Yerel Haber Hattı 0536 266 79 69
KONUŞMAYI BAŞLAT
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

ANIL EMRE / HABERTÜRK

YAZI DİZİSİ 1

Yer ABD Kaliforniya’nın dünyanın teknoloji devlerine ev sahipliği yapmasıyla ünlü Silikon Vadisi. Geçtiğimiz Ağustos ayında, teknoloji şirketlerine yatırım yapan dünyanın en büyük yatırım fonlarından birinin geniş toplantı salonunda, şirketin önde gelen yöneticileri birazdan başlayacak toplantı için hazırlık yapmaktadırlar. Her gün milyonlarca dolarlık yatırımlara imza atan bir fonun yöneticileri için bile bugün oldukça heyecan verici bir gündür. Teknoloji dünyasında büyük ses getirecek bir yatırım için görüşmeler başlayacaktır. Yatırım yapılacak şirket mobil mesajlaşma uygulamaları üreticisi Snapchat’tir. Bankacılar internet dünyasının bu yükselen yıldızına tam 10 milyar dolar değer biçmektedir.

Toplantı odasının kapısı açılır ve şirketin kurucusu yanında bankacılar ve avukatlardan oluşan kalabalık bir ekiple içeri girer. Heyecan doruktadır. Görüşmeler tam başlayacakken şirketin kurucusunun telefonu çalar. Telefonun ekranına bakar ve telefona mutlaka bakmak zorunda olduğunu söyleyerek toplantı salonundan dışarı çıkar. Acaba arayan kimdir? Rakip bir yatırım şirketi mi? Global internet devlerinden bir tanesi mi? Acaba başka bir yatırım fonuyla daha mı görüşülmektedir? Bu büyük yatırım fırsatı ellerinden kaçacak mıdır? Bu ve bunun gibi birçok soru yatırımcı ekibin aklını kurcalamaktayken genç patron kapıda belirir. Toplantı masasına otururken son cümlesini sarfedecek ve son yılların en önemli finansman görüşmelerinden birinin başlaması için telefonunu kapatacaktır. Herkes son cümleyi duymak için kulak kesilir: “Tamam anne merak etme, akşam yemeğine geç kalmayacağım.”

Hikayemiz gerçek olsa da telefon görüşmesi kısmının kurgusu bana ait. Ancak hiç de akla uzak bir ihtimal değil. Çünkü teknoloji dünyasının son yıllardaki yükselen yıldızı, 2011 yılında kurulan ve şimdiden milyarlarca dolar değer biçilen Snapchat şirketinin kurucusu Evan Spiegel sadece 24 yaşında. Bahsettiğimiz yatırım fonu Kleiner Perkins tarafından geçen yılın Ağustos ayında yatırım yapılan şirket, bugünlerde 500 milyon dolarlık bir yatırım için yeni fonlarla görüşüyor ve değeri 19 milyar dolar olarak hesaplanıyor.

3 KUŞAKTA DEĞİL 3 YILDA MİLYARDER OLANLAR

Evan Spiegel 20’li yaşlarında milyar dolarlarla oynayan genç dahilere tek örnek değil. Kurulduğu 2004 yılından beri dünya gündeminden düşmeyen ve bugün itibariyle 210 milyar dolar piyasa değerine sahip halka açık bir şirket olan Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg, şirketi kurduğunda sadece 20 yaşındaydı. 20 milyar dolar değer biçilen ünlü kısa dönem konaklama servisi şirketi AirBnB’yi 2008 yılında 2 arkadaşıyla birlikte kuran Brian Chesky sadece 27 yaşındaydı. 1998 yılında meşhur garajlarında Google’ı kuran Larry Page ve Sergey Brin sadece 25 yaşındalardı. Örnekleri daha da çoğaltmak mümkün. Son yıllarda global internet kullanımının rekor düzeylere ulaşması ve mobil cihaz sayılarının artması nedeniyle bu tarz başarı hikayelerinin sayısı hızla artıyor. Genç dahilerin yaşı gittikçe küçülüyor ve şirketlerinin milyar dolarlık seviyelere ulaşma süresi gittikçe kısalıyor. Genç girişimciler dünyada para kazanmanın kurallarını tamamen yeniden yazmış durumda. 3 kuşakta ancak milyar dolarlık seviyelere ulaşabilen sanayici ailelerin gıptayla dinlenen hikayeleri yerini 3 yılda milyarlarca dolar değer yaratabilen genç mühendis ekiplerine bırakmış durumda.

Bu sebepledir ki dünyanın en iyi beyinlerinin, en prestijli üniversitelerin mezunlarının tercihlerinde ilk sıralardaki finans ya da hukuk gibi köklü alanlar yerlerini hızla teknoloji şirketlerine bırakmaya başladı. Özellikle Zuckerberg jenerasyonuyla birlikte oyunun yeni kuralı artık girişimcilik, yani kendi şirketini kurmak. Dünyanın çeşitli ülkelerinde birkaç gencin bir araya gelerek kurduğu yazılım geliştirme, mobil uygulama geliştirme ve e-ticaret şirketleri (start-up’lar) milyarlarca dolarlık değerlere ulaşıyor.

Çoğu ülke ekonomisinden büyük değere sahip Apple’ın yakında 1 trilyon dolar piyasa değerine ulaşmasının beklendiği bir dünyada, teknoloji alanında girişimci olmanın tüm gençlerin hayallerini süslemesi gayet doğal. Türkiye de farklı değil. Ülkemizden yükselmeye başlayan müthiş bir gençlik enerjisi ve girişimcilik ruhu var. Her yıl düzenlenen onlarca girişimcilik zirvesinde yüzlerce genç fikirlerine yatırım bulmak için yarışıyor. Endeavor, E-Tohum, Girişimcilik Fabrikası gibi platformlar gençlerin fikirlerini bir iş planına dönüştürmesine ve yatırımcılarla bir araya gelip, fikirlerini maddi destek bularak hayata geçirmelerine yardımcı oluyor. Üniversitelerin girişimcilik klüpleri gençlerde farkındalık yaratmaya çalışıyor, Türkiye Girişimcilik Vakfı gibi kurumlar girişimciliği gençlere erken yaşlarda aşılamak için çalışmalar yapıyor. Galata İş Melekleri, BIC ve Keiretsu gibi melek yatırımcı ağları, bireysel yatırımcıların bir araya gelerek gençlere maddi destek sağlamasına öncülük ediyor. Popüler deyimiyle ‘ekosistem’imiz, yani girişimciler ve yatırımcıların buluştuğu, internet ve teknoloji alanında her gün parlak fikirlerin türediği, yenilikçi çözümlerin bulunduğu, farklı girişimlerin hayata geçtiği ortam Türkiye’de hızla büyüyor. Peki odağında teknoloji ve internetin olduğu modern anlamıyla girişimcilik için ideal bir ülke miyiz? Bu alanda başarılı olmanın sırları neler? Türkiye’den milyar dolarlık girişimler çıkarabilir miyiz? Silikon Vadisi’nden hangi dersleri almalıyız? Tüm bu soruların cevabını bulmak ve geleceğin sektörü olarak gösterilen, hatta bugünümüzü de yeniden şekillendiren internet ve teknoloji odaklı girişimciliğin Türkiye’deki ve dünyadaki mevcut durumunu ve geleceğini masaya yatırmak için ülkemizde bu konuda ‘guru’ sayılabilecek 5 ismin kapısını çaldım. Mynet’in kurucusu Emre Kurttepeli, Pozitron’un kurucusu ve Monitise’ın CEO’su Fatih İşbecer, Markafoni’nin kurucusu Sina Afra, melek yatırımcı Hasan Aslanoba ve Airties’ın kurucusu Bülent Çelebi ile 4 gün boyunca Türkiye’de ve dünyada girişimci olmayı konuşacak ve geleceğe ışık tutmaya çalışacağız. Girişimcilik ruhu sınır ve sektör tanımaz ancak bizim bu dizide inceleyeceğimiz konu yenilikçi, ileri teknolojiden yararlanan, içinde bir AR-GE (araştırma geliştirme) faaliyeti barındıran, internet ve teknoloji alanlarına odaklanmış türde bir girişimcilik. Dolayısıyla yazı dizimizde ‘girişimcilik’ kavramını kullandığımız zaman bu tarz bir girişimciliği kastettiğimizi hatırlatmakta fayda var.

