Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        B Planı diyordunuz: Buyurun işte: 25 yaşındaki (Ramazan) Baran ile 50 yaşındaki Baki (Akdemir). C Planı’nı da belki 14 yaşındaki Ceylan’dan bileceksiniz!

        ***

        Bir anne, 94 yaşında, 21 yıl boyunca oğlunun çerçevedeki fotoğrafını elinde tuttu…

        Bir hakikati bekledi.

        Yüzlerce anne kayıp evlatlarının akıbetini bilebilmek, başlarına gelenin sorumlusunu bulabilmek, son nefeslerini vermeden bir mezar bulabilmek, bir duasını okuyabilmek, ölünce onun kemiklerinin yanına uzanabilmek istiyordu ya…

        Hatun Aydın da 21 yılını, 1993’te Lice’de keskin nişancı tetiğiyle öldürülen “Paşa” oğlu Bahtiyar Aydın’ı kimin vurduğuna dair bir cevap bekleyerek geçirdi.

        O günkü iktidarın, Genelkurmay’ın, devletin ilk cevabı, herkese de en makul geleni, “Teröristler” idi…

        20 yıl sonra, zamanaşımına bir gün kala, korumalığını yapan bir astsubayın ihbarıyla, Diyarbakır Barosu’nun ısrarıyla, “Olay bildiğiniz gibi değil” diyen bir savcı, bir dava açılmasını sağladı. O da nasılsa yanlış mahkemeye yollandı!

        Sanıklar, biri Aydın’ın dostu, iki subaydı!

        Evlatlarının hakikatini merak eden anneler birbirine çok da uzak değildi yani!

        ***

        Aydın Suikastı sonrası, devlet propagandasıyla Lice teröristlerce basılmış gösterilmiş; çok sayıda ahır, işyeri ve ev yakılmış, 14 kişi öldürülmüştü.

        O son dakika iddianamesinde şöyle yazıyordu:

        1. Çok sayıda vatandaşın öldürülmesi

        2. Ahır, ev ve işyerlerinin yakılması

        3. Susurluk gibi, terörle mücadele gerekçesiyle devlet imkânlarını suç amacıyla kullanan devlet görevlilerinden bir teşekkül

        4. İnfaz ve faili meçhullerle çok sayıda kişinin PKK’ya katılmasına neden olarak halkı isyana teşvik!

        ***

        21 yıl sonra “Barış” diyebildiğimiz de bu.

        O Lice’yi yaşamış ve orada ölmüş insanlara karış karış aynı savaş dekorunu kurarak, bir karış barış bu.

        Eve Dönüş diyorsun, Kalekol ile.

        Hayata Dönüş diyorsun, genellikle sırttan girmiş mermi ile.

        Böylece, epeydir, “Gezi ruhu”na karışarak, “Batı’da vuruyor, Güneydoğu’da seyrediyor” diyen bir ulusalcı talebin siparişini de yerine getirmiş oluyorsun!

        İlle “derin” tahlil isteyenlere de ipuçları verelim o zaman.

        İki insan yanında hangi “bölücü” hedefler vurulmuş olabilir?

        “Bayrak” indirilmesi, bilinçli yahut bilinçsiz, neleri yırtmış olabilir?

        Misal; muhalefet cephesini bölmüş olabilirsin. Milliyetçiler, ulusalcılar bir tarafa… Ötekiler o tarafa, diye!

        Misal; Kürtleri bölmüş olabilirsin. Barış isteyenler bu tarafa, Barışa Hayır-Savaş Savaş diyenler şu tarafa diye.

        Misal; Çankaya yolunda Kürt ittifakı yerine milliyetçi ittifak tahkimine de yarayabilir… Tam tersine, Çankaya yolundaki muhtemel ittifakı paramparça etmeye de!

        Artık hangisi daha münasip gelirse, derin akıl yürütmelere.

        Belki de daha basittir.

        Daha basit ve daha vahimdir; devletin değişmeyen tavrı, korkusu, telaşı, çabucak tetik düşürmesi ve hatta Barış Süreci olsa bile, barışamayan ruhlardır!

        Bir türlü sökemediğimiz korkular ve nefrettir.

        Hem insanın, insan hayatının kutsallığına nefrettir, hem bir ötekinin kutsal saydığına nefrettir.

        Birbirine hiç güven duymama halidir.

        Çocuk yüreklerin dahi korku ve öfkeyle katılaşmasıdır.

        Nasıl güven duyulabileceğine dair pek akıl ve vicdan yorulmamasıdır.

        Bu kadar gündelik savaş, şiddet, nefret lisanıyla Barış’ın da yorulmasıdır!

        Barış’ın bir de Ramazan diye vurulması…

        Barış’ın bir de bayrak diye inmesi…

        Hepimizin en iyi bildiği lisanla, Barış’ın barışsızlıktan çıldırmasıdır!

        ***

        Geçen yıl, yine haziran, yine Lice…

        O 20 yıl önceyi yaşamamış, orada ölmemiş 18 yaşındaki Medeni Yıldırım öldürülmüştü, hemen aynı biçimde.

        Bedeninde mermiler, başının üzerinde “Savaş değil, barış istiyoruz” pankartı vardı.

        O günkü yazı gibi bitsin bu da:

        Acının grizu gibi bunca biriktiği yerde bazen bir çakmak bile çakmamanız gerekir!

        Hükümet bir yandan baldıran içiyor, “Barış Süreci”ne halel gelmesin diye üstüne titriyor; ama halkın tamamıyla barışı nasıl konuşacağını bilmiyor.

        Kusursuz bir devlet-hükümet kabulüyle, kusursuz barış olabilir mi?

        Vuranı kafadan kahraman ilan ederek olmayacağı Gezi’de anlaşılamadı; belki Lice’de anlaşılır!

        Barış ne dikenli tel kaldırır…

        Ne dikenli dil!

        Hoyrat bir muammayı kanlı bir miras gibi elden ele, cenazeden cenazeye dolaştırıyoruz işte.

        Vicdana akıl, akla vicdan, barışa hukuk gerek!

        Lisan-ı münasip de vicdan-ı münasip de gerek!

        ***

        Durmadan dile pelesenk “provokasyon” deniyor.

        Tabii ki her zaman çok mümkün!

        Lakin bir kibritin provoke edip patlatması için, ya çoktan gaz birikmiş olması gerek, ya da zaten her köşeye fıçı fıçı barut dökmek.

        Diğer Yazılar