestra şeflerinden özür dilerim; keskin nişancıl katillerin eline, diline asla varmayacak tüm enstrümanlardan da!

        Çok merak ediyorum…

        Durmadan “Batı’nın ikiyüzlülüğü” diyen Başbakan, Dışişleri Bakanı, diğerleri, medyacıları bilmiyor mu…

        Türkiye ile “çok sıcak” teması olmuş Prens Bandar ile Birleşik Arap Emirlikleri “baş emir”i Prens Bin Zayed’in uzun süredir böyle bir darbe için uğraştığını.

        Bilip de kankalıklarını sürdürmüşlerse çok ayıp…

        Bilememişlerse ne büyük kayıp!

        Çünkü iktidar cihetinde en büyük övünmelerden biri de Türkiye-Mısır-S. Arabistan (Körfez) işbirliğiyle, hele askeri ortaklığıyla bölgede nasıl da güzel bir eksen oluştuğuydu.

        Bir yanında darbecilerin devirdiği, destekçilerini katlettiği Mursi Mısır’ı; bir yanında o darbeyi organize-finanse eden Kral Abdullah ve Prens Bandar S. Arabistan’ı!

        Ortada da “Sünni Blok Yönetici” Türkiye!

        Oysa neymiş, bırak yekpare İslam dünyasını, “Sünni Blok” bile depreme dayanıklı değilmiş.

        Al sana eksen!

        ***

        Çünkü despotların kirli dolarlarıyla “demokrasicilik” yapmaya kalktığında…

        Demokrasiciliği, otoriter yönetim ve yöntemlerle sahneye koyduğunda, çok arıza çıkıyor.

        Körfez parasıyla parlak ekonomi, Körfez gazıyla Ortadoğu liderliği, Körfez despotlarıyla bölgeye demokrasi ihracı meselesi gibi.

        Gazı, benzini cebine koydun diye… Yanlış arazide, yanlış araç, yanlış lastik!

        ***

        Böyle bloklar şundan da çatlıyor.

        Sadece etnik, dinsel, mezhepsel değil; hep altını çizmeye çalışıyorum.

        Tamamen sınıfsal olarak da çatlıyor.

        Küresel piyasa ekonomisine, finans oligarşisine entegre, ama kapitalizm eşittir demokrasi diye yuvarlanan denklemin ne kadar dandik olduğunu ispat eden despot rejimler var.

        12 Eylül, Şili, Arjantin gibi “darbe yönetimleri” de öyleydi…

        Petrol karasına bulanmış Saraylar da.

        Açıkçası, başta ABD, küresel mal piyasasını ve banka kasasını besleyen Çin de!

        İktidarımızın da çok sevdiği bu Körfez Prensleri uzun süredir, Arap baharı maharı derken, halk ayaklanmalarının ve ayaklanan halkların, yani ayaktakımının nereye gideceğinden endişe ediyordu.

        Sadece şu mezhep bu mezhep meselesi; sadece iktidarda kimin olacağı meselesi; sadece sandık da değil; aynı zamanda, ekonomik-finansal otoritelerin nasıl sarsılacağı meselesiydi.

        O yüzden “Önleyici darbe” üzerinde çalışıp durdular.

        Aralarına “Mısır liberalleri” de denen para, yolsuzluk, çürümüşlük, otorite ağalarını da katarak.

        Artık İsrail’in gölgesinin nasıl düştüğüne filan girmeyelim hiç.

        Deniyor ki, Prens Bandar iki plan hazırladı; A Planı Darbe ve B Planı, daha uzun vadeli istikrarsızlaştırma projesi.

        Bu planları da CIA eliyle ABD’ye sundu.

        Görüldüğü gibi, B gibi başlayıp bir günde A oldu.

        Orada kalmadı, planın A’sı kAtliAm a da yol verdi, kAn verdi!

        ***

        Kahire’de Fetih Camii’nde katliamcı polis ile palalıların kuşattığı ama ölümüne inancına, inadına ve insanlığa sığınmış onca kişi de muhtemelen bunu böyle görüyordu…

        Ama Fatih Camii’nde toplanıp onlara destek olan her kişi böyle görüyor mu, şüpheli.

        Görse, önce demokrasiyi lanetleyeceğine, önce diktatörleri, zalimleri, despotları, otoriter tahakkümcüleri lanetlerdi.

        İnsanların dini-etnik kimliklerini öne çıkaran ama kendi zenginliklerini, arsızlıklarını, yüzsüzlüklerini, hırsızlıklarını, uğursuzluklarını, imansızlıklarını, insafsızlıklarını, kan emiciliklerini onun ardına saklayanları lanetlerdi.

        Şaşmazlıklardan bahis yerine, bu adiliklere bir şaşardı önce!

        Diğer Yazılar