Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Nihal Bengisu Karaca Siyasetin meteorolojisi: Ankara'nın iklimi yumuşayacak mı?

        Yerel seçimden sonra ana muhalefetin kurmaylarını ve Cumhur İttifakı'nı herkes gibi ben de izliyorum.

        Başlarda AK Parti’deki moral bozukluğu ve iç hesaplaşma daha yoğundu. Herkes kafasında yaptığı bir tanım üzerinden çoğunlukla da şahsi meselesi olan hizipleri işaret edecek şekilde sorun analizleri yapıyor, başarısızlığın sebebini ‘kendisi hariç’ başka herkesi suçlayacak bir çerçevenin içine yerleştiriyordu.

        Sonra tüm o sorun analizleri unutuluyor, başarısızlığı ‘çünkü emekliler sandığa gitmedi’ gibi söylemlerle açıklama gayreti, yani gerçeklerle yüzleşmekten kaçınma eğilimi sahne alıyordu.

        Oysa Geçtiğimiz hafta Fevzi Çakır moderatörlüğündeki Habertürk yayınında Ipsos'un Türkiye CEO'su Sidar Gedik 31 Mart seçimlerinden sonra yaptıkları araştırmanın bulgularını tek tek anlattı.Emeklilerin önemli bir kısmı sandığa gitmiş. Gitmişler ama oy verme davranışlarını değiştirmişler. Diğer yaş ve meslek gruplarında da bir önceki seçimde AK Parti’ye oy verip son yerel seçimde tercihini radikal biçimde değiştiren olmuş.

        CHP hem genel bir memnuniyet içinde hem de temkini elden bırakmıyor. Bu memnuniyeti baş dönmesi yapmayacak bir düzeyde frenleme eğilimi var.

        Özgür Özel mesela oldukça olgun davranıyor. CHP’nin yerel seçim başarısını ‘zafer’ olarak görmediğini bunun ancak dört yıl sonra elde etmeyi düşündükleri asıl galibiyetin kapısını açan bir başarı gibi algıladıklarını anlatıyor. Mütevazı bir üslup seçimi yapan Özel’in Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmek istediğini, bu görüşmenin bir nezaket ziyaretinden fazlası olacağını söylediği de hepimizin malumu.

        Aslında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da malumuydu.

        Hatta o kadar ki kabine toplantısı yapıldığı gün toplantı çıkışında gazetecilere “Seçimler sonrasında muhalefet partilerinin bir kısmının sergilediği sorumlu ve ağırbaşlı tavrı takdirle karşıladığımızı ifade etmek isterim. Yarınki grup toplantımızda seçim sonuçlarını tüm yönleriyle kapsamlı bir şekilde değerlendireceğiz" dedi.

        Ertesi gün grup toplantısında ise bambaşka bir fazdan, oldukça sert ifadeler kullandı. “…Bunun bir yerel seçim olduğunu unutup şımaranlar, pervasızlaşanlar, hatta farklı heveslere kapılanlar olduğunu görüyoruz. Âdeta bir genel seçim havasına girmek suretiyle sanki ülkeyi yöneteceklerini zanneden zavallılar… Birileri kendilerince, 'yerel iktidar' 'merkezi iktidar' diye Türkiye'de ikili bir yapı ihdas etmeye çalışıyor. Bu tarz söylemler, 'demlendikleri' ittifak ortaklarına diyet borcu ödeme hamleleri değilse, ham bir hayalden ibarettir.”

        24 saat içinde ne olmuştu da, daha bir gün önce CHP’nin tavrını ‘ağırbaşlı’ bulduğunu söyleyen Erdoğan, grup toplantısında tam tersi bir tavır takınmıştı?

        Sebep belli. Erdoğan o konuşmayı ‘içeri’ yapıyordu. Teşkilata, il ve ilçe örgütlerine… “Biz bitti demeden bitmez” gibi ifadelerin nedeni de buydu. Çünkü ‘dışarıdan’ kimse AK Parti’ye ‘bittiniz oğlum siz’ demedi, ‘biz bittik, bundan sonra hep yokuş aşağı gidilir’ diyen AK Parti’nin kendisi, üyeleri ve tabanıydı. Seçimden sonraki ilk iki hafta bu moral bozukluğu, kendisi dışında herkesi tanımalayan hedef gösterme paletleri arasında o renkten diğer renge koşarak ve bazen de tüm renkleri birbirine karıştırarak geçmişti.

