Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Ne oldu, alt alta sıralayalım:

        1. Bir patron ve bir şirket, nice patron ve nice şirket gibi, daha fazla, daha hızlı, başka rant kaynaklarına da aktaracağı “kâr” için ihmal, tamah, boş vermişlik, köleleştirme gibi malum yöntemlere sarılmış…

        2. Şimdi orada kurtarmada çalışan Bakan, onun madeni için “Örnek seviyede” diye açıklama yapmış…

        3. İçi metan dolu, ancak şimdi çok açıdan yetersiz, güvensiz olduğu “ispat edilen” maden için daha martta Çalışma Bakanlığı teftişlerinde olumlu rapor verilmiş…

        4. Yüzlerce işçinin ölümü, kaybı kesinleştiği sırada bile, Soma’ya giden Başbakan, “Bu maden yeni teftişten güvenli çıkmış. Bunlar normal. Fıtratında var” demiş…

        5. Demokratik olduğunu iddia eden her ülkede çok doğal olan protestolara, hatta çoluk çocuğa ve gazetecilere Başbakan ve beraberindeki heyet ile “kahramanlar” tekme tokat girişmiş…

        6. Bakanın övdüğü, Başbakan’ın güvenli deyip onca ölü yatarken tokalaştığı maden patronuna, ancak üç gün sonra, daha yeni onu pohpohlamış “İktidar emri” ile Havuz infazı yapılmış! Ama nihayetinde, kim tutuklu kim değil diye sorarsan, buyur buradan yak!

        ***

        Bu tablodan bir “günah keçisi” çıkmaz ama çok günah çıkar!

        Çok günahkâr çıkar.

        Çok zanlı, sanık ve suçlu çıkar.

        Lakin bu işler öyle işlemiyor, gözleri gözlerimizi delen maden çocukları!

        ***

        Tekrar tekrar kalbimize, beynimize yazalım:

        300 ‘den fazla işçinin öldürüldüğü madeni, patronu çok methetti…

        300’den fazla işçinin öldürüldüğü madeni ve o patronu, Enerji Bakanı pek methetti…

        300’den fazla işçinin öldürüldüğü madeni; Çalışma Bakanlığı’nın, 6 yılda 6 binden fazla işçinin işyerinde ölümüne rağmen koltuğu diri kalmış genel müdürünün birimleri daha yeni güvenli ve kusursuz buldu…

        300’den fazla işçinin öldürüldüğü madeni, katliamdan hemen sonra bile Başbakan “Güvenli bulundu. Bu kazalar normal” diye savundu!

        ***

        Bunları aklımızdan hiç çıkarmazsak…

        Demokrasilisi de darbelisi de önce işçiyi, yoksulu bağlayan, köleleştiren ve beyaz ya da ak, sermayeye yamanan ve her yıl binden fazla işçiyi öldüren, parçalayan, yakan, boğan düzenin atom çekirdeğini anlarız.

        Bunları aklımızdan hiç çıkarmazsak…

        Cumhuriyet, demokrasi ve hukuk devleti gibi kıymetli hususların; Anayasa’da sehpaya asılı duran “sosyal devlet” palavrasının nasıl bir ihtiras, arsızlık, yüzsüzlük, tamah, günah silsilesiyle, sadece bugün değil, daimi ölüm madeni gibi; çalışana, güçsüze, ezilene karşı ihanet galerileri olarak döşendiğini anlarız.

        Bunun ötesi, sizin tek gözünüzü kapayıp sadece biriyle bakmanız, birini kollarken berikine sallamalarınız olur.

        Ne eski cumhuriyetçilerin ihanet ettiği işçilerin sandıktaki oyunu; ne yeni demokratların fıtratında “kader” denen sandukadaki sonunu anlarız.

        İster ağlamayalım ister ağlayalım, ama ille anlayalım!

        Dışarıya çıkan işçiler nasıl öldürüldüklerini anlatıyor zaten.

        O çocukların derin gözleri bu çukuru anlamamız için işte!

        O çocukların gözleri!

        Sayın Talu, kömür madeni işçisi bir babanın oğluyum. Ben astsubay oldum.

        Babam 40 sene yerin altında ezildi, ben de yerin üstünde.

        Bizler gibi insanların sizlere duadan başka gönderebilecek bir şeyi yok, kusurumuza bakmayın. Allah'a emanet olun, dualarımızdasınız.

