Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Ai Weiwei: ‘Ben kötü adamın oğlu olarak tanındım’

        Röportaj için sabırsızlıkla restorana girerken sarışın bir kadın önümü kesip “Ai çok yorgun, sadece 20 dakikanız olacak. Üzgünüm” dedi. Gözüm masasını ararken birkaç dakikasını kaybetmiştim bile. En uç masalardan birine oturmuş, elinde telefonu çektiği fotoğraflara bakıyordu. Karşısına oturur oturmaz akıllı telefonunu yan yatırıp bana hiç sormadan fotoğrafımı çekti. Bu ilginçti; çünkü kendisi insanları izleyen ve izinsiz çekim yapan kameraların olmaması gerektiğini savunuyor, hatta özgürlüğün buradan geçtiğini söylüyordu. Bu arada telefonun kabında kendisinin bir resmi var, üzerinde de kendi sözü yazıyordu: “Kendini ifade etmek için bir sebebe ihtiyacın var, ama kendini ifade etmen o sebeptir.” Bunlar olurken o sarışın kadın çoktan kronometreye basmış, 20 dakikanın dolmasını bekliyordu. Vaziyetin insan hallerine dair sanatsal potansiyelini fark etmiş olacak; Weiwei bunu göz önünde bulundurarak süreyi biraz uzatabileceğini söyledi. Buluşma vesilemiz, Türkiye’deki ilk kişisel sergisi Ai Weiwei Porselene Dair’in Sakıp Sabancı Müzesi’nde açılmasıydı...

        Hikâyesini biraz anlatayım. 1957’de Nobel adaylığı olan şair Ai Quing ve Gao Ying’in oğlu olarak Çin’de dünyaya geldi. Babasının devlet düşmanı olarak görüldüğü, gazetelerde böyle başlıklarla Ai’nin adının yazıldığı bir çocukluk geçirdi. Önceki röportajlarında babasının ona hiç sarılmadığını söyledi ve belli ki bu onu çok etkilemiş. Maddi ve manevi yoksunluklarla büyüdü ancak hayal gücü ve hayatın derinliğini arama heyecanı onu sanatçı olmaya götürdü. Ancak babasıyla aynı kaderi paylaştı. O da hükümete muhalefet etmeye başladı. 2008’de Çin’deki Sichuan’da 90 binden fazla kişinin ölümüne neden olan depremde hükümetin ölen insan sayısını gizlediğini söyledi. Hükümeti suçladı ve sonrasında eleştirel eserler yaptı. Hükümet de onu suçladı ve harekete geçti. Pasaportuna el konuldu, ev hapsine mahkûm edildi. Yine de vazgeçmeye niyeti yoktu. Hatta polisler onu götürürken aynadan çektiği selfie sosyal medyada meşhur oldu. (Bu selfie’yi de sergide göreceksiniz.)

        REKLAM

        Sonra hükümet pasaportunu geri verdi ama Çin hakkında konuşması yasaklandı, kendi ülkesindeki internet sitelerinden dahi adı silindi, sanal izi kalmadı. Pek çok insan bunun için neler vermezdi! Yine de dünya onu yakından tanıyor. Artık Berlin’de ailesiyle yaşıyor, dünyanın dört bir yanında sergiler açıyor. Geçen yıl İstanbul’da görüldü, Sakıp Sabancı Müzesi’yle görüşünce herkes bir serginin geldiğini düşündü. Ancak uzun süre ses soluk çıkmadı. Asıl amacı mülteci sorununu ele alan belgeseli için veri toplamaktı. Bu sürede SSM Müdürü Dr. Nazan Ölçer ile sık sık görüşmüş ve en nihayetinde Nazan Hanım’ın da deyişiyle dost olmuşlar. Uzun süren sohbetler meyvesini vermiş ve Weiwei’in bugüne kadarki en kapsamlı seramik sergisi geçen hafta açıldı. Weiwei ve Nazan Hanım sürekli kol kola, sanatçı da sürekli onun fotoğraflarını çekip Instagram’ına yüklüyor. Kısa bir basın toplantısından sonra sergiyi dolaştık. Yaklaşık 1 saat sonra da röportaj yapmak üzere karşısındaki sandalyeye oturdum...

        İlk sorum, bu kadar göz önünde olmak farkında olmadan kararlarınızı etkiliyor olabilir mi?