        Neyse ki Özgür Özel söz konusu ‘moral motivasyon’ konuşmasını üzerine almadı ve derken 23 Nisan akşamı düzenlenen ve özel davetle bir araya gelinen malum çay sohbetinin sıcaklığı ile yeni bir evreye geçildi. Siyaset yapmanın giderek zorlaştığı ülkede aktörlerin sıcak bir zeminde buluşması belki siyasetin önünü açar, önceliklerin yeniden gözden geçirilmesini sağlar. Bu anlamda o çay sohbetine olumsuz anlam yüklemenin yanlış olduğunu düşünüyorum.

        KİM NASIL BİR DEĞİŞİM İSTİYOR? DEĞİŞİM SAHİDEN İSTENİYOR MU?

        Şimdi herkes bundan sonra ne olacağını merak ediyor.

        Daha doğrusu Erdoğan ve Özel’in yapacakları görüşmenin içeriğinin ne olacağını. O içerik neleri kapsayacak, neleri dışarıda bırakacak?

        Ekonomiyi düzeltecek tedbirler, boş iddianamelerle içeride tutulan siyasetçiler başta olmak üzere yaşlı, hasta, bebekli ‘siyasi’ tutuklu ve mahkumlar, dezavantajlı gelir grupları, vergi adaletsizliği, kamu kurumlarına personel alımlarındaki ‘mülakat sorunu’ ve daha bir çok mesele masaya yatırılabilir olma önemini haiz ise de, ikilinin görüşmesi açısından en netameli ve en temel konu‘yeni anayasa’ meselesi.

        Erdoğan bunu sürekli tekrarlıyor ama bir sorun var. Yeni bir anayasa ancak daha özgürlükçü, daha demokratik olacaksa, yönetimin şeffaf ve denetime açık hale gelmesini sağlayacaksa yapılır. Aksi takdirde yeni de olmaz ileri de götürmez. Bu bağlamda ortada yeni bir anayasa yapmaya uygun bir ülke uygun bir siyasi zemin uygun bir memleket ahvali var mı, tartışılır.Daha AİHM kararları uygulanamıyor bu ülkede.

        Dolayısıyla en fazla ve en iyimser tahminle bazı anayasa maddelerinde değişiklik yapmak söz konusu olabilir, o da ancak sistemi daha da katılaştıracak şekilde değil, yürütmenin yetkilerinin paylaşılmasını, kuvvetler ayrılığını, yargı bağımsızlığını sahiden sağlayabiliyorsa.

        Dolayısıyla yapılacak görüşmenin içeriği sahiden önem arz ediyor.

        Zira bir sonraki seçime 4 uzun yıl var.

        Cumhur İttifakı'nda yerel seçim başarısızlığının nasıl göğüsleneceği, AK Parti’nin nasıl bir muhasebe yapacağı, ülkenin dümeninin ne tarafa kırılacağı, 15 Temmuz ile şekillenen sistemin hukuk, demokrasi ve rıza üretimi yoluna mı, sertleşip daha fazla otoriterleşme yoluna mı gideceği Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yapacağı tercihlere bağlı.

        Öte yandan, Cumhur İttifakı Erdoğan’dan ibaret değil.

        Yerel seçim öncesi ve sonrası ittifakın diğer ortağının yaptığı hamleler iklimin yumuşamasını o kadar da dert etmediğini düşündürecek türdendi. O kadar ki, bir köşe yazarı (Abdülkadir Selvi) “Osman Kavala, Selahattin Demirtaş cezaevinden çıksa ne olur, AK Parti’ye ne faydası var içerde olmalarının?” dedi diye, yazarı kılıç artığı ilan edecek kadar şiddetli söylemler kullandılar mesela.

        Mahalle itibariyle İslamcı ya da muhafazakar tarafa ait olan ama rejimin neo ittihatçılığı tarafından kamulaştırılmış olan danışman, bürokrat, gazeteci kılıklı Kuzey Kore özentileri de formatlarının gereğini yapmaktan geri durmuyorlar.