İLK ADIMI ATMAK

Hayatta her alanda olduğu gibi girişimcilikte de en zor olan ilk adımı atabilmek. Sina Afra, uzun yıllar global internet devi eBay’de çalıştıktan sonra 2008 yılında iki ortağıyla beraber kurduğu alışveriş sitesi Markafoni’yi Türkiye’nin e-ticaret devlerinden biri haline getirmiş, 2014 yılında tüm hisselerini satarak yeni maceralara atılmaya karar vermiş, kendi deyimiyle bir ‘seri girişimci’. Bugünlerde melek yatırımcılık yapıyor, şu anda 17 aktif yatırımı bulunuyor. Yani sık sık genç girişimcilerle görüşüyor, hayata geçirilmek istenen yüzlerce fikir dinliyor. Afra’ya daha yolun başında olan, parlak bir fikre sahip ve tek sermayesi beyni olan bir gencin, fikrini bir girişime nasıl dönüştürebileceğini soruyorum. Türkiye’de girişimciye maddi destek sağlayacak üç temel kaynak olduğunu belirtiyor ve sıralıyor: “Aile ve arkadaş çevresi. ‘Melek yatırımcı’ olarak adlandırdığımız bireysel yatırımcı tipi. Ve de bu işi kurumsal olarak yapan girişim sermayesi şirketleri.” Girişimci henüz sadece fikir aşamasındaysa, tek şansının ailesi veya arkadaşlarından maddi destek bulmak olduğunu söylüyor: “ Yatırımcılar salt fikre bakmaz. Fikir herkeste var. Bir fikir dünyayı değiştirebilir ancak asıl farkı yaratan fikrin nasıl hayata geçirildiğidir.” Afra’ya göre Türkiye’de aile ve arkadaş çevresinden maddi destek almak, girişimcilerin çok büyük bir kısmı için bir opsiyon değil: “Konuştuğum 10 kişiden 9’u aile ve arkadaş çevresinde kendisine maddi destek verebilecek birinin olmadığını söylüyor.” Destek bulunsa bile bunun çok ağır koşullarda olabileceğini belirtiyor: “ ‘Parayı veriyorum ama yönetim kuruluna gireceğim’ der, şirketin çoğunluğunu ister, şirketin idaresine karışır, bunlar hep Türkiye gerçekleri maalesef.”

GİRİŞİMCİLERİN KORUYUCU MELEKLERİ

Aile ve arkadaş çevresi dışında girişimcilerin en büyük destekçisi melek yatırımcılar. Paraya ihtiyacı olan girişimcilere, kontrolü ele geçirmeden, azınlık hisseleri karşılığında parasal destek sağlayan, sadece maddi yardımla sınırlı kalmayıp vizyonunu, çevresini ve deneyimlerini de girişimcilerle paylaşarak hem yatırımcılık hem de mentorluk yapan bireysel yatırımcılara melek yatırımcı deniyor. Ancak bir girişimcinin melek yatırımcılardan maddi destek bulması için fikrini az da olsa hayata geçirmeye başlamış olması, en azından bir ürün prototipi veya pilot uygulama gösterebilmesi gerekiyor. Kendi sektöründen örnek veriyor Afra: “Benim bir e-ticaret fikrim var. Ben bu fikri hayata geçirdim, bir site kurdum. Üç tane satış yaptım, iki fatura kestim dediğiniz anda çok daha sıcak bakılmaya başlanır.”

İNTERNETİN BABA FİGÜRÜ

Emre Kurttepeli Türkiye’deki internet camiası ve girişimcilik ekosistemi için adeta gerçek bir ‘baba figürü’. Aile şirketleri İpragaz’da 5 yıl çalıştıktan sonra 1998’de kurduğu Mynet sayesinde Türkiye’yi e-posta ile tanıştıran Kurttepeli, şirketini 26 milyon kullanıcıyla Türkiye’nin lider internet portalı haline getirdi. Ancak Türkiye’deki girişimcilik sisteminin büyümesine katkısı Mynet’in çok ötesinde. Türkiye’nin internet piyasasının dünyaya açılmasına öncülük eden Kurttepeli, birçok genç şirketin hem yurtiçi hem de yurtdışından yatırımcı bularak büyümelerinde önemli rol oynamış. 50’den fazla genç şirkete yatırım yapan Kurttepeli aynı zamanda ülkemizdeki girişimciliğe dair neredeyse tüm platformlarda ya başkanlık ya da kıdemli üyelik yapıyor. Aynı zamanda Türkiye’nin en büyük melek yatırımcı ağı olan Galata İş Melekleri’nin kurucusu. Girişimcilerin yola nasıl çıkmaları gerektiğini sorduğumda; ‘test edilmiş fikirlerle’ yanıtını veriyor: “Girişimcilerde gördüğüm en büyük sorun hiçbir veri üzerinden konuşulmaması. Toplantıya ilk girdiğimde şöyle derim, ‘bence’ kelimesini yasaklamalıyız. Bu fikir bence tutar yeterli bir açıklama değil. Hedef kitlenizi, kaç kişiye ulaşabileceğinizi sağlam verilere oturtabilmeniz lazım ve fikrinizi test etmiş olmanız lazım.”

Emre KURTTEPELİ - Anıl EMRE

SÜPER MELEK’

Hasan Aslanoba da Kurttepeli gibi sanayici bir aileden geliyor. Uzun yıllar aile şirketleri olan Erikli Su’da CEO’luk görevi yapan Aslanoba, hisselerini Nestle’ye sattıktan sonra uzun süredir meraklı olduğu girişimcilik dünyasına giriş yapmış. 2013’ün başında yatırımlarına başlayan Aslanoba bugün Türkiye’nin en önemli melek yatırımcıları arasında. Şu ana kadar 65 şirkete 60 milyon dolar yatırım yapan Aslanoba’ya camiada ‘süper melek’ deniliyor çünkü neredeyse haftalık olarak yaptığı yatırımlarla yatırım fonlarını bile geçmiş durumda. Henüz fikir aşamasında yatırım yapıp yapmadığını sorduğumda kişisel yatırımcılık anlayışının olgunlaşma sürecini de anlatıyor: “İlk başladığımda fikirlerden çok etkileniyordum. ‘Vay müthiş bir fikir bu’ diyordum. Sonradan o kadar çok fikir gördüm ki, üzerine bir de yurtdışındaki örneklerini de görünce fikirlerden artık hiç etkilenmemeye başladım. Artık yatırım yapmak için o işin denenmiş ve tutmuş olduğunu görmem lazım.”

Hasan ASLANOBA

MOBİL DEDİĞİMİZDE BİZE GÜLDÜLER”

Fatih İşbecer, 2014 yılının başında İngiliz Monitise ile birleşen, özellikle finans ve mobil ticaret alanında kurumsal şirketlere mobil uygulamalar üreten Pozitron’un kurucusu. 2000 yılında başladığı macerası, başarının hemen gelmeyebileceğinin ancak sabredilirse büyük başarılar yakalanabileceğinin göstergesi. İlk 5 yıl yazılım işiyle uğraşan İşbecer ve ekibi, istediklerini bulamıyorlar. Rekabetin az olduğu ve yüksek büyüme potansiyeli olan bir alan arayışında olan ekip, 2005’te o alanı buluyor: Mobil internet. “İlk mobil dediğimizde bize güldüler” diyen İşbecer, başarılarının sırrını çok çalışmak kadar “paradigma değişikliğinde orada olmak” olarak tanımlıyor: “2005 ve 2006’da kurumlara özel mobil uygulamalar yapmak için aklınıza gelebilecek tüm şirketleri gezmiştik. Tam o sırada 2007’de Iphone çıktı. Çıkınca herkes aramaya başladı, ‘Fatih sizin uygulama Iphone’da da çalışıyor muydu?’ diye. Böylece büyük bir ivme yakaladık.” Gerisinin de inanılmaz bir hızla geldiğini anlatıyor İşbecer: “Sonra Android çıktı. Sonrasında Ipad. Derken 3G hızında internet geldi. Şimdi de 4G’ye hazırlanıyoruz, bu da müthiş bir atılım yaptıracak mobil internete.” Şu anda mobil ödeme uygulamaları üreten Monitise’ın Türkiye, Ortadoğu ve Afrika CEO’luğunu yapıyor, aynı zamanda da melek yatırımcı.

Fatih İŞBECER

SİLİKON VADİSİ EMEKTARI

Bülent Çelebi ise yeni başlangıçlar yapmak için hiçbir zaman geç olmadığının canlı örneği. 20 yıldan uzun süre yaşadığı Silikon Vadisi’nde önemli bir teknoloji şirketinde üst düzey yöneticiyken, eşini ve iki çocuğunu alarak 2003 yılında Türkiye’ye dönen Çelebi, Türkiye’de ve birçok ülkede pazar lideri olan modem üreticisi Airties’ın kurucusu. Silikon Vadisi’nde yatırımcıların ‘Burada kal şirketine yatırım yapalım’ tekliflerine rağmen ülkesine dönen Çelebi, hiç bilmediği bir pazarda, yıllardır yaşamadığı bir ülkede en tepeye tırmanabilmiş olmasıyla bir ilham kaynağı. Başarısının sırrını ise ‘küçük başlamak’ olarak tanımlıyor: “ Çok özel bir alan bulun, bu alanda uzmanlaşın, bu uzmanlığınızla piyasadaki bir ihtiyacı karşılayın ve bu deneyiminizi başka ülkelere taşıyın.”