        (Gülüyor) İlk cevabım; aslında ben doğduğumdan beri göz önündeydim. Babam halk düşmanı olarak nitelendirildi ve cezalandırıldı. Sebebi sağ görüşlü olmasıydı... O zamanki rejim tarafından halk düşmanı olarak görüldüğünden sürgüne gönderildi. Bu olaylardan dolayı ailemiz tanınır, iyi bilinir. O yüzden ben de hep göz önündeydim. Çünkü kötü adamın oğlu olarak tanındım. Kamuoyu denen algının hep içinde oldum. Ancak tüm bunlar benim hayattaki kararlarımı etkilemedi, buna izin vermedim. Bilakis bunu bir sorumluluk olarak görüyorum. Nasıl ki sizin benimle röportaj yaparken kısıtlı bir süreniz var ve sorularınızı açık olarak hızlıca sorup buradan bir yazı çıkaracaksanız, ben de birtakım şeyleri ifade edebilmek için elimdeki imkânlara göre anlamaya ve ifade etmeye çalışıyorum.

        REKLAM

        Özellikle mültecileri yakından takip ettiğinizden sormak istedim: Arakan’da yaşananlar çok acı, bunun için yeni bir proje yapacak mısınız?

        Bu konuyu aslında filmimde, Human Flow’da ele aldım. Bir bölümünde Myanmar’da olayların yaşandığı yere gittim. Oradaki kamplarda görüşmeler yaptık. Ama bugünkü kadar dehşet verici bir duruma geleceğini hiç tahmin edemezdim. Orada azınlıktaki insanların sesleri susturulmaya ve unutturulmaya çalışılıyor. Arakan’da yaşananları her gün oluk oluk kanayan bir yaraya benzetiyorum, büyük trajedi. Onun için de böyle bir film yapma kararı aldım ve onların sesini duyurmaya çalıştık. Yaptık ki kimse “Biz böyle bir şey yaşandığını bilmiyorduk” demesin. Her şeyden önemlisi empati yapabilmek.

        ‘İNSANLIK ÇOK KIRILGAN’

        Sizin hep dramdan esinlendiğiniz söyleniyor. Bir mucize olsa, tüm zorbalık ve acılar sona erse, siz bundan böyle hangi konuları ele alırdınız? İnsan karakterinin doğasında mücadele etmek var. Dolayısıyla her zaman bir mücadele olacaktır. Bir araziniz olsun ama dümdüz olsun gibi bir şeyin gerçekleşmesini düşünemezsiniz. İçinde hiç tepe, kasırga, deprem olmasın... Mümkün değil. İlla toplumda ve hayatta mücadeleler olacak. Biz insanlar, bize verilen zamanı barış ‘sağlamak’ için kullanmalıyız. Başka bir deyişle, bu mucize gezegenini en iyi şekilde görüp değerlendirmek için kullanmalıyız. Aslında insanlığa birtakım şartlarla böyle imkânlar veriliyor. Onun için istediğimiz kadar akıllı ya da üstün insan olalım, unutmamamız gereken bir şey var; insanlık geçici. En başından beri bu gezegende değildi, sonsuza dek de burada olmayacak. O yüzden de insanlık çok kırılgan... Bir de ortak bir zihin üzerinde hareket etmemiz çok önemli. Öteki türlü bir ukalalık ve kibirlilik ortaya çıkar. Bu ikisinin kaynağı da aptallıktır. Sığ bir kafayla hareket edilirse ortaya düşmanlık durumu çıkar. Bu ikisi insanı yönetir. Böyle bir insan olmamak için çok çaba göstermemiz gerek. Olduğumuzda ise toplum olarak kendi kendimizi yok ederiz. İnsanlığın bir bütün olduğunu anlamamız, birlikte hareket etmemiz gerek. Görüyorsunuz, kendi kendimizin intiharını hazırlıyoruz. O yüzden de politikaları oluştururken tüm bunların düşünülmesi lazım.

        REKLAM

        Sıklıkla hayatın derinliğinden söz ediyorsunuz. Böylesi bir konuyu düşünürken kaybolmamak çok güç. Siz hayatın derinliğini düşünürken yolunuzu nasıl buluyorsunuz?

        Buna takıntılıyım sanırım, evet. Ancak böyle bir düşünceye hazır olmak gerekir. Adımınızı düşünmeniz, biraz mesafeli yaklaşmanız gerek. Harekete geçmek gerek. Hayatınızda birçok anlam ve hedef olabilir ama bu seyahat hayatınızı daha anlamlı kılacaktır. Yani böyle bir derinliğe doğru yolcuğa çıkmadan önce sadece orada hiçbir şey yapmadan oturmuşsan, hazırlıksızsan, hayatın derinliğinde kaybolursun. Her gün yapılmalı, hayatın ödüllendirmesi budur. Her seferinde kaybolursan hayatı harcarsın.