        Varlıklarını sağa sola had bildirmeye, devletçilik ya da yerlilik/millilik görüntüsü altında beğenmediklerini FETÖ'cü, PKK'lı, dönek, hain o da olmadı Batı’cı falan ilan edip yaftalamaya borçlular. Onların da ülkenin demokratikleşmesi ile ilgili herhangi bir temennileri yok. Bugünlerde dillerine doladıkları ‘AK Parti kendisiyle hesaplaşmalı’ türü ezberleri tekrarlayıp durduklarına bakmayın. Tek dertleri eskisi kadar güçlü olmak ve gözünün üzerine kaş var diyen herkese devlet dipçiğini sallayabilecekleri günlerin tekrar gelip gelmeyeceği. Medyada sadece tek sesliliğin borusunun ötmesi. Şatafatlı yaşamlarını ‘göze sokmama koşuluyla’ hesap vermeden yaşamaya devam etmeleri için gereken sermaye transferinin sürmesi... vs.

        Ülkenin az gelir az demokrasi ve orta zeka tuzağında debelenmekten kurtulması gibi gündemleri yok.

        Rejimin mücavir alanı haline gelmiş ama sorsan kendisine "reisçi" diyecek bu eski İslamcılar da aynı ittifak ortağı gibi AİHM kararlarını tanıma sözü vermiş ülkenin bu kararların gereğini yerine getirmesine karşılar. Anayasa Mahkemesi'ne karşılar. Devletin hamasetle Türklük övünmesi ve şanlı tarih goygoyu ile yönetilmesini istiyor bunu gayet yeterli buluyorlar.

        Oysa onların kafası ile gelinen yer tam olarak 31 Martta alınan sonuçları verdi.

        AK PARTİ’NİN MAKUL PROFİLLERİ BU HEZİMETTEN DERS ÇIKARMAKTAN YANA…

        Öte yandan ve neyse ki, AK Parti’de hala makul siyasetçiler var. Makul derken kusursuz ve tamamen akil olduklarını iddia etmiyorum. Ama en azından olanı biteni sorguluyorlar. Hukuk güvenliği denildiğinde iç çekebiliyorlar. Demokrasi, yönetimin şeffafa ve hesap verebilir olması kavramlarının önemini idrak ediyorlar. Diğerlerine oranla daha fazla empati kabiliyetleri var.

        Yerel seçimlerde elde edilmiş bu hezimetin bir hayra vesile olması; demokratik anlamda kapsayıcı, mütevazı ve ayrıştırmayan AK Parti ruhunun geri çağrılması gerektiğini düşünüyorlar. Bu yüzden de hedef tahtasına oturtuluyorlar.

        Elbette bu o kadar kolay değil. Hem dünyanın geldiği yer dolayısıyla, hem 2017’de kurulmuş rejim dolayısıyla, hem de Cumhur ittifakı tabanının geldiği yer, alıştırıldığı mentalite nedeniyle.

        Erdoğan ‘şimdi değişim zamanı’ dese, Beştepe’ye doluşmuş kadiri mutlak devletçi onca güvenlikçi ne olacak mesela?

        Tam da bu yüzden iklimin yumuşamayacağını, sık sık bahsi geçen ‘yeni anayasa’ meselesinin aslında kurulan rejimi daha da otoriter hale getirme amacına matuf olarak dillendirildiğini ileri sürenler de uydurmuyorlar, manzarayı böyle yorumlamak için epey malzeme var.

        Açmak gerekirse bu noktada iki görüş var.

        İlki; az önce bahsettiğim gibi AK Parti’nin görünen ve görünmeyen ittifaklarla devam etmesi halinde iklimi değiştiremeyeceğini iddia edenler. 15 Temmuz sonrası kurulan sistem; benim iki yıldır bu köşede kısaca ‘rejim bloku’ dediğim, başkalarının ‘gizli devlet’ ya da ‘gölge iktidar’ dediği yapılarla kurulmuş bu uzlaşının zihinsel kodlarını ifade etmek için ‘neo ittihatçılık’ kavramı da kullanıldı. Bu görüşe göre, içinden ittihatçılık geçen ve çelik çekirdeğini güvenlikçilik ve devletçiliğin oluşturduğu bir yapının yumuşaması sözkonusu olamaz.

        Diğer görüşün sahiplerine göre ise; bu ittifak bloğunun en temel unsuru hala Erdoğan olduğu için, her şey Erdoğan’ın seçeceği yola bağlı. Onlar “Erdoğan isterse olur” diyenler.

        Eğer Erdoğan isterse dışlayıcı milliyetçilik anlayışı ve güvenlikçi yaklaşımla sistemin sıkıştığı noktaları açmak için bazı adımlar atabilir. Sistemde bir revizyon yapmayı sağlayacak işbirliği metodlarıarayabilir.Yürütmede sahip olduğu gücü liyakat esasına dayalı olarak paylaşabilir, iflas etmeye doğru giden kurumlar ve kurumsal hafıza tamir edilebilir.

