Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Türkiye'nin siyasal kültüründe militarizmin bu kadar ağırlık sahibi olmasının birçok sebebinden bahsedilebilir. Her toplumsal-siyasal olayda olduğu üzere meselenin tarihsel bir yönünün bulunduğunu söylemek gerekir. Bununla beraber hiç kimse “militarizm”i, tarihimizin bir parçası olduğunu söyleyerek meşrulaştırmaya kalkmasın. Yine hiç kimse bununla tarihimizi suçlamaya da çalışmasın. Her toplumun tarihinde militarizm eğilimlerinin görüldüğü belli dönemlere rastlamak mümkündür ve meselenin Türklükle alakası bulunmamaktadır. Burada önemli olan, o eğilimleri tasfiye edecek sivil dinamiklerin güçlü bir şekilde ortaya çıkması ve siyasal süreçlere hâkim olmasıdır.

        MİLİTARİST EĞİLİMLER

        Militarizmi kısaca tanımlamak gerekirse, toplumsal sistem içerisinde “askeri topluluğun üstün bir konumu olduğuna dayanan” bir anlayış ve bu“üstün zümrenin” “plan ve prensiplerinin” bütün topluma uygulanmasıyla, toplumsal hayatın daha disiplinli ve mükemmel işleyen bir düzene sahip olacağı inanç ve iddiasıdır diyebiliriz. Yani ordu içinde geçerli olan kural, örgütlenme biçimi ve sorun çözme yöntemlerinin, toplumun siyasetten ekonomiye kadar bütün sektörlerinde uygulanması gerektiğini ileri süren düşünce tarzı olarak da ifade etmek mümkündür. Her toplumsal grubun, her cemaatin (community) veya her topluluğun, kendi varlığının bir parçası olan yaşama tarzını benimsemesi, buradan birtakım ilkeler çıkarması sıkça görülebilecek bir durumdur. Ne var ki kapalı toplumsal gruplarda, ünlü siyaset bilimci S.M. Lipset‘in ifadesiyle “soyutlanmış topluluklar”da durum daha da farklıdır. Onlar sadece kendi grupsal niteliklerini önemsemezler daha radikal ideolojik eğilimler gösterirler. Bu durum, ordu gibi kurumlarda, belli tarihsel dönemlerde “zümresel” bir ideolojiye dönüşebilir. Yani toplum, devleti katılım süreçleriyle, siyasal bakımdan saydamlaştıracak süreçleri işletemiyorsa, çoğulcu bir tarzda dönüştüremiyorsa orada sorun ciddileşir. Devlet içinde Örgütlenmiş bürokratik zümre ve onun fiili olarak en güçlü unsuru olan “silahlı bürokrasi” devleti “sivil topluma” karşı bir araç haline getirebilir. Böyle bir tarihsel-toplumsal süreçte devleti “militer” prensiplere göre düzenleyen “askeri bürokrasi” topluma tahakküm eder.

        MİLLİYETÇİLİK VE ÖZGÜRLÜK

        İşte milliyetçilik tarihsel olarak modernleşme sürecinde sivil hak ve özgürlükleri savunan bir ideoloji olarak farklı bir tavır alır. Vatan kavramı, o toprak üzerinde hükümranlığı olan “milli devlet” kavramı, tarihsel bağlarla vatan haline gelen toprağın üzerinde yaşayan yurttaşların eşitliği ve özgürlüğü, milliyetçiliğin hareket noktasıdır. Bu eşit ve özgür yurttaşlar, bireysel olarak kimseye devredilmez, dokunulmaz haklara sahiptirler. “Vasi” kabul etmedikleri gibi, kendi “akıllarıyla” bu haklarını kullanma ehliyetine sahiptirler. Milletleşme süreci, bir anlamda imparatorluk yapılarının evrimiyle oluşan bir aşamadır. Milliyetçilik ideolojisi, milletin eşit yurttaşlardan oluşan bir yapı olduğunu ve onun siyasal örgütlenme tarzı olan “milli devletin” herhangi bir zümrenin tahakkümüne girmesine asla rıza gösteremeyeceğinin bir iddiası olduğu gibi, bürokrasinin “vesayetine” ve “militarizmine” de boyun eğmez. Milliyetçilik ideolojisi milletin hukukuna sahip çıkar. O hukuk içerisinde tek tek yurttaşların bireysel hak ve özgürlükleri kadar, milletin ortak iradesinin hak ve özgürlükleri olan “milli hâkimiyet” ve “demokrasi” de yer alır. Günümüz Türkiye’sinde milliyetçiliği artık geride kalmış bir anlayışla ele alan, öyle zanneden, geri ideolojik zihniyetle militarizme yaklaştırma çabaları boşunadır. Bu çaba içinde olanlar, ancak “cuntacılık” eğilimlerini canlı tutmak isteyenlerin işini kolaylaştırabilir ve tarihe karşı sorumlu olurlar. Milliyetçiler siyaset sahnesinde “millet iradesinin” savunucularıdır, militarizmin tuzağına düşmezler. Düşerlerse milliyetçi olmazlar.

        Diğer Yazılar