        ‘TÜRKİYE’Yİ KENDİME YAKIN HİSSEDİYORUM’

        Kameralarla, akıllı cihazlarla insanların izlenmesini eleştiren çok çalışma yaptınız. Hatta özgürlüğün tüm bunlardan kurtulmaktan geçtiğini söylüyorsunuz. Siz bu kadar kafa yoruyorsunuz ama ya izleniyor olmak insanların umurunda değilse?

        Epey ilginç... Bu konuda Edward Snowden’ın iddiaları var. Cidden iyi yanıtlar veriyor, kontrol edebilirsin. Bence birinin hayatının ve mahremiyetinin ne kadarının devlet gücü denetiminde olması hakkında iyi bir yanıtı var. Her detayı sorguluyor... Toplumu ölçmek, birbirimize ne kadar güvendiğimizi görmek için izlememiz gerekmez. Birinin özel hayatına göz kulak olma çabası toplumumuzu daha iyi bir toplum haline getirebilir. Durum biraz karışık, özgürlüğün yeni tanımlamalara ihtiyacı olduğu bir anda, bunlar önemli. Bu konuda çoğu kişi tartışıyor. Yeni güvenlik anlayışımızı sağlamak için kameralar var, ama korku her zaman vardı. Tüm bunlar, korkutan terörizmden ziyade insanların hayatını aşırı yollar kullanarak keşfetmekten kaynaklanıyor. Ancak sizin sorunuzun cevabını kati olarak tabii ki bilemem.

        Bu en kapsamlı serginiz oldu... Çok memnun görünüyorsunuz.

        Öyleyim. Seramikle ilişkim 1970’lerde başladı. Bu benim çok ilgilendiğim bir alan. Ancak ben çağdaş bir sanatçıyım ve o yüzden şimdiye kadar yapılanı kabullenmek gibi bir isteğim yok. Ben yapılmayanın peşindeyim. Bu tarihi geleneğe dair yeni olasılıkları araştırıyorum. Bunun için birçok çabam oldu. Bu sergi de tüm bu çabalarımın en net kanıtı. Yaptığım ilk porselen işten en sonuna dek bütün işlerimi kapsıyor sergi. Bugüne kadar sergilenen eser sayısı yönünden en büyük sergim. Genelde büyük müze sergilerinde bunun yarısı kadar iş olur.

        Ülkemiz hakkında görüşünüz nedir? Kulak misafiri oldum, bugün Kapalıçarşı ve civarını gezecekmişsiniz...

        Birkaç kez Türkiye’ye geldim ama bu kültüre hâlâ yabancıyım. Yine de burayı kendime yakın hissediyorum. Karşılaştığım insanlar da çok sıcaktı. Bu da bende güven duygusu sağlıyor. Birçok kişi bana “Orada sorunlar var, niçin İstanbul’da sergi açıyorsun?” diye sordu. Ben de onlara tam da bu nedenle sergi açmam gerektiğini söyledim.

        'UMUT VERMEK SANAT ÜRETİMİ KADAR ÖNEMLİ'

        Ai Weiwei’in geçen çarşamba gerçekleşen söyleşisi genç sanatseverler tarafından yoğun ilgi gördü. Kalabalık salona sığmadı. Uzun süren söyleşide Weiwei, “Kendimi sanatçı değil sanat yapan kişi olarak tanımlarım. Hayatım boyunca ifade özgürlüğü gibi temel insan hakları için mücadele ettim. Benim bir kamusal kişiliğim var. Benim için çağa tanıklık etmek, insana dokunabilmek, umut vermek sanat üretimi kadar önemlidir” dedi.

        Weiwei, prömiyerini yakında yapacak olan human Flow belgeseli için mülteci kamplarını gezdi, çarpıcı noktalara değindi. 40 ülke dolaştı, ekibiyle 22 ulustan 600 kişiyle röportajlar yaptı. belgesel istanbul’da gösterilmeyecek ancak nazan hanım bir müjde verdi, “vizyona girmeyecek ama sanatçımızdan söz aldım, burada gösterilecek” dedi.

        'BEN DE OĞLUMLA PEK ÇOK ŞEYİ YAPAMIYORUM'

        Baba olmak hayata bakış açınızı nasıl değiştirdi?

        Yaşam her zaman değişir. Ben bunun için hep bir benzetme yaparım; biz sadece akmakta olan bir nehre düşmüş yaprağız. Nehir akar, yaprak hareket eder. Bunun artık pek bