Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Yakın tarihte iki başbakan ve parti genel başkanı daha cumhurbaşkanı seçilmişti.

        Özal Köşk’e çıkarken yerine “uzaktan kumandalı” olsun diye Akbulut ile bir tayin yaptı ama sonuçta bir “kongre” oldu, sonra dahası da oldu.

        Demirel, bin kere eleştirsek de, partiye o kadar hakim olmadı veya olamadı; en istediği değil, pek istemediği Çiller yine rekabetçi kongrede seçildi.

        Bu kez Davutoğlu tayinle geldi.

        Hem de kongre bile yapılmadan.

        Yani kağıt üstünde de olsa,partililerin iradesi sıfırlanarak.

        Tayinle hükümete gelmişti; tayinle de hükümetin başı yahut hükümetin CEO’su oldu.

        Herhalde bunu sindiriyordur.

        ***

        Ama esas sindirmesi gereken şu:

        Sen onca ilim adamı tezlerinle, “stratejik derinlik” ile gel, onca zaman Dışişleri bakanlığı yap...

        Fakat liderin, hamin seni oradaki başarıların, tezlerinin derinliği, diplomatik ustalığınla övmesin; başbakanlık, genel başkanlık liyakatini onlarla ölçmesin…

        Başbakan tayin edilme sebebini “Paralel yapı ile mücadeledeki kararlılığı” diye açıklasın.

        Demek başkaları o kadar iyi mücadele etmiyor partide ve hükümette!

        Sanki İçişleri Bakanı, Emniyet Genel Müdürü, Jandarma Komutanı veya özel sulh ceza savcısı atanıyor.

        Sanki istihbarat şefidir, başbakan yapılan.

        Nerede Ortadoğu politikasına, Suriye başarısına, Mısır mucizesine, Libya şahikasına, AB kapısının ardına kadar açılmasına övgü!

        Nerede Filistin ve İsrail politikalarına, Gazze yiğitliğine, ABD’yi dize getirmeye, Almanya’yı dinlediğine pişman etmeye övgü!

        Nerede Balkanlar’dan Kafkasya’ya, Ortadoğu’dan Orta Asya’ya “Türk dış politikasının ortalıkta şaha kalkmasına” övgü!

        Nerede “Yeni Osmanlı”nın yedi kıtada, dört denizde, Avrupa’dan Asya’ya at koşturan seferlerine övgü!

        Hiçbiri yok.

        Başbakan olma sebebi, “TIR vakası, Suriye tapeleri, paralel mağduriyeti” diye açıklanıyor tek seçici, en yetkili ağız tarafından.

        O vakit “en çok dinlenen” kimse o başbakan olsaydı; yahut içeriden dışarıdan en yoğun dinlenen mi seçildi acaba?

        ***

        Kendisi yazdıklarıma alınmasın.

        Üniversiteden az küçüğüm olur; aynı dönemlerde Boğaziçi’ndeymişiz.

        Herhalde onun da saygı duyduğu, yakın bulduğu rahmetli Adnan Büyükdeniz ile aynı Ekonomi sınıfındaydım.

        Adnan çok sakin, çok efendi, çok çalışkan, mütevazı,yanılmıyorsam yüksek lisansını da TÜSİAD bursuyla yapmış bir muhafazakârdı.

        Başkasının hayatına değil, kendine çizdiği yola bakardı.

        Tabii o bir tarafta, ben başka tarafta.

        O vakitler Demiryolu Sendikası’nda da çalışıyorum. İşçi eğitimi, işçiler sayesinde kendi kendimin eğitimi ve olgunlaşması, ailelerin sendikaya yakınlaştırılması, federasyon için toplu sözleşme, araştırma, eylem, bildiri, işçi tiyatrosu, kütüphane kurmak vesaire…

        Bütün gün sendikada koşturup başka siyasi koşturmacalar da arasında pek giremediğim dersler, gece yarıları hazırlanabildiğim sınavlar, derse girmediğim için adeta ceza olsun diye özel seçtiğim tez hacminde araştırmalarla zaten başım dönmüş.

        Sayın Atanmış Başbakan da belli ki zeki, çalışkan, okulunda devamlı bir öğrenciymiş ama o meşgale arasında fark edememişim, tam hatırlamıyorum o günlerden.

        O yüzden bağışlayacak artık eleştirilerimi; ama şart da değil.

        Nitekim eleştirdiklerimi benim bağışlama yetkim yok.

        Ona tarih ve millet de karar verecek ileride!

        ***

        Fakat dedim ya…

        Ben olsam, bu şekil şey olmayı sindiremezdim.

        Belki de buradan öyle görünüyor…

        Oradan daha hoştur belki!

        Hakikaten benim hakiki öğretmenimdi!

        İlkten lise bitene kadar yatılı okul; hazırlıkla beş yıl da üniversite.

        O kadar senede “Senin öğretmenin kimdi” diye sorsanız, odur işte.

        Babamı kabristanda bırakıp girdiğim Galatasaray İlk Mektebi’nde, yatakhaneli, yemekhaneli kalabalık evimde, hayata bakışımı, yazıya, okumaya dalışımı, elbet rahmetli annem en başta başım üzerine ama, vicdanlı, muhakemeli insan olma ufkunu ve ihtimalini o gösterdi.

        Bağımsız olabilmeyi, hem birey hem dayanışmacı olabilmeyi, boyun eğmemeyi sanırım en çok ondan da öğrendim. Ne kadar yapabildiysek.

        Boyun eğdirmeye uğraşmayan, yeteneklerine ve yeteneksizliklerine, meraklarına saygı duyan, bir çocuğu önce insan sayan “Hocam”dan.

        Onun müfredatı öncelikle iyi insan olmaya dair şeylerdi.

        Eksiklerim, yanlışlarım elbet benim kusurum, ama kusurlu bir insan olsak da, başkasına saygı duymayı, başkalarının hayatını önemsemeyi, değerli saymayı da sanırım onunla öğrendim.

        Necdet Kut öğretmenim, artık bizim de yaşlandığımız hayatta, öğrencilere, okula sevgisi bürokrasi duvarlarına çarpınca çoktan kenara çekilip atlara sarılmıştı.

        Bu kez yıllarca atlara, at severlere aklını, gönlünü açtı.

        Esasında aklı ve güzel yüreğiyle sarıldığı hayatı; umarım biz öğrencilerine dair derin hayal kırıklıkları olmadan öyle uzun ve dolu dolu yaşamıştır.

        Uzaktan birçoğumuzu izlerdi hep.

        O sıcak gülümsemesiyle el sallayıp son yolculuğuna çıktı.

        Şu yazıyı okusa, yanlışlarımı pek yüzüme vurmadan doğruları yine gösterirdi.

        Tüm kalbimle teşekkür ederim Necdet Hocam!

        Diğer Yazılar