Bülent ÇELEBİ

 

YAZI DİZİSİ 2

Ülke ekonomilerinden daha değerli teknoloji şirketleri

Türk yatırımcısının girişimciliğe bakışı... İnternet şirketleri neden bu kadar değerli? Ve başarıya ulaşmak için ekip çalışmasının önemi...

Dün Türkiye’de parlak fikirlerini bir işe dönüştürmek isteyen girişimcilerin ilk adımı nasıl atacaklarını konuşmuş, aile ve arkadaş çevresi dışında en büyük desteği melek yatırımcı tabir edilen, kendi şahsi parasının yanında bilgi birikimi ve tecrübeleriyle de girişimcilere destek olan yatırımcılardan aldıklarını söylemiştik. Ancak Türkiye’deki melek yatırımcı sayısı oldukça az. Markafoni’nin kurucusu Sina Afra bu konseptin Türkiye’de hala çok yeni olduğundan bahsediyor: “Henüz 2-3 tane melek yatırımcı ağı var. Bu ağlara dahil olmayan yatırımcılar da dahil Türkiye’de toplam yatırımcı sayısı 250’yi geçmez. Bu büyüklükte bir ülkede rahatlıkla 5000 olması lazım.” Melek yatırımcılıkla ilgili en büyük problemin sayıca azlık olduğuna Mynet’in kurucusu Emre Kurttepeli de katılıyor: “Melek yatırımcıların yatırdığı meblağlar Amerika ile pek farklı değil, orada da genelde 30 ile 50 bin dolar arasında. Ama orada sayıca çok daha fazla. 200 bin melek var, 50’şer bin dolar koysalar 10 milyar dolarlık bir kaynak oluşmuş oluyor.”

Girişimcileri finanse edebilecek bir diğer kaynak ise girişim sermayesi (venture capital) şirketleri. Melek yatırımcılar şahsi mal varlıklarından yatırım yaparken, bu şirketler, bireysel ve kurumsal yatırımcılardan topladıkları paralardan oluşan fonları kullanıyorlar. Dolayısıyla melek yatırımcılara göre çok daha yüksek boyutlarda yatırımlar yapıyorlar. Bu bütün dünyada böyle ise de Türkiye’de durum farklı. Türk girişim sermayesi şirketlerinin sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az ve boyutları yabancı fonlarla kıyaslanamayacak kadar küçük. Afra’nın yaptığı kıyaslama aradaki uçurumu gözler önüne seriyor: “Bu şirketlerin Türkiye’de internete ayırdıkları toplam para 100 milyon dolar harcadıkları belki 50. Amerika’da 50-60 milyon dolarlık fonlar mikro yani en küçük boyutta sayılıyor. Bizde toplam ülke hacmi bu kadar.”

SEKTÖRÜN NEFESİ BİRKAÇ MİLYON DOLARLIK

Parasal kaynaklar bu kadar kısıtlı olunca girişimcinin önündeki en büyük engel de para bulmak haline geliyor. Afra’ya göre Türkiye’de sektörün nefesi erken kesiliyor: “ 10 milyon doların üzerindeki yatırımları finanse edecek bir yapı oluşmadı bu alanda. Türkiye’de sektörün nefesi birkaç milyon dolardan sonra yetmiyor. Ne Türkiye’nin büyük grupları, holdingleri bu işe bu boyutta para yatırıyor ne de yerli fonlar. Türkiye’de e-ticaret alanındaki en büyük 10 şirketin 8’i yabancı yatırımcıdan kaynak bulabildi. Markafoni, Yemeksepeti, Biletix, Gittigidiyor bunların hepsi yabancı yatırımcılardan para buldular. Dolayısıyla Türkiye’de sektörün nefesi 2-3 milyon dolardan sonra yetmiyor.”

KAR DEĞİL DEĞER ODAKLI BAKABİLMEK

Peki neden hala bu alanda yeterli yatırım yok? Büyük sermayedarlar, Türkiye’nin önde gelen sanayici ve işadamları, çok küçük yatırımlardan milyarlarca dolarlık değerler yaratma potansiyeli taşıyan bu alana neden hala girmiyor? Kurttepeli’ye göre bu isteksizlik Türk iş dünyasının alışkanlıklarından kaynaklanıyor: “ İş dünyamız yıllarca hep rekabetçi ürün geliştirmeye yönelik değil, rekabeti azaltmaya yönelik hareket etmiş. Halbuki rekabete açık olduğu zaman AR-GE yapması gerekiyor, yatırım yapması gerekiyor. Bunlara gerek olmayınca da kimse ben bir yatırım yapacağım, 9 yıl kar etmeyecek ama 10 yıl sonra beni ihya edecek diye düşünmüyor, anlık düşünüyor.” Halbuki girişimciliğin kar etmeye odaklı değil, değer yaratmaya odaklı olduğunu söylüyor: “Değer yaratmaya odaklı olduğunuz zaman da gelecek yıl edeceğiniz kar değil, 5-10 yıl sonra yaratmış olduğunuz yüksek değer, edeceğiniz kat be kat üstün kara odaklanılır. Bugünün global internet devleri çok uzun yıllar zarar ederek çalıştılar. Büyük internet şirketleri çok uzun süre para kazanmadılar. Twitter yıllarca zarar etti. Amazon yeni yeni para kazanmaya başladı. Ancak milyarlarca dolarlık değerler yarattılar. Türkiye’de bunu söyleseniz hangi deli 10 sene sonraki kar için para yatırır tepkisiyle karşılaşabilirsiniz. Hala baktığınız zaman birkaç yılda paramı mutlaka geri almalıyım diye düşünülüyor. Öyle olunca emlak işine gir, inşaat yap. Bunların da ekonomiye dönüşü sıfır.”

Melek yatırımcı Hasan Aslanoba’ya göre bu alana yatırım yapmak ‘dijital zeka’nızın gelişmiş olmasına bağlı: “Dijital ekonomi farklı bir alan. Burada ticari zeka yeterli değil, dijital zekaya sahip olmanız gerekiyor. Bu belli bir zaman, bir birikim, bir bilinçlenme gerektiriyor. Şu anda temel sorun, eski nesil zenginlerde henüz bu dijital zekanın oluşmamış olması. Ama zamanla iyi eğitimli yeni nesil, biraz da aile işlerinden sıkıldıklarında bu alana çok daha fazla ilgi gösterecekler. Başarı hikayelerinin ortaya çıkmasıyla bu alana daha çok yatırım yapılacak. İnternet zenginimiz hala çok az. Sadece birkaç kişi var. Bu ekosistem ancak hem parası olan hem de dijital zekası yüksek insanlar tarafından büyütülebilir. ” Benzer bir saptamayı Kurttepeli de yapıyor: “Melek yatırımcılar genelde internet şirketlerinden para kazanan, yatırım yaptıkları genç şirketler piyasanın büyük oyuncuları tarafından satın alınacağı zaman hisselerini satarak çıkış yapıp kar eden insanlardır. Ve bu parayla ekosisteme geri dönerler. Türkiye’de bu tarz çıkışların sayısı o kadar az ki. Yılda iki tane olsa herkes havalara uçuyor. Ekosistemimizin gelişmesi için bu tarz çıkışların artması gerekiyor.”

Anıl EMRE- Hasan ASLANOBA

YATIRIM İÇİN MUTLAKA BACADAN DUMAN ÇIKACAK”

Pozitron’un kurucusu ve Monitise’ın CEO’su Fatih İşbecer, Türk yatırımcısının vizyona yatırım yapmakta çekingen davrandığını anlatıyor: “Ciro olmadan, varlık bile olmadan, arsa yok, fabrika yok, kimse yatırım yapmaz. Mutlaka bacadan duman çıkacak bizde, eski usul. Bizde sermayenin toplandığı kuşak eski kuşak olduğu için onların çocukları, torunları ancak girecek belki.”

Gerçekten de teknoloji dünyasında yatırımcılığın kuralları farklı işliyor. İnternet veya mobil uygulama şirketlerine yatırım yaparken kural ciroya ve karlılığa bakmak gibi klasik yatırım metotlarıyla hareket etmek değil, vizyon satın almak, o işin potansiyelini satın almak. Yatırımcılar para yatırdıkları bir şirketin uzun süre herhangi bir ciro yapmamasına hatta sürekli olarak zarar etmesine göz yumuyorlar. Neden? Çünkü karlılıktan önce trafiğinizi yani kullanıcı sayınızı artırmanız önemli. Ne kadar çok insan sizin ürününüzü kullanıyorsa, ne kadar çok insana ulaşabiliyorsanız o kadar büyük değer yarattığınıza ve bunun o kadar kolay paraya çevrilebileceğine inanılıyor. Snapchat buna güzel bir örnek. Özünde bir mobil mesajlaşma uygulaması olan Snapchat’in farkı gönderdiğiniz fotoğraf, video ya da mesajın 10 saniye içerisinde karşı tarafın telefonundan silinmesi. Kurulduğu 2011 yılından beri Snapchat hiç para kazanmıyor. Yanlış duymadınız, bir sent bile kazanmıyor, hiçbir cirosu yok. Peki neden 19 milyar dolara yakın değer biçiliyor? Çünkü Snapchat’i geçtiğimiz yıl dünyada 171 milyon insan aylık olarak kullanıyordu. Bu da demek ki Snapchat reklam satmaya başladığı zaman 171 milyon genç ve dinamik tüketiciye ulaşabilecek. Bu akıl almaz bir reklam gelirini beraberinde getiriyor. Reklam gelirleri ise sadece başlangıç. Yüz milyonlarca insanın Snapchat üzerinden birbirlerine şarkılar, videolar, haberler, kısa filmler gönderdiğini düşünün. İnsanların birbirlerine para yollayabileceğini düşünün. Kısacası Snapchat’in para kazanabileceği kanallar sonsuz. Bu da başta söylediğimiz, teknoloji dünyasının altın kuralına ticari anlamda meşruiyet kazandırıyor, önce trafik sonra kar.

GOOGLE’IN DEĞERİ TÜRKİYE’NİN YARISI
Bu yaklaşım internet şirketlerinin değerinin neden bu kadar yüksek olduğunu da açıklıyor aslında. Bu şirketlerin bazıları birçok ülke ekonomisinden daha büyük ekonomik değerler yarattılar. Çok yakında 1 trilyon dolar piyasa değerine ulaşacağı tahmin edilen Apple eğer bir ülke olsaydı bu değerle dünyanın en büyük 16. ekonomisi olurdu. İnternet şirketleri de astronomik değerlere sahip. Arama motoru Google’ın piyasa değeri yaklaşık 400 milyar dolar. Afra’ya 40 bin çalışanı olan Google’ın değerinin nasıl 77 milyon kişinin yaşadığı ülkemizin gayrisafi yurtiçi hasılasının yaklaşık yarısı kadar bir değere sahip olabildiğini sorduğumda, kullanıcı sayılarıyla cevaplıyor: “ Google’ı dünyada her gün 750 milyon kişi kullanıyor. Bu değerlemeleri belirleyen sadece cironuz, yaptığınız kar, sahip olduğunuz varlıklar değil. Facebook, Twitter, Whatsapp, hepsi için geçerli bu. Bunlar dünyanın yüzde 10’u, yüzde 5’i, yüzde 8’i gibi inanılmaz rakamda insanın hayatına bizzat dokunabildikleri için böyle değerlere sahipler.” Global internet ve mobil uygulama devlerinin kullanıcı sayıları gerçekten müthiş boyutlarda. Facebook 1.4 milyar insan tarafından kullanılıyor. Whatsapp’ın 700 milyon kullanıcısı var. Twitter’ın ve Instagram’ın ise 300’er milyon.İşbecer, kendi alanı olan mobil uygulama sektörünün ulaştığı akıl almaz boyutları anlatıyor: “Piyasada aktif dolaşan 650 milyondan fazla Iphone var. Bunun 2 katı da Android var. 2 milyar cihaz ediyor. Gidip yatırımcıya ben potansiyel olarak 2 milyar insana app’imle (mobil uygulama)  ulaşabiliyorum dediğin zaman hiçbir yatırımcı bunu sorgulayamıyor, çünkü başarı hikayeleri ortada, yeni fırsatları da kaçırmak istemiyorlar.”Görüldüğü gibi özellikle mobil yani taşınabilir teknolojilerin yaygınlaşmasıyla yeni internet ve mobil uygulama fikirlerine olan talep bir çığ gibi büyüyor. Konuştuğum tüm isimler bu alanda alınacak daha çok yolun olduğunu, pastanın gittikçe büyüyeceğini ve dünyanın çok sayıda iyi yetişmiş genç mühendise ihtiyaç duyacağını belirtiyor. Yani Türkiye de dahil dünyanın her yerinde, bu alanda kendini yetiştirecek gençlerin önü oldukça açık. Peki bu gençler başarıyı nasıl yakalayacaklar? Reçetenin başında ‘iyi bir ekibinizin olması’ var. 

“BU İŞ BİR EKİP İŞİDİR”
İşbecer bu alanda bireysel olarak başarı yakalamanın asla mümkün olmadığını, başarı hikayelerinin arkasında her zaman iyi ekipler olduğunu anlatıyor: “ Bütün teknoloji firmalarının ortak paydası, bu işin bir ekip işi olmasıdır. Bu işe ilk başladığımızda 7 kişiydik, şimdi 192 kişiyiz. Sizi yarı yolda bırakmayacak bir ekip gerekiyor.” İşbecer’e göre yetenekli ve iyi yetişmiş mühendisler barındırmayan bir ekibin başarılı olması zor: “Hem kurucunun hem de ekibin gerçekten çok iyi mühendisler olmaları lazım. Orta kalite bir mühendisle iyi bir iş çıkartamazsınız. Bir fabrikada en kritik olay en iyi makinelere sahip olmaksa bizde de en iyi mühendise sahip olmak.” Aslanoba da yatırımcıların fikir kadar ekibe de yatırım yaptığını söylüyor: “Kurucuların o şirketi çok ileri noktalara taşıyacaklarına yatırım yaparsınız, o ekibe inandığınız için yatırım yaparsınız. Fikir iyi olsa da ekibin o fikri hayalinizdeki noktaya ulaştıramayacağını düşünürseniz asla yatırım yapmazsınız.” Yatırım yaptıkları ekibin günlük işlerine ne kadar müdahil olduklarını sorduğumda, şirketi yönetebilmek amacıyla yatırım yapılmadığını söylüyor Aslanoba: “ Zaten günlük işlerine karışmamız gerekiyorsa yanlış kişilere yatırım yapmışız demektir. Biz genel strateji konusunda, büyüme planlarıyla ilgili olarak fikirlerimizi söyleriz, ama günlük işlere karışmayız.” Ve ideal bir ekibin tarifini yapıyor: “ Pazarlama, business yönü çok gelişik bir girişimciyle, bilgi teknolojileri konusunda ileri yetkinliği olan bir girişimcinin bir araya gelmesi ideal çekirdek ekibi oluşturur. Saha operasyonu da gerektiren bir işse bu ikiliye mutlaka sahayı iyi koklayan ve yöneten bir girişimcinin katılması gerekir.” İşbecer, girişimcilerin belli bir noktadan sonra tüccarlaşması gerektiğini belirtiyor: “Türkiye çok zor bir pazar. İhracat yapmazsanız sadece içeride çalışırsanız belli bir büyüklüğü geçmeniz çok zor.” Pozitron Türkiye’nin önemli banka ve şirketleriyle çalışma olanağı yakalamış ancak İşbecer piyasadaki çoğu şirketin hala yerel oyunculara yeterli şansı tanımadığını ifade ediyor. Dolayısıyla Türkiye’deki girişimcilerin önündeki önemli bir zorluğu da, piyasadan yeterince destek bulamamak olarak tespit ediyor:“ Türkiye’de satın almacılar yerli firmayla iş yapmayı sevmez. Anadolu Kaplanları diyoruz ya, hepsi ihracatçıdır. Bu işlerde de aynı mantık söz konusu, kurumsal olarak satabileceğiniz bir ürününüz veya uygulamanız varsa, çoğu zaman sizinki hem teknik olarak daha iyi hem de ucuz olmasına rağmen yabancı ürün tercih edilir.”  Bu gerçek Pozitron’un Monitise ile birleşmesinin altında yatan en önemli faktörlerin başında geliyor. Nitekim daha önce de yurtdışı deneyimi olan, global internet devi Ebay’in Rusya ve Brezilya’daki mobil uygulamalarını üreten ekip, Monitise ile birleşmelerinden sonra ağırlığı yurtdışı aktivitelerine vermeye başlamış. Ortadoğu bölgesinden 4 önemli bankayı müşteri portföyüne eklemiş. Bu sebeple girişimcilerin yurtdışına açılmasının belli bir noktadan sonra hayati önemde olduğunu ifade ediyor: “ Türkiye’de büyümeniz sınırlı olabilir ancak yurtdışına açıldığınızda önünüzde sonsuz seçenek vardır.” 

 

YAZI DİZİSİ 3

Milyar dolarlık girişimler ancak global cazibeyle yaratılabilir

Fikirlerinizle dünyaya nasıl açılabilirsiniz? Paylaşım ekonomisi hayatımızı nasıl değiştirdi? Dijitalleşme yoluyla güven... Girişimcilik dünyasının guruları başarının sırrını anlatmaya devam ediyor

Yazı dizisi için konuştuğum genç girişimcilerin çoğu ‘globale açılma’ yani yarattıkları ürünü yurtdışında da satabilme hayallerinden bahsediyor. Mynet’in kurucusu Emre Kurttepeli’ye yurtdışına, genç girişimcilerin deyimiyle ‘globale açılma’nın püf noktasını soruyorum. Kolay olmadığını, ancak bir reçetesinin olduğunu belirtiyor: “Global bir fikriniz olduğunu iddia ediyorsanız altını doldurabilmeniz gerekiyor. Ürününüzü, mobil uygulama, internet şirketi ya da bir teknolojik icat hangisi olursa olsun, ilk günden itibaren globale yönelik dizayn etmediğiniz zaman sonradan değiştirebilmeniz çok zor.” Ürünün daha dizayn aşamasında yurtdışında da rahatlıkla kullanılabilmesini sağlayacak, evrensel bir yaklaşımla hareket edilmesi gerektiğini anlatıyor: “Ürünü iç pazara, Türkiye’deki insanların kullanımına göre dizayn ediyorsun. Peki ben Çinliye bunu nasıl satacağım? Zaman geçtikçe bütün ekip burası için üretmek üzere uzmanlaştığı için değişim de çok zor oluyor. İngilizce dil opsiyonu koymakla iş bitmiyor. Ama ilk baştan itibaren iyi bir ürün global bir dizaynla yapılırsa potansiyeli çok daha yüksek. Böyle olunca finansman bulma olanağı da değişiyor. Sadece buraya yönelik satışçı işe aldığınızda daha ucuz. Globale yönelik bir ekip kuracağım dediğiniz zaman çok daha pahalı. Ancak ürün en başında iyi olursa zaten o fonu da buluyor, yabancı da finanse etmek istiyor, sorun kalmıyor.” Türkiye’den milyar dolarlık değerler çıkacaksa, global cazibesi olan işlerle çıkabileceğini, kendisinin de yatırım yaptığı işlerde az da olsa global bir nitelik aradığını söylüyor.

Asıl büyük değerleri yaratacak olan global cazibe olsa da, Türkiye’de yatırım daha çok bir yerel unsur barındıran işlere gidiyor. Kurttepeli bunları ‘dışa karşı korunaklı işler’ olarak tanımlıyor: “ Özellikle e-ticaret işlerinin çoğunluğu bu şekilde. İşinizin lojistik gereksinimleri varsa, bir yerden bir yere taşıma gerektiriyorsa bunu zaten çoğunlukla ülke içinde yapmak zorundasınız. Amerika’dan 5 dolara bir eşya alsanız buraya size gelişi 25 dolar oluyor, bu yüzden bu ürünü lokal bir şirketten almanız gerekiyor. Burada da nihai hedef yeterince büyüyüp Amazon gibi dev bir e-ticaret şirketi tarafından satın alınmak.” Melek yatırımcı Hasan Aslanoba, dışa karşı korunaklı işlere yatırım yapmayı bir çeşit savunma mekanizması olarak görüyor: “Bazı işlerde her zaman dünya devlerinin tehdidi altındasınızdır. Sosyal medya gibi. O yüzden ben yatırımlarımda lokal zorluğu olan, mutlaka bir lokal operasyon gerektiren fikirleri tercih ediyorum. Dünya devlerinin Türkiye’ye açılmaya karar verdikleri anda sizi ezemeyeceği bir iş olmasını tercih ediyorum. İlla ki bir operasyonel güçlüğü olması gerekiyor ki dünya devi geldiği zaman sizi hemen yutamasın.”

TÜRKİYE’DEN FACEBOOK ÇIKAR MI?

Bu da bizi meşhur “Türkiye’den bir Facebook çıkar mı” sorusuna getiriyor. Üstad girişimciler bu konuda çok da umutlu değil. Monitise’ın CEO’su Fatih İşbecer, böyle büyük bir sosyal iletişim ağını kaldırabilecek fiziksel altyapının mevcut olduğunu, dolayısıyla teknik anlamda çıkabilmesinin mümkün olduğunu anlatıyor: “2007’ye kadar mümkün değildi. Türkiye’de böyle bir sistemi kaldıracak teknik altyapı yoktu. Fakat bulut bilişimin (çok büyük miktarda veriyi internet üzerinden saklamanızı sağlayan teknoloji) ortaya çıkmasıyla birlikte insanlık tarihinde ilk defa coğrafi farklılıklar ortadan kalktı. Şimdi kredi kartı olan Amazon’dan bu servisi aldığı anda Kaliforniya’da da olsa, Zambiya’da da olsa aynı teknik altyapıya sahip. Bundan sonrası sadece kullanıcıya ulaşmak.” Türkiye’den çıkacak Facebook’vari bir devin önündeki en büyük engel para. Çünkü bu tarz projeler daha önce bahsettiğimiz gibi Türk yatırımcısının bakış açısına uygun olmayan, büyük karlara ulaşmadan, büyük değerler yaratmadan önce uzun süre zarar etme olasılığı yüksek işler. Aslanoba böyle bir projeye yatırımcıları ikna etmenin zor olduğunu söylüyor: “ 5 yıl boyunca hiç kar etmeyecek bir sosyal medya projesine yatırımcıyı ikna etmeniz çok zor. Büyük çaplı, tüm dünyada alışkanlık yaratabilecek sosyal medya projeleri gerçekten de çok uzun dönemli, büyük ve ısrarlı sermayeye erişiminizin olduğu ekosistemler gerektiren projelerdir. Arkanızda zarar etmenize rağmen sizi finanse edecek büyük bir sermaye olmalıdır. Türkiye’de böyle bir sermaye ve ortam olmadığı için bizden bu anlamda Facebook veya Twitter gibi global çapta projelerin çıkması zor. Ayrıca bu işleri globale taşıyacak deneyimli ekipler de yok. Biz biraz daha ülkeyi ve bölgeyi ilgilendiren projeler geliştirebiliriz bu alanda.”

Girişimcilik denildiğinde hem Türkiye’de hem de dünyada en çok tartışılan konulardan bir tanesi ise orijinallik. Her ne kadar girişimciliğin özünde yeni fikirler bulmak olsa da, özellikle internet alanında kurulan şirketlerin büyük bir kısmı birbirinin kopyası, yani klonu. Tek işleri denenmiş ve başarılı olmuş fikirler üzerine kurulu klon şirketler kurmak olan fonlar var dünyada. Karşı taraflarında ise bunu eleştiren, klonlamanın yaratıcılığı öldürdüğünü düşünenler. Peki Türkiye’de internet yatırımcıları klon fikirlere sıcak bakıyorlar mı? Aslanoba klişe veya orijinal gibi bir ayırım gözetmediğini söylüyor: “Bu işi bilen insanlar bu orijinal değil ben buna yatırım yapmam demezler. Tam tersine, bu iş modeli dünyada tutmuş diye düşünerek yatırım yapmak isterler.” Kurttepeli ise klonun tanımının çok geniş tutulmaması gerektiğini söylüyor: “ Apple da ilk cep telefonunu üretmedi, Iphone da mı klon? Pek çok fikir birbirinin benzeridir zaten. Birçok ürün başka bir ürünün bir versiyonudur. Herşeyi yeniden keşfetmeniz gerekmiyor, daha iyisini yaptığınız sürece ve lokal markete uygun yaptığınız sürece bu klondur diye yatırımcı size mesafe koymaz.” İşbecer’in ise işine ortak ararken yaşadığı tecrübeler ‘klon merakı’nın yaratıcılığı nasıl köreltebileceğini gösteriyor: “ Bizim Türkiye’de konuştuğumuz yatırımcı tipi veya yabancı fonların bizim gibi yüksek risk ülkelere bakan adamları klon iş peşinde. Sizin iş modelinizi dinleyip anlamak istemiyor. Ben şu şirket gibiyim, şunun Türkiye versiyonuyum derseniz zaten görüşme iyi başlıyor, sadece rakam konuşuyorsunuz. Yoksa anlaşamıyorsunuz.” Anlaşıldığı kadarıyla Türkiye’de zaten az olan sermaye çoğunlukla klon işleri tercih ediyor. Özgün fikirlerin daha çok teşvik edilmesi gerekiyor.

Fatih İşbecer

DÜNYAYI DEĞİŞTİREN PARADİGMA: PAYLAŞIM EKONOMİSİ

Bugünlerde girişimcilik dünyasının tamamında, Silikon Vadisi’nin efsane yatırımcılarından, İsveç’in genç mucitlerine, Londra’nın teknoloji bankacılarından İstanbul’un genç girişimcilerine, herkesin dilinde aynı iki sözcük var. Dünyayı değiştiren, iş yapış modellerini yeniden biçimlendiren, yaşam tarzlarımızı ve birbirimizle etkileşimimizi kökünden yenilemekte olan iki sözcük: Paylaşım ekonomisi. Evinizdeki fazla odayı, garajınızda boş duran arabayı, evinizde yaptığınız fazladan yemeği, binmediğiniz bisikleti hatta yeterince varlıklıysanız marinada veya hangarda boşta bekleyen yat veya uçağınızı başka insanlarla paylaşabileceğiniz bir mega pazardan söz ediyorum.

Son zamanlarda en büyük yatırımları alan ve en büyük değerleri yaratan fikirler paylaşım ekonomisine dair. Bunun dünyada en çok konuşulan iki örneğine bakalım. Uber, araba sahipleriyle yolcuları buluşturan bir mobil uygulama. Kendine ait bir arabası olan herhangi biri, kendi seçeceği saat aralıklarında şoförlük yapabiliyor. Uber uygulamasını telefonuna indiren herhangi bir yolcu da, kendisine en yakın olan aracı çağırabiliyor. Başlangıçta kulağa oldukça basit geliyor değil mi? Bu basit fikir üzerine kurulan şirketin değeri bugün itibariyle 41 milyar doların üzerinde. 55’den fazla ülkede, 250’den fazla şehirde hizmet veren Uber’in sistemine kayıtlı yüz binlerce şoför, milyonlarca da yolcusu var. Para kazanma metodu ise oldukça basit, yolcunun şoföre ödediği ücret üzerinden belli bir yüzde alıyor. Uber üzerinden yüz milyonlarca yolculuk yapıldığını düşünecek olursanız, 41 milyar dolarlık değerin çok daha üzerine çıkılacağını tahmin etmek zor değil. Uber’in sırrı çok tartışıldı, taksiden ucuza gelmesi mi, bir tıkla araç çağırılması mı, nakit ödemek yerine sisteme kayıtlı kartınızdan para çekilmesi mi, ücretin diğer yolcularla paylaşılabilmesi mi, her biri birer konferans konusu olmuştur. Ancak gerçek oldukça basit. Uber başka hiçbir taşıma şirketinin vaat edemediği bir şeyi vaat ediyor: Herkes şoförlük yapabilir. Arabası olan ve iş sahibi olmayan biri tüm gün çalışabilir, 9 ile 5 arası bir ofiste çalışan biri ise akşamları ek gelir için 2-3 saat çalışabilir. Ama herkes çalışabilir, taksi şoföru olmanıza, özel plaka almanıza, bir ulaşım şirketi çalışanı olmanıza gerek yoktur. İşte paylaşım ekonomisinin özünde de bu yatıyor. Herkes şoförlük yapabilir, otel işletmeciliği yapabilir, aşçılık yapabilir. Bisikletini, kayak eşyalarını, yazlık evini, o sırada kullanmadığı her eşyasını kiraya verebilir. Paylaşım ekonomisi yıllardır profesyoneller tarafından yapılagelmiş birçok işi bu insanların tekelinden alıp, tüm insanlığın ellerine bırakıyor.

Hasan Aslanoba

DİJİTALLEŞMEYLE AŞILAN GÜVEN SORUNU

Diğer örneğimiz AirBnb ise bir kısa süreli konaklama platformu. Kullanmadığınız evinizi, yazlığınızı ya da sadece tek bir odanızı bu websitesi üzerinden kiraya verebiliyorsunuz. Aynen Uber gibi AirBnB de ev sahibine ödenen ücret üzerinden pay alıyor. 7 yıl önce 3 tane açılır yatakla başlayan maceradan bugün 800 binden fazla ev veya odanın kayıtlı olduğu, 20 milyondan fazla insana kısa süreli konaklama imkanı sağlayan bir dev oluştu. Dünyanın her yerinden milyonlarca insan, bir gecesi bile yüzlerce doları bulan otellerde kalmak yerine AirBnB üzerinden bulduğu evlerde ucuza ve konforlu bir şekilde kalmayı tercih ediyor.

Peki bundan nasıl emin olunabiliyor diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Sonuçta Uber bir yabancının aracına binmeniz, AirBnB ise tanımadığınız birinin evinde kalmanız üzerine kurulmuş iş modelleri. Konfor ve ucuzluk bir yana, başınıza birşey gelmeyeceğinden nasıl emin olabilirsiniz? İşte burada paylaşım ekonomisinin ikinci temel unsuru devreye giriyor, güven oluşturmak. Bu da tamamen deneyimlerinizi bu ekonomiye katılan diğerleriyle paylaşmanız üzerine kurulu. Uber üzerinden çağırdığınız şoförü puanlıyorsunuz, o da sizi puanlıyor. Uber, puanı ortalamadan düşük çıkan şoförleri sistemden çıkarıyor. AirBnB ise çok daha detaylı göstergeler sunuyor. Kiralamak istediğiniz evde daha önce kalanların deneyimlerini okuyabiliyorsunuz. Ev sahibinin konaklayanlar hakkındaki yorumlarını görebiliyorsunuz. Ev sahibinin Facebook hesabını görüntüleyebiliyorsunuz. Tüm bunlar güven sorununu, Aslanoba’nın deyimiyle ‘dijitalleşme sayesinde’ aşmanızı sağlıyor: “Yaptığınız her şey dijital bir iz bırakıyor ve hiçbir yaptığınız saklı kalmıyor. Bu sayede herkes birbirine daha rahat güvenebiliyor.”

Emre Kurttepeli

TEK ODASI OLMAYAN İNTERNET ŞİRKETİ, 7650 OTELİ OLAN ZİNCİRDEN DEĞERLİ

AirBnB şu anda yeni bir finansman paketi için görüşmeler yapıyor ve değeri 20 milyar dolar olarak hesaplanıyor. Yani kendine ait tek bir odası bile olmayan AirBnB, dünya genelinde 7650 oteli ve 661 bin odası bulunan Wyndham grubunun piyasa değerinin neredeyse iki katı. 549 lüks oteli bulunan Hyatt grubunun değerinin 2,5 katı. Burada ‘ölçeklenebilirlik’ büyük rol oynuyor. AirBnB’nin portföyüne 100 ev daha katmasının hiçbir masrafı yok. Ancak bahsettiğimiz gruplar portföylerine 100 otel daha eklemek isteseler milyarlarca dolarlık harcamalar yapmaları gerekiyor. Dolayısıyla AirBnB popüler deyimiyle son derece ‘ölçeklenebilir’ bir şirket, tuğla üstüne tuğla koymadan yüzlerce hatta binlerce evi portföyüne katıyor. İnşaat yapmak gibi bir ihtiyacı yok. Sadece 2014’te 10 milyon kişinin kullandığı AirBnB’nin birkaç yıl içinde yüz milyonlarca kiralama işlemine aracılık etmesinin önünde hiçbir engel yok. Paylaşım ekonomisinin gelişimi, dünyadaki birçok mevcut işin, Kurttepeli’nin deyimiyle ‘internetleşme’ evresine gireceğinin habercisi: “Artık internet diye bir sektör yok, her sektör internetleşiyor. Uber dediğiniz nedir aslında? Dünyanın en büyük lojistik firması. AirBnB dünyanın en büyük konaklama şirketi. İnternet sayesinde tüm dünyaya açılabiliyorlar, tüm ülkelerde, tüm şehirlerde hizmet verebiliyorlar. Mevcut işlerin internetleşmesi safhasındayız aslında. Şimdi ne olacak, bu işlerle uğraşan diğer şirketler de internetleşmeye başlayacak. Değişen lider kalıyor, değişemeyenin yerine başkası geliyor. 10 sene sonra Türkiye’nin en büyük bankası bir internet bankası olabilir örneğin. Ya bizim banka sektörü tamamen internetleşecek ya da böyle bir şirket liderliği alacak.” Bu müthiş değişimden Türkiye’nin ve Türk girişimcilerinin de payını fazlasıyla alacağı aşikar. Paylaşım ekonomisi, genç girişimcilere muazzam fırsatlar sunuyor.

 

YAZI DİZİSİ 4

Silikon Vadisi'nde başarının sırrı

Kamu girişimcilere ne kadar destek oluyor? Girişimci ruh nasıl ortaya çıkar?

Türkiye’de girişimciliğin temel taşlarından biri devlet. Her yıl çok sayıda fikre KOSGEB ve TÜBİTAK aracılığıyla destek veriliyor, yüksek teknolojik imkanlara sahip ve vergi avantajı sağlayan Teknokent’ler kuruluyor, yatırımcılara vergi avantajı sağlanıyor, AR-GE destekleri veriliyor, yatırım fonlarına destek olunuyor. Monitise’ın CEO’su Fatih İşbecer’e devletin bu konuda üzerine düşeni yapıp yapmadığını sorduğumda, girişimciliğe katkı sağlamak açısından özel sektörden çok daha aktif olduğu yanıtını alıyorum: “Bence iş dünyası bu alanda kamunun çok daha gerisinde. Biz kurulduğumuz dönemde KOSGEB destekleri kullandık, TÜBİTAK destekleri kullandık, bu konuda kamu şaşırtıcı derecede agresif.” Bu ‘agresifliğin’ aslında dünya ekonomisinin geçirdiği radikal değişiklikten kaynaklanan bir mecburiyet olduğu da ortada: “ Dünyadaki iş sahalarının yüzde 90’ını son 20 senede açılan firmalar sağlamış. Eskisi gibi Ford T modeli, koy üretim bandına, her cıvatayı bir adam sıksın, 1 milyon kişiye iş vereyim dönemi bitti. Teknoloji ön planda. Butik firmalar iş yapmak zorunda . Bu devletin yapabileceği birşey değil, siz yapın diye sizi öne çıkarıyor.”

Melek yatırımcı Hasan Aslanoba ise devletin bu konuda yaptığı kaynak aktarımının daha uzman isimlerce yapılması gerektiğini savunuyor: “Bu kaynakları dağıtacak olan insanlar bürokratlar ya da akademisyenler olmamalı. Gerçekten internet işini bilen, tecrübeli, dijital zekası olan insanlar bu komisyonlarda yer bulmalı. Bu gerçekten çok farklı birşey. Ne bürokratın, ne siyasetçinin ne de akademisyenin tam olarak anlayabileceği birşey değil.”

Mynet’in kurucusu Emre Kurttepeli ise devletin korumacılığını azaltması gerektiğini belirtiyor. Örnek olarak ise daha önce bahsettiğimiz Uber’i veriyor: “ Uber Türkiye’de var ama sadece lüks araç ve taksi çağırma servisi olarak faaliyet gösterebiliyor. Asıl işini yapamıyor çünkü burada yolcu taşımak için özel lisanslara ihtiyacınız var.” Bir başka örneği ise Amerika’da son ayların en popüler uygulaması olan ödeme sistemleri platformu Square: “İki dakikada hesap açıyorsunuz, bir ödeme yaparken paranızı buradan ödüyorsunuz, bankanın verdiği kredi kartına göre çok daha ucuza geliyor. Türkiye’de böyle bir şirketi kurmak için yüz milyonlarca dolarlık banka lisansına ihtiyacınız var, Amerika’da bedava.” Her ne kadar devletin verdiği maddi destekler önemli de olsa, asıl katkının bu korumacı uygulamaları terk edip ortaya yeni rekabet alanları çıkararak yapılabileceğini söylüyor.

GİRİŞİMCİLİK MEKANİZMALARI ERKEN YAŞTA ÖĞRETİLMELİ’

Markafoni’nin kurucusu Sina Afra’ya göre devletin bu alanda sunabileceği en önemli katkı girişimcilik kültürünü eğitim sistemimize entegre etmek: “Eğitim düzeyinde, girişimcilik mekanizmaları ne kadar erken öğretilirse o kadar büyük bir gelişme sağlayabiliriz.” Bu konuda İsveç’in oldukça ileri olduğunu, çok genç yaşlarda ‘bir inovasyon yapmalıyım’ bilincinin çocuklara kazandırıldığını anlatıyor. Gerçekten de İsveç’in eğitim politikalarında girişimciliğe verdiği pay bugün tüm dünyada konuşuluyor. Ortaokul öğrencilerinin günlük hayatlarında karşılaştıkları sorunları bir icat ile çözmeye teşvik edildiği Finn Up ve lise çağındaki öğrencilerin kendi şirketlerini yönetme deneyimini tecrübe etmelerine yönelik Young Entrepreneurship (Genç Girişimcilik) programları bunlardan sadece bazıları. İsveç’te bu organizasyonlara katılım çok büyük. Bunun temelinde de öğretmenlerin öğrencilerini inovasyon ve girişimcilik konusunda sürekli olarak bilinçlendirmesi ve teşvik etmesi yatıyor. Genç yaşlarda kazandırılan bu bilinç ve becerilerin işe yaradığı ortada. Nüfusu 10 milyonun altında olan İsveç bugün dünyada en çok teknoloji ve internet girişimcisi çıkaran ülkelerden biri haline gelmiş durumda.

Devlet kadar sivil toplumun da girişimcilik kültürüne büyük katkıları olabiliyor. ABD başkanı Barack Obama’nın eski danışmanlarından Van Jones’un kurduğu YesWeCode isimli organizasyon, dar gelirli ailelerin çocuklarına, bilgisayar yazılımları için kod yazmayı öğretiyor. Bu sayede bu çocuklara hem geleceğin teknoloji ağırlıklı dünyasında kendilerinden daha iyi eğitim alan çocuklarla rekabet etme şansı tanınırken hem de teknoloji konusunda girişimci olmaları teşvik ediliyor. Dünyada hem devlet politikası hem de sivil toplum politikaları incelenirse Türkiye’de girişimcilik kültürümüzü geliştirmek ve yeni nesillerimizi geleceğe hazırlamak için çıkarılabilecek çok ders var. Ders çıkarılacak yerlerden biri de kuşkusuz dünyanın teknoloji başkenti sayılan ABD Kaliforniya’daki Silikon Vadisi.

SİLİKON VADİSİ VE TÜRKİYE

Airties’ın kurucusu Bülent Çelebi, 20 yıldan uzun süre Silikon Vadisi’nde yaşamış. Bu süre boyunca vadinin geçirdiği müthiş değişime de tanıklık etmiş. Garaj çocukları hareketinin doğuşuna, Apple’ı kuran Steve Jobs ve arkadaşları gibi evlerinin garajında şirket kurup milyarlarca dolarlık değerlere taşıyan girişimcilerin maceralarına tanıklık etmiş. Çıkarılacak çok ders olduğunu söylüyor. Silikon Vadisi bugün dünyanın en varlıklı internet yatırımcılarının, teknoloji alanında en büyük şirketlerin ve en başarılı üniversitelerin bulunduğu yer ama Çelebi’ye göre öncelikli olan Vadi’nin kendine has kültürü: “Siz hangi ülkeden gelirseniz gelin, hangi ırktan olursanız olun, ne olursanız olun benimsediğiniz yaşam tarzını özgürce sürdürebiliyorsunuz ve orası sizi her halükarda kucaklıyor. Böyle olunca ne oluyor, her ülkeden en zeki ve yaratıcı insanlar gelip orada olmak istiyor. Dünyanın başka hiçbir yerinde bulamayacağınız bir tolerans ortamı ve kültürü oluşmuş durumda.” Bu ortamın doğal bir sonucunun da ‘hata yapma kültürü’nün ortaya çıkması olduğunu belirtiyor. Çelebi’ye göre Silikon Vadisi’nden almamız gereken en önemli ders de burada: “Risk almaya hiçbir engel yok. Birşey yaptığınızda batarsa, bu hiç problem değil. Hatta gurur duyuyor insanlar, ben denedim diyorlar. Hata yapmak ayıp sayılmıyor hatta teşvik ediliyor çünkü hata yapmadan öğrenemezsiniz, bu deneyim olarak görülüyor. Bu başarısız olma korkusunu ortadan kaldırdığınız zaman da yaratıcılık tavan yapıyor.”

Kurttepeli ise Türkiye ile Silikon Vadisi arasında ‘hata yapma algısı’ bakımından ciddi bir fark olduğunu belirtiyor: “ Türkiye’de inanılmaz bir başarısız olma fobisi var. İnsanlar çevrelerine mahcup olmaktan korkuyorlar. Yatırımcı gözünde de başarısızlık olarak görülüyor. Halbuki bu adam bedavaya deneyim edinmiş. Deneyimini başkaları finanse etmiş bile. Hiçbirşey görmeden geleceğine bu deneyimlerden geçmiş olarak gelmesi aynı hataları tekrar etmeyeceğini gösterir, bu Amerika’da tercih sebebidir.”

Ancak hata yapmak ile hatada ısrar etmek arasında fark olduğunu söylüyor: “Amerika’da bir firmanın başarısızlığının anlaşıldığı süreç 6 ay ile 1 yıl arasında olur. Başarılıysa devam eder, fikir tutmadıysa kapanır. Zaten 6 ay ya da 1 yıl için fon bulunur, başarılı olmazsa gerisi için bulunamaz. Türkiye’de ise bu çok daha uzundur. Bir firma kurulur, 7 yıl boyunca ayakta kalmaya çalışır. Maliyetler daha düşük olduğu için adam ya tek başına idare eder ya yanına birini bulur, borç alır, bir şekilde zorlamaya çalışır. Firmaya bakıyorsunuz geleceği olduğuna inanılmıyor ama bu kadar emek harcadıktan sonra ve etraftan ne derler diye çekindiği için kapatmak da istemiyor. Böyle olunca ikinci girişiminde belki çok daha başarılı olacakken, bir sonraki aşamaya geçememiş oluyor. Amerika’da ise bakıyorsunuz 5 yılda 4 girişim yapmış. Her dakika yer değiştirmiş. Dolayısıyla bu denge Türkiye’de ters işliyor. Bu anlamda kendi yağıyla kavrulmak insanın düşmanı haline gelebiliyor.”

TERSİNE BEYİN GÖÇÜ

Türkiye’de yetişen mühendislerin kalitesine olan güveni, Bülent Çelebi’ye Silikon Vadisi’nden Türkiye’ye taşınarak burada teknoloji geliştirip dünyaya satma kararı aldırmış. Yetiştirdiğimiz genç mühendislerin ne kadar yetenekli olduğunu anlatabilmek için eski adresi olan Silikon Vadisi’ne işaret ediyor: “Silikon Vadisi’nde binlerce Türk mühendis var. Bu insanlar orada çok başarılı. Demek ki Türkiye yetiştirmeyi başarıyor. Buradan alıp oraya götürdüğünüz zaman çok muvaffak oluyor insanlar. Demek ki bir yetenek havuzu var.” Meselenin yetenek sahibi olmakta değil bu yeteneği doğru yönlendirebilmekte olduğunu görmüş Çelebi: “ Buradakiler belki doğru yönetilemiyor, takım çalışmasının ve inovasyonun önemi yeteri kadar öğretilmiyor belki de. Biz de bunu yapabiliriz diye düşündük. Ana amacımız Türkiye’de teknoloji üretip dünyaya satmaktı. Bunun yapılabileceğini dünyaya ispat etmekti.”

Sadece buradaki yetenek havuzuna fırsat yaratmakla kalmamış, Silikon Vadisi’nde çalışan birçok Türk mühendisin de Türkiye’ye dönmesinde etkili olmuş, “hala da gelmeye devam ediyorlar” diyor. Başlamasına katkıda bulunduğu bu ‘tersine beyin göçü’ hikayesi, Türkiye ekonomisinin gelişmesiyle paralel gidiyor aslında: “Birçok Türk mühendis geri dönüp burada yaşamak ve çalışmak istiyorlardı ama burada yapabilecekleri pek bir iş yoktu o günlerde. Adam doktora yapmış, Silikon Vadisi’nde teknoloji üretirken gelip burada satış uzmanı olarak çalışacak hali yoktu. Biz böyle insanlardan oluşan bir ekip olarak başladık. Şu anda Türkiye çok hızlı büyüyen, çok daha çekici bir ekonomi. Ciddi fırsatlar var, teknoloji üretimi ve ihracatı oldukça gelişti, bu yüzden insanlar daha çok geliyorlar.”

Kurttepeli de yurtdışında çalışan beyinlerimizin Türkiye için en büyük avantajlardan biri olduğunu anlatıyor: “Ülke olarak nüfusumuz yüksek ve son 15-20 yılda çok sayıda genci yurtdışına eğitime yolladık. Dünyayı gören, global firmalarda çalışan, yeni girişimlerde zaman geçiren birçok genç var. Bence zaten Türkiye’nin ilk yapması gereken bu adamları geri kazanmak. Adam kalkıp Silikon Vadisi’nde veya Londra’da bu işi yapacağına, Çin’de yapacağına niye burada yapmasın?” Peki bu gençlere Türkiye’yi dünyanın önde gelen teknoloji merkezlerinden daha çekici göstermeyi nasıl başaracağız? Kurttepeli umutlu: “Amerika’dan sürekli büyük başarı hikayeleri görüyoruz ama başarısız olmuş da binlerce girişim var. Biz sadece krem tabakasını görüyoruz ama başarılı olmak çok zor. Çok fazla rekabet var. Günün sonunda girişimci Amerika’da başarılı olma şansından daha büyük başarı şansı sunduğunuz zaman buraya gelir. Almamız gereken çok yol var ama bunu başarmak mümkün bence.”

GERÇEKÇİ OLMAK

Girişimciliğin üstad isimlerine, kendi yollarından gidecek olan gençlere son tavsiyelerini sordum. İşbecer ve Kurttepeli her zaman gerçekçi olmanın öneminden bahsediyorlar. İşbecer istatistiklerin yanıltıcı olabileceğini belirtiyor: “Pazar büyüklüğüne bakınca nedir 76 milyon, süper. Ama bunun içinde 6 milyon kişi en son teknolojik yeniliklerden yararlanıyorsa, 70 milyonu bu teknolojileri kullanmıyor. Dolayısıyla girişimcinin kendini kandırmıyor olması lazım. E-ticaret sitesi kuruyorum hedef kitlem 70 milyon diyemezsin, hedef kitlen taş çatlasa 2 milyon insan. Ona göre plan yapman lazım.” Kurttepeli de aynı noktaya dikkat çekiyor: “Girişimcilerin, hedefledikleri segmentin büyüklüğünün hayallerini gerçekleştirmek için yeterli olup olmadığına mutlaka bakmaları gerekiyor.”

İLK OLMANIN ÖNEMİ

Peki girişimcilikte ilk olmanın önemi yok mu? Bir fikri ilk bulan olmak, ilk hayata geçirip işe dönüştüren olmak başarının anahtarlarının başında gelmez mi? Afra hem katılıyor hem katılmıyor: “İlk olmak kesinlikle çok önemlidir. Ama ilk olmak tepede kalacağınız anlamına gelmez. İlk olarak çıkıp sonra benzerleri tarafından geçilen çok şirket vardır. Ürününüzün, servisinizin, hizmetinizin kalitesini en tepede tutamazsanız, her zaman inovatif olamazsanız mutlaka geçilirsiniz. Köşe başları tutulmuş olarak görebileceğiniz bazı işler vardır, örneğin e-ticaretin böyle olduğunu düşünebiliriz ancak inovatif olan, yenilikçi düşünen her zaman başarılı olabilir.”

DÜNYAYI TAKİP ETMEK

Aslanoba ve İşbecer’in bir tavsiyeleri de dünyayı yakından takip etmek. Aslanoba gençlerin sadece yakın çevreleri veya kendi ekosistemlerindeki gelişmeleri değil, dünyayı an be an takip etmelerinin önemine değiniyor: “ Dünyada kim yatırım almışsa en iyi işler onlardır. Özellikle Silikon Vadisi’ndekiler. Kim iyi yatırım alıyorsa, fazla yatırım alıyorsa en iyi projeler onlardır. Çünkü onlara karar veren küme dijital zekası inanılmaz gelişmiş insanlar.” İşbecer de katılıyor ancak abartılmaması gerektiğini söylüyor: “ Webrazzi isimli internet sitesi sayesinde Silikon Vadisi’nden tüm haberler aynı gün burada yayınlanıyor. Amerika’da henüz başarılı olup olmadığı belli olmayan bir girişim yatırım alıyor, 1 hafta sonra 5 kişi bunun klonuyla size geliyor ‘bir fikrimiz var’ diye. Bazıları o kadar oraya özgü fikirler ki, California’daki pul koleksiyonerlerini hedef kitle olarak alan fikirler var, getirip size bunu anlatıyor. Diyorsun ki burada öyle bir senaryo yok, öyle bir pazar yok, şaşırıyor. Biraz eleyerek ve araştırmalarını yaparak gelmeleri lazım yatırımcıların önüne.” İşbecer ayrıca sadece yatırım alanları değil, teknoloji alanındaki yenilikleri de sürekli takip etmek gerektiğini söylüyor: “ Bu iş tıp gibi oldu. Bir mühendis çıkıp ben işi çözdüm diyebilse bile 6 ay doküman takip etmediğinde anında demode olur. Çok iyi literatür takip etmek gerekiyor.”

SUYA ATLAMAK

 

Kur

ttepeli ‘suya atlamanın önemi’ ile bitiriyor : “ İstediğiniz kadar plan yapın, bir şekilde suya atlamadan olmaz. Çok iyi bir fikriniz olabilir ama siz hayata geçirene kadar başkası yaparsa bir anlamı kalmaz. Korkmayın, çekingen olmayın. Bu alandaki işlerin çoğu daha hiç başlamadan batar diyebiliriz, çünkü bir sebeple hayata geçirilmez. Bir şekilde suya atlayıp yapmaya başlayınca işi öğrenmeye başlıyorsunuz, dışarıdan istediğiniz kadar fikir üretin, yapmadan öğrenemezsiniz.”

 

BAKMADAN GEÇME