Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Kapına ölüm ve vahşet dayandığında, kapıdakine vuranın kim olduğuna bakmazsın.

        O yüzden, hayata tutunabilmek için gökten yağan bombalara sarılan kim olursa olsun, haksız değildir.

        O an!

        O esnada bunu yargılayacak bir kelimen olamaz zaten.

        ***

        Ortadoğu trajedisinin ciddi bir parçası da bu zaten:

        “Birlikte yaşayamayanlar bölgesi”nde, bir diktatörün yahut bir katliamın üzerine çöktüğü insanların “ABD uçaklarının bombardımanında sevinç çığlıkları da atması!”

        Şimdi 20-22 yaşında asker olarak “Tezkere ordusu”nda cepheye sürülecek çocuklar henüz doğmamıştı; ABD Irak’ı bombalamaya başladığında.

        Yıl 2014. Suriye’yi de ekledi, bombalıyor yine.

        Ve Halepçe’de kimyasallarla katledilenlerden, Saddam’ın ezdiklerine, halklar “sevinç çığlıkları” atmıştı…

        Ne olacak ki, yine atıyor.

        ***

        Zaten hayatın ve ölümün ve bölgenin alev alev bir çelişkisi böyle:

        Misal, “Tezkere”ye oy vermiyorsun ama Kobani’de Amerikan uçakları IŞİD’i bombalayınca “sevinç çığlıkları”na karışıyorsun.

        Misal, IŞİD’i beslemişsin ama hiç sıkılmadan sözde ona karşı “tezkere” çıkarıyorsun.

        Misal, insani yardım için kapıları açıyorsun ama insani acıları şiddetlendirmek üzere de silahlara, çetelere açmışsın o kapıları.

        Eğer yaşamak zaten ölüm gibiyse…

        Bir ilkeye tutunmak da kolay olmuyor.

        Ancak, oyundan oyuna sürükleniyorsan, bazen kendini avcı zannedip bazen bir yemden ibaretsen…

        Bir ilkenin sende tutunması da imkânsız zaten.

        ***

        ABD’nin en büyük gücü de bu olmalı.

        Uçakları, bombaları, parası, pulu bir yana…

        Zaten acısını katmerlendirdiği, hayatını zehir ettiği halkların bir kısmına “sevinç çığlıkları” attırmak!

        Çığlık çığlığa ölüme gömülmüş bir bölgede bir saniyelik bir sevinç çığlığının bile kıymeti tartışılmaz elbette.

        Zaten tartışmıyorum…

        Boğazımda düğümleniyor kelimeler!

        Yüksek düzeyde bir sınıf mücadelesi!

        Ölmeyince daha az dikkat çekiyorlar.

        O yükseklikten onar onar düşmeyince, öyle herkesin sempatisi olamıyor.

        Hakkını, rızkını, emeğinin “karşılığı” demeyelim de, ücretini dahi alamayınca, “Fıtratında var ölüm” denmesine tahammül edemeyen çıkınca “çok ilginç” olamıyorlar.

        Çünkü yerde ölüsü yatarken, “sınıf mücadelesinin yenik ordusu” onlar.

        Ama gökte dirisi mücadele ettiğinde, medyasından holdingine, sermayenin yeşilinden akından beyazına, can sıkıcı bir “hak arama ve sınıf mücadelesi”ne dönüşüyor.

        Hem de, irtifaa bakarsan, vinç üzerindeki işçileri görürsen, “Yüksek düzeyde bir sınıf mücadelesi.”

        Torunlar İnşaat vincinin üzerindeki işçiler, düşmemek için, her gün yeniden yeniden yıkılmamak için, 32’inci kattan betona fırlatılmış 10 arkadaşlarının hatırası için oraya çıktı.

        Elimde, şirketin, nice gazeteyi uçaklara, alanlara sokmayıp sansürleyen THY’nin dergisine, hem de onca ölümden sonra son sayısına verdiği reklam:

        “3 Büyükler Ali Sami Yen’de buluşuyor!”

        Sizin “büyükler” dediğiniz, Metin Oktaylar’ın, Zeki Rızalar’ın, Baba Hakkı ve Şeref Beyler’in onurlu mirası…

        Onlarınki ise, işçileri yere fırlatmış 3 kule:

        “Efsanevi Ali Sami Yen Stadyumu’nun yerinde şimdi yeni bir tarih yazılıyor.

        Yüksek standartlara sahip residence kuleleri, ofis ve bahçe ofisleriyle.

        Büyüleyici İstanbul manzarasının tadını her açıdan çıkarmanız için özel olarak tasarlandı.

        Sizi de İstanbul’un en merkezi yerindeki en özel projeye, Torun Center’a davet ediyoruz.”

        Belki bu davete icabet eder, vinç üzerinde sınıf olan, yüksek düzeyde sınıf mücadelesi yapan işçileri de, oradaysalar hala, görürsünüz.

        Sınıf mücadelesi değilse, ne?

        Oraya çıkıp “Büyüleyici İstanbul manzarasının tadını çıkardıklarını” mı düşünüyordunuz?

        Diğer Yazılar