        Ancak soru şu: Yumuşama dediğimiz, değişim dediğimiz her an aslında bir güç paylaşımından yani gücün kısmen de olsa devrinden ya da denetime açık, şeffaf olmaktan bahsediyoruz. Peki, Erdoğan bunu neden istesin?

        Erdoğan için ilk neden, bu modellemenin artık hem Erdoğan’a hem AK Parti’ye zarar vermesi. İkinci neden ülkeye ve ülkenin algısına, kredi notlarına ve günün sonunda millete zarar vermesi. Üçüncü neden ise, yatırım yapması beklenen Batılı ülkelerinTürkiye’nin mevcut durumunu güvenilir bulmamaları ve ülkeye ekonomik darboğazı aşmak için gereken yatırımı yapmaktan geri durmaları ve bu durumdan kimseye hayır gelmemesi.

        Enflasyon ve hayat pahalılığı aşılamazsa Erdoğan’ın düne kadar bulduğu halk desteği tehlikeye girecek. Devlet gücünü sopa olarak kullanarak ya da birtakım imtiyazlarla vatandaşla değil de AK Partililerle paylaşılan imtiyazlar yoluyla rıza üretmenin denizi bitti.

        Ben şahsen Erdoğan’ın ‘değişim’ ve ‘özeleştiri’ kavramlarını kullanmasına bu kez anlam yüklüyorum. Çünkü sana bana her zaman daha mantıklı ve rasyonel görünen yolların bu kez aynı zamanda Erdoğan’a da rasyonel gelmesi söz konusu.

        Nitekim, önümüzdeki üç ya da dört yılın devlet yönetiminin aksayıp tıksıran aksamının onarılması için çalışmayı gerektirdiğini ileri süren AK Partili bazı profiller de böyle düşünüyor.

        Umarım iç muhasebe vedeğişim iradesi “Dünya bir yana, Beştepe ‘atanmışları’ bir yana” tavrıyla şekillenmez.

        SOMUT PROBLEMLER AŞILMADAN YENİ SİYASİ HAMLE YAPILMASI ZOR

        Türkiye’de siyaset epeydir vasatlığa teslim. Daha doğrusu siyaset yapılamıyor bile. Şu çok beklenen ‘iklim yumuşar mı?’ sorusunun cevabı bile AK Parti’yi Cumhur İttfakı'nda sıkıştırabilir ya da tabanında “Dün başka diyordunuz bugün başka?” itirazına neden olabilir. Tam bu noktada AK Parti’de önemli bir pozisyonda olan kaynağıma bu olasılığı ilettikten sonra aldığım cevabı paylaşmak istiyorum. Off the record görüşme olduğu için şimdilik ismin vermeyeceğim şahıs önce “Haklısınız Nihal Hanım” dedi ve devam etti. “Erdoğan ülkeyi rahatlatacak yeni siyasi bir hamle yapabilir, ama bu hamlelere rıza üretebilmesi için önce bazı somut problemlerin çözülmesi gerekiyor” dediğinde ise ben “Ekonomiyi mi kastediyorsunuz?” diye sordum. “Hayat pahalılığı bir sorun ama tek sorun bu değil. En basit örnek mesela imar” cevabını aldım.

        “İmar affı yapıyorsun daha önce kurallara uyanları değil uymayanları ödüllendirmiş oluyorsun. Yan yana iki arsadan birine 20 kat imar diğerine 3 kat imar veriyorsun ki, aradaki farkın hiçbir rasyonel açıklaması olmuyor genelde. Bu türden uygulamalarla imar gibi bir mesele bile vatandaşın adalet duygusunu incitiyor. Bu türden eşitsizlikler biriktikçe birikti. Bakın bu ilk aklıma gelen. Ülkeyi aşağı çeken, vasatlığa mahkum eden ve bir an önce hukuk/adalet zeminine dönmeyi gerektiren problemler hallolursa, yapılması gereken siyasi atılımlar da yapılabilir ve ülke normalleşme yoluna girer”

        AK Parti’de doğruyu görebilen siyasetçiler olması elbette sevindirici. Ama acaba bu önerilerini, eleştirilerini yapıcı bir biçimde tek başlı yürütmenin tek sorumlusu gibi görünen, ama aslında oldukça sıkışmış durumda olan Erdoğan’a iletebiliyorlar mı, mesele bu.