        Bizler gibi insanların yüzü, ismi hiç olmadı. Toplum arasında yaşıyoruz ama ne gören var ne fark eden.

        Bizler yüzleri olmayan insanlarız.

        Bir şeyler yazdım ama çizmesinin sedyeyi kirletmesinden korkan işçi gibi, atılmaktan, ceza almaktan korkarak!

        Üç kuruşluk yardımla kim sarabilir işçi çocuğunun yarasını, kim anlatabilir ölümün ne demek olduğunu, kim söyleyebilir her gün kapkara gelen babasının bugün beyazlar giydiğini, kim okşayabilir babası gibi saçlarını, nasırlı ellerle, tırnakları kömürlü parmaklarla?

        Kim anlatabilir gözyaşının neden simsiyah aktığını, babasının azık çantasında işten gelirken neden çikolata yerine taş getirdiğini?

        Kim babasının isminin başkaları için önemi olmadığını, rakamdan ibaret olduğunu, gömülmek için neden yerin altından çıkarıldığını, kiminin bedava ısınması, şirketin daha çok kâr etmesi için daha çok çalışmaları ve daha çok babaların ölmesi gerektiğini anlatabilir?

        Kim kaderin ne demek olduğunu, kim baret ve çizmeden başka babasının neden hatıra bırakmadığını anlatabilir?

        Kim anlatabilir tatlı, güzel bir ölümün nasıl bir şey olduğunu?

        Kim anlatabilir babasının işte, yolda, hastanede, üstün, amirin, patronun, polisin, bakanın, zenginin karşısında hep ezik hep ürkek hep korku içinde durup ölünce neden dimdik

        karşılarında durduğunu?

        Onu hor görenlerin hepsinin şimdi neden üzüldüğünü kim anlatabilir?

        Vicdanınızı biraz temizlemek istiyorsanız yaşarken alt, ast, pis, fakir, cahil diye yukarıdan bakmayı bırakıp sadece gözlerine bakın; selam verin, hatır sorun. Emeklerinin karşılığını verin.

        Sayın Talu kendim için değil ailem için korkuyorum, bilirsiniz atılma kolaylaştı.

        Bir de hayatımız boyunca hep korkacak bir şeyler oldu.

        Öyle yetiştirildik, önceleri olmayan bir şey için, öcü diye bir metadan korkutulduk, sonra jandarmadan korkutulduk, babamızdan, amcamızdan, duayı yanlış okursak imamdan, sonra öğretmenimizden, ekmeği düşürürsek Allah’ın çarpıp taş yapacak korkusundan, sonraları iş bulamamaktan.

        Babam derdi, okumazsanız maden ocağı hazır, derdi.

        Çocukken o kömür ocağına da girmiştim. Her tarafı kapkara olmuş maden işçisi gibi olmaktan, öyle ölmekten korktum, astsubay oldum.

        Orada da komutandan korktum. İlk hafta yemekhanede sesli yemek yiyoruz denilip nöbetçi komutan dışarıda süründürüp postallarıyla yere yapıştırarak sürünmemizi sağladı.

        Dikenler ilk battığında elimin acıdığını sanmıştım, aslında gururum, insanlığım, kalbim acımıştı.

        Bu sızı yıllardır hiç geçmedi. Yeni sızılar eklendi.

        Ölü Ozanlar Derneği adlı bir film vardı. Welton Akademisi adlı okula çok benzetmiştim askeri okulu. Oradaki edebiyat öğretmeni John Keating (Robin Williams) okul bahçesinde çocukların sırayla yürüdüklerini gördüğünde, istediğiniz gibi yürüyün deyince herkesin dilediğince yürümesi öğrencileri çok eğlendirmişti.

        Her uygun adım marş dendiğinde o sahne gözümün önüne geldi yıllarca.

        Ama hep etrafımızda aynı okulun yöneticileri gibi bizi izleyen gözler vardı.

        Çok yazdım affedin, o kadar doluyum ki, insanın maden ocağında sıkışması gibi yürekler korkuyla dolu, yaşam mücadelesi veriyoruz.

        Süngü savaşında insanlar öldürdüklerinin yüzünü hatırlamaz denir. Bizim yüzümüz yoktur. O yüzden adımız da yok. Adımı vermeyin, dilerseniz korkak deyin.

        Sizler bizim yüzümüze bakabilen, yüzümüzü görebilen nadir kişilersiniz.

        Beni sorarsanız, Kömürcü Emin’in oğlu dediniz mi, bilirler!

        Diğer Yazılar