Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Rüyamda bir belge gördüm.

        “Herkes kanun karşısında eşittir” ve “Kimseye imtiyaz tanınamaz… Zümre egemenliği olamaz”, ayrıca “Yargı bağımsızdır” denen bir “demokratik hukuk devleti”ymiş bulunduğumuz mevkii.

        Anlatayım.

        ***

        “Kurşun asker” sanılan bir “ast”a, “üstün” kılınan bir “üst” küfür, hakaret etmiş, tokat atmış.

        Üstün üstü olan paşa da olayı kapatacakmış ki…

        Bu astların haklarını korumak isteyen bir örgüt devreye girmiş…

        Bir de ne hikmetse bir gazeteci bu olayı yazmış.

        Onun üzerine mecburen sanırım, çünkü rüyanın o kısmı bulanıktı, bir soruşturma açılması gerekmiş.

        O sıra horluyor muyum, homurduyor muyum belli değil ama, rüyadan anladığım kadarıyla…

        Mobbing ve darptan sonra değil; ancak yazıdan sonra açılmış soruşturma!

        Neyse, işte açılmış.

        Fakat orası “hukuk devleti” ya, “yargı bağımsız” ya, soruşturma da ancak “emirle” açılıyor.

        Yargı kağıt üstünde bile bağımsız değil, o yüzden “kağıt” şöyle hazırlanıyor:

        Oradaki en en üst komutan, Komutanlık antetli bir belge imzalıyor.

        Konu: Soruşturma EMRİ

        Yani haksızlığa uğrayan birinin hakkını araması için, kışla içindeki “bağımsız” yargı bağımsız harekete geçemiyor, EMİR gerekiyor.

        EMİR diyor ki “Soruşturma açılarak sonucundan bilgi verilmesini rica ederim.”

        Yani soruşturmayı açmakla kalmıyor; bilgi de istiyor: “Rica” ederek…

        Çünkü, rüya bu ya, Askeri Savcı rütbe ve sicil olarak EMİR makamının astı.

        Savcı da olsa, hakim de olsa, bir EMİR kulu.

        EMİR-KOMUTA zincirinde adalet bekleniyor ondan; o zincire bağlı ve bağımlı olarak, üstlerini veya aynı sınıftakileri sorgulayıp en alttaki zincirlilerin, prangalıların hakkını kovalaması da umuluyor; tabii rüya icabı.

        ***

        Bitmiyor rüyam.

        Kâbus değilse de bir fanus.

        İçinde on binlerce, hatta yüz binlerce insan debeleniyor.

        Hani ters çevirince karı havaya fırlatıp düz çevirince tepe üstü çakarak yere yapıştıran fanuslar gibi, çemberin içinde bir aşağı bir yukarı sallıyor, döndürüp duruyor mahkûmlarını.

        ***

        Bitmiyor ya, belge sanki gözümün içine içine giriyor.

        Resmi SORUŞTURMA EMRİ klavyeden çıkma.

        Tarih hanesinde gün elle yazılmış.

        Sadece, en üst komutan rütbesi altında bir ıslak imza…

        Bir de sırılsıklam bir hukuk.

        İmza sahibi en üst üst komutanın el yazısıyla yahut başka bir müdahaleyle, az ileriki tarihli bir parafla, bir not düşülmüş; bir sevk emri:

        ”- Hak. Alb. H. K……r’e” diye.

        Yani askeriye de olsa “bağımsız yargı” denen müstesna ortamda, sadece soruşturma EMİR ile olmuyor; ayrıca vakanın gideceği Adalet mensubu da emirle seçiliyor, belirleniyor.

        Zincir diye buna denir işte!

        ***

        Şimdi rüyadan sıyrılıp gündelik hakikate gelirsek…

        Geçenlerde Kıbrıs’ta iki asker intiharı, bir de ortaya çıkabilen küfür, hakaret ve darp vakası oldu.

        Kıbrıs’ı 2011’de, terhisine birkaç gün kala dayak ve işkenceyle öldürülen er Uğur Kantar’dan da bileceksiniz.

        EMİR-KOMUTA zinciri onun kafasına, bedenine inmişti. Hem de mobbing, hakaret ve şiddet mağduru astların ve eratın, otorite zincirinin son halkasında fiilen ölümcül birer sopadan ibaret hale gelmesiyle.

        İşe yine o Yavru Vatan.

        Anavatan’da da analar nasıl ağlamaya devam ediyorsa, öyle yani.

        TEMAD’dan bir heyet gidip oradaki “insani şartlar”ı inceledi.

        Özetle: Mobbing, baskı, tehdit, ayrımcılık, angarya, geceleri dahi adeta esir gibi muamele.

        Gerçeklerin üzerini örtme, savsaklama. Özel hayatın gizliliği ve seyahat özgürlüğünün açık ihlali.

        ***

        Bir haftalık sürede iki intihar, bir de “ast”ın cesaret edip ortaya koyduğu küfürlü hiddet, tekme tokat şiddet vakası.

        Buna karşılık, 15 günde 7 astsubayı intihar etmiş bir Genelkurmay, sıvasız hanelerden onca çocuğu da kastederek “İntiharların çoğu madde bağımlılığı yüzünden” diyebiliyor.

        Hafta sonuna maç biletini almış, sabah iki günlük sigarasını tedarik etmiş, akşama çocuklarıyla birlikte olmaya hazırlanmış insanların bir anda ölüme koşmalarına öyle diyor.

        Geride kalan acılı eşleri, minik çocukları, bebekleri, Kıbrıs’taki gibi ikizleri bile hiç düşünmeden.

        Baskıdan bunalmış on binlerce aile için “tek sorunları tazminat, o da bizim işimiz değil” diyebiliyor.

        Ölüleri üzerinden, acılı ailelere nispetmişçesine, vakıf reklamı yapabiliyor.

        Hakikatin ortaya çıkma huy ve inadını da hiç düşünmeden.

        Ayıp, günah, insaf ve izan nedir hiç düşünmeden!

        Kurmay olmak kolay değil ama vicdanlı olmak daha da zor demek ki.

        Diğer Yazılar