Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Muhsin Kızılkaya Can Yücel kartpostal şairi değildir!

        İnternet bilgi çöplüğüdür. Hem de çöpün hiç ayrıştırılmadığı berbat bir çöplük… Metaller, kağıtlar, plastikler, evden çıkanlar, tıbbi atıklar hepsi bir arada. İşin erbabı değilseniz eğer, internette bir şey ararken çok çabuk “tufaya” gelebilirsiniz. Özellikle şiir mevzubahisse…

        Bu alem, tam anlamıyla şairlerin kıtır kıtır doğrandığı, ürünlerinin hallaç pamuğu gibi atıldığı, şairin haberi olmadan şiirinin uzadığı, kısaldığı, yazmadığı şiire sahip yapıldığı, şiirinin başka birisine mal edildiği bir kuburdur. Özellikle bir şairin şiirini arıyorsanız sakın Google hazretlerine sormayın. Çoğu zaman karşınıza çıkan şiir gerçekten de aradığınız o şairinse de mutlaka birkaç kelimesi yanlış yazılmış, birkaç kelimesi veya dizesi eksik dizilmiş, yarım yamalıktır.

        Şairlerin içinde internette şiirleri en çok katliama uğrayan şair sanırım Can Yücel’dir. “Can Yücel şiirleri” diye yazın, karşınıza çıkan şiirlerin büyük bir kısmı, hatta çoğu sahtedir. Hadi bunu birtakım uyanıklar yapıyor, bazı cahiller bilip bilmeden o şiirleri, türünün tek örneği o büyük şaire mal ediyor; girip bakın, günlük çıkan birkaç anlı şanlı gazetemizin sitelerinde bile şairin sahte şiirleriyle karşılaşırsınız. Birisi vakti zamanında yemiş bu herzeyi, peşine takılanlar da “kim araştıracak, kim şimdi şairin kitaplarını bulup da şiirleri karşılaştıracak, buraya yazılmışsa gerçekten de onundur” diyerek “kes yapıştır” yapıp, birtakım abuk sabuklukları, kartpostal misali gün batımı, manzara resimlerinin üstüne yapıştırarak tek dizesini bile anlamadıkları o büyük şaire o facia dizeleri mal edip, şairi yattığı Datça mezarlığındaki mezarından ters döndürüp duruyorlar.

        *

        Dokuz Eylül Üniversitesi’nin hocalarından Prof. Dr. Semih Çelenk, bundan birkaç sene evvel iş edindi, bu çöp şiirlerin peşine düştü, Facebook başta olmak üzere sosyal medya platformlarında Can Yücel’e mal edilen bu “şiirimsi manzumeleri” teker teker Can Yücel’in şiirleriyle karşılaştırdı. Ortaya çıkan sonuç faciaydı; tam 50 sahte şiirin altında Can Yücel imzası vardı. (O sahte şiirlerin isimlerini buraya yazayım da bu yazıyı okuyanlar haberdar olsun en azından: “Bağlanmayacaksın”, “Kadın Dediğin”, “Erkek Dediğin”, “Seninle Olmanın En Güzel Yanı”, “Anladım”, “Her şey Sende Gizli”, “Eğer”, “Herkes Gitmek İstiyor”, “Sevdiğin Kadar Sevilirsin”, “Sağlık Olsun”, “Tam zamanında Yaşamak (Yaşamak Zamanı)”, “Tersten Yaşamak”, “Biraz Değiştim”, “Bir gün Anlarsın”, “Gitmek”, “Seninle Yaşlanmak İstiyorum”, “Asla Keşkelerim Olmadı”, “Özledim Seni”, “Bilmelisin ki”, “Aşk”, “Boş Ver Yaşı Başı”, “Olmuyorsa Zorlamayacaksın”, “Ben Benden Olgun İnsan İsterim Karşımda”, “Öyle Sabah Uyanır Uyanmaz Fırlama Yataktan”, “Farkında Olmalı İnsan”, “Bir Eşi Olmalı İnsanın”, “Unutma”, “Sevgi Emekmiş”, “Özleme Dair (Kim Özlerdi?)”, “Ömür Dediğin Bir Gündür O da Bugündür”, “Aşk Ayakkabı Gibidir”, “Rakı İçen Kadınlar”, “Ateş ve Su”, “Ülke Bölünsün İstiyorum”, “Kadınım Ben”, “Senin İçin Yasak Dediler”, “Bayram Şiiri”, “Dostlar Irmak Gibidir”, “Öyle Bir Hayat Yaşadım ki”, “Bir Yolun Varsa Gidilecek”, “Ömür Dediğiniz Nedir ki”, “Fakirin Gayrimeşru Çocuğu”, “Ey Yüreğim”, “Özlersin”, “Hepsi Bu”, “Bir Şey Eksik”, “Kendimden Özür Diliyorum”, “Bir Kadını Ağlatmak”, “Ölüm Bir An”, “Galiba Yoruldum”.) Hatta bu sahtekarlık öyle bir boyuta vardı ki, 2013-2014 öğretim yılında bu sahte şiirlerden birisi Milli Eğitim’in ders kitaplarına bile girdi. O yıl okullarda 10. sınıflara dağıtılan “Dil ve Anlatım” kitabında “Her Şey Sende Gizli” adlı “şiirimsi şey” “Can Yücel şiiri” diye çocuklara okutuldu. Kitabı yazanlar, bu okkalı şairin şiirinin künhüne varamadıkları için, Can Yücel’in “Sevdiğin kadardır ömrün… / Gülebildiğin kadar mutlusun. / Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin/ Sakın bitti sanma her şeyi / Sevdiğin kadar sevileceksin” gibi sığ dizeleri yazmış olabileceklerini sandılar, alıp ders kitabına soktular, böylece de tarihte ilk defa “komünist bir şairin” şiiri müfredata girmiş oldu (belki Nazım Hikmet daha önce girmiştir bilmiyorum) ama o da sahte bir şiirle.

        Allah akıl fikir versin!

        *

        Can Yücel’in şiiri, sadece Can Yücel şiiridir. Taklit edilmesi güç bir şairdir Can Yücel. Sesini katmıştır şiire, her şiirinde onun sesini duyarız. İroni vardır onun şiirlerinde, zeka fışkırır her dizesinden, kelimeleri müzik notası muamelesi yapar:

        Güneş DOdur, beşte doğar,

        Vurur, vurur demirlere;

        Kapı açıldığında en son,

        Dellenir bir uzun RE

        SOLun haliyse malum

        Şeytan aldatmak üzere.

        Ve en önemlisi bütün şiirleri tavırlıdır. Ayağını yere sağlam basar. Bazen koçaklama gibi girer şiire, sonra gittikçe dinginleşir, bize İşçi Partisine (o zamanki TİP) neden girdiğini anlatır “Kayıtlı” şiirinde mesela. “Benim öfkem gecelerin beyidir” diye başlar şiire, bir koçaklama okumaya hazırlanırsınız, o dünyanın kötülüklerinden bahseder, “Ömrün köhne bir güvercin damı/Hoyrat bir sese bakar ölümün”, ardından “duyguların en incesinin aklı olduğunu”, “evrenin camını açtığınısöyler, sonra bir anda “Oysa her şey birbiriyle kayıtlı/Akdeniz zeytinler ve Datçaya / Sevilmeyen yarımada paramparça/Ağaç kuşa kuş ağaca kayıtlı” diyerek Datça’ya gider. Sonra Aklının ucuna bir yıldız konar” çocuklarını çağırır, onlara “İşte bu çoban dedim aya yanaşma/Bu sözüm ay’cılara dokundu” der, “Sokrat domuzuna” lafını sokuşturur ve siyasi tavrını açıklar:

        “Zikredelim önce halkın adını

        Çocuğun işçinin hakkını

        Alsın diye köylü toprağını

        İşçi Partisine yaptırdım kaydımı.”

        Şiir yazmak isteyenlere, slogan atmadan siyasi şiir nasıl yazılırın birinci dersidir Can Yücel’in bu şiiri bence.

        Her şairin vardır ama Can Yücel şiirinin ona özgü bir sesi vardır. (Kendi adıma ona mal edilen sahte bir şiiri bu sesten tanırım ben. Çok uzaktan da gelse “Delirium Tremens” şiiri mesela, onun Can Yücel’e ait olduğunu “ayak sesinden tanır” işin erbabı:

        “Dün ne güzeldi dün

        Dün bir düğün

        Vapurun bacasında bir zambak açmış

        Kulağımın zarında bir sümbül

        Tırnaklarım hepsi papatya

        Ayaklarımla geziniyorum dünyayı

        Ayaklarım ki manolya

        Uzun bir mavi bu Boğaz

        Çıkı çıkıveriyor her yerden

        Sanki milletçe işimiz bir sandalı denize indirmek”

        Göze hitap etmez, direk kulağa söyler şair sözünü. Görme ve dokunma duyularını aynı anda harekete geçirir. Ne yazarsa yazsın, yazdığı şiiri önce işitmemizi ister. Bu duruma örnek olsun diye Murat Belge şunları söyler “Şairaneden Şiirsele” kitabında:

        “‘Benim öfkem gecelerin beyidir’

        derken ya da

        ‘Akdeniz yaraşıyor sana’

        diye başlayıp şiirin sonunda

        ‘Kadınım yaraşıyorsun sen Akdenize’

        derken bunların sayfa üstünde gözle okunması yeterli değil. Bunları ayrıca iç-kulağınızla ‘tannan’ müzik cümleleri olarak duyacaksınız. Can Yücel’in kendi sesini bilenler, hatırlayanlar, onun sesiyle duyabildiklerinde daha fazla heyecanlanabilirler.” (s.393-394)

        “Zekânın iyi niyeti” diye tanımlar Can Yücel’in şiirini Cemal Süreya, “ironiye dayanır onun şiiri” der. Ona göre üniversitede Yunanca-Latince okumasının, “Sokrates gibi bir domuza” kaydını yaptırmasının bunda bir rolü var, bu yüzden onun şiirinde, “Zekâ aklın kurallarına uyarak iyi niyetini yerine” getirir. Murat Belge, 12 Eylül döneminde bir gece vakti Can Yücel’in açtığı bir telefondan bahseder. Telefonu açar, şair belli ki sarhoş, içkili bir sesle, “Bir şiir yazdım, adı Turkey, sana okuyayım, bak şöyle” ve okur:

        “Kabaramazsın kel Fatma

        Ata’n güzel

        Sen çirkin!”

        Yaygın bir klişeden şiir üreten, o şiiri de mizahın kalıpları içinde tutan üstün bir zekâ örneği olarak kabul edilir bu küçük şiiri. İroni vardır onun şiirlerinde, çok ince bir alay vardır, birtakım gerzeklerin internette ona mal ettikleri budalaca romantizmden çok uzaktır şiirleri. Ona göre “şiir, hayatı çok hızlı bir şekilde anlatmaktır.” Devam cümlesini, “Tabii, daha iyi bir dünya kurulması amacıyla…” Buna yürekten inandığı için ölünceye kadar komünist kaldı, günün birinde memlekette devrim olacak diye bekledi, çoğu şiirini de bunun için yazdı. Ama devrim yapacak olan halkın durumuna gelince:

        “İyidir diyorlar

        İnanmıyorum.

        Keşke kötü deseler de kabulüm.

        Ama göz göze geliyoruz bazı bazı

        Dağda bayırda pazarda

        Kahroluyorum reis

        Kahroluyorum.”

        *

        80’li yılların başında, Yalçın Pekşen’le yaptığı bir mülakatta şiire nasıl başladığını şöyle anlatır Can Yücel:

        “Bir arkadaşım öldü. Onun için bir ağıt yazdım. Adı Refik’ti. Bu arkadaş birdenbire kalp kapakçığından çıkan bir hastalıktan öldü. İlk şiirim bu ağıttır. On beş yaşındaydım.”

        Şiir o günden itibaren alkolle beraber karışmış kanına. Aslında çok zengin de olabilirdi. Hikayesini bir gün benim de bulunduğum Cemal Süreya’lı Vedat Günyol’lu kalabalık bir masada anlatmıştı Bostancı’daki Hatay Lokantası’nda, Pekşen’in kitabında da var.

        Avrupa’ya okumaya gidiyor Marsilya vapuruyla. Sene 1946… Bir adam satranç oynuyor, yanına gider, benimle de oynar mısın diye sorar, adam oturtur. İki oyun oynarlar ikisini de kazanır. Adam Vehbi Koç olduğunu söyler, Amerika’ya gidiyor, bir iş seyahatine. Kimin oğlu olduğunu sorar, Hasan Ali Yücel’in oğlu olduğunu söyler o da. Ayrılırken Vehbi Bey kartını verir, okul bitince bana gel der. Bu hikayeyi şiir okur gibi anlatmıştı o gece, “okul bitti, ipim kuşağım, …kim …ğım geldim memlekete boş boş dolaşıyorum 1950 yılı, bir gün dayanamadım açtım telefonu, ‘Ben Hasan Ali’nin oğluyum, siz tahsilini bitir, gel beni ara dediniz. Ben de geldim,’ dedim. ‘Sen ne biliyorsun” dedi, “Latince, Yunanca, İngilizce, Fransızca biliyorum” dedim. Vehbi Koç bana dedi ki: “Bana yaramazsın Can” dedi, “Ne bakımdan beyefendi” dedim, “ortalığı süpürürüm, her naneyi yerim, yeter ki para kazanmayı öğreneyim” dedim. Herhalde Vehbi Bey duygulanmış olacak ki bana, “Seni ararım Can” dedi. Ama aramadı. Ben de para kazanmayı öğrenip zengin olmaktan vazgeçtim, şair oldum.”

        Yalçın Pekşen’e o mülakatta başka bir işadamıyla, Halit Narin’le ilgili bir hatırasını da anlatmıştı. Komşuymuşlar Narin’le. Günün birinde Halit Narin’in köpeği Can Yücel’i ısırır. Bir “şair olarak” bağırır çağırır. Ertesi gün köpeğin bakıcısı, köpeğin bir sürü raporunu getirir gösterir. Bakar köpek temiz. Ama yine de Halit Bey’e bir haber yollar: “Kudurduğumda ilk seni ısıracağım, haberin olsun.”

        Çok fena içerdi Can Yücel. “Marmara şarabı içmekten Marmara haritasını benden iyi kimse bilmez… Şişenin üstünde vardı bu harita” der. Şair olarak ünlenince dergilere şiir satmaya başlar. İki şiir on lira, o parayı da şaraba yatırır, yemeği evde yer. İçmesini “dipsomani” olarak nitelendirir. Ne bulursa içer. Yalçın Pekşen’in düzyazı yerine neden şiirle kendisini ifade ettiği sorusuna şu cevabı verir:

        “Çünkü insanların, özellikle çalışan insanların budala olmadıkları kanısındayım. Benim aydın oluşum, bir lüks lambası değildir. Ben elektriği seviyorum ama elektriği zehir olarak kullanmıyorum. Ben karanlıkta da yazarım. Türkçede ‘çaput’ denilen lümpen ve arabesk insanlarla konuşan ve bunların arkadaşı olan şairim. Ben Batı’cı değilim.”

        “Diğer şairlerle aranız nasıl?” sorusunun şu cevabı verir:

        “Aram yoktur. Şöyle: Türkiye’de iki tür insan var: Biri hırsızdır, öbürü hırslıdır. İkisinden de sıkıldım ben.”

        Mülakatı yaptıkları gün bir şiir yazmış Can Yücel, Yalçın Pekşen’e okur:

        “Bir dâhiye ilk okuldan aldığı karnesi dolayısıyla:

        Türkçe pekiyi

        Hayat Bilgisi pekiyi

        Temizlik pekiyi

        El işi pekiyi

        Aritmetik çok iyi

        Harbe gidiş zayıf…”

        Peki, sizce Can Yücel’e göre iyi şiir nedir?

        “İyi şiir şöyle bir şeydir. Geçen gün okuduğum bir kitaptan öğrendim. Picasso Paris’in Monmartre’ında oturuyor. Çocukları da çok seviyor. Komşu atölyeden 8 yaşında bir kızcağız ona aşık olmuş. Ama Pablo Picasso demezmiş, Tablo Picasso dermiş. Gördüğüm en güzel şiir budur.”

        *

        Yazının başlığında geçen “kartpostal” lafını görünce sizin de aklınıza Can Yücel ile Duygu Asena arasında geçtiği söylenen “şehir efsanesi” anekdot gelmiştir eminim. Güya Duygu Asena bir televizyon programında Nazım Hikmet için “kartpostal şairi” demiş de Can Yücel de o “çirkin” cevabı vermiş. İkisi de yaşarken aralarında böyle bir hadisenin geçmediğini defalarca söylediler ama nafile, hâlâ birbirine yaşanmış gibi anlatanlar var.

        İşin doğrusu şöyle. Nazım Hikmet’in şiiri için “kartpostal şiiri” lafını kullanan Duygu Asena değil Ece Ayhan’dır. Herhalde Ece adını kadın adı sanan günümüzün sahte Can Yücel şiirlerini yazan şairlere benzer bir dangıl, buradan yola çıkarak rahmetli Duygu Asena adına ulaşmış ve o meşhur efsane bu şekilde kulaktan kulağa yayılmış. Can Yücel, “Seke Seke” kitabında, “kartpostal şiir” lafının Ece Ayhan’dan çıktığını “Küçük İskender” şiirinde şöyle anlatır:

        “Kuşumla fazla oynama sen!

        Seni becereceğime, ayol,

        Büyük İskender’i beceririm!

        Hem sana şunu da söyleyeyim:

        Nazım için ‘Gurbette yazdığı şiirler

        Kartpostal şiiri’ diyen Ece’nin kendisi

        Kart bir postal…”

        *

        Cemal Süreya, Can Yücel’in şiirinde “ironiyi” anlattığı yazısının final cümleleri benim yazımın da finali olsun:

        “…. kim var aramızda ondan daha şair olan? Kim var bu ‘uykuda ağır düşte hafif’ adamdan daha dobra?”

        *

        Kaynaklar

        Yalçın Pekşen, “Dilin Kemiği”, Cep

        Murat Belge, “Şairaneden Şiirsele, Türkiye’de Modern Şiir”, İletişim Yayınları

        Cemal Süreya, “Şapkam Dolu Çiçekle”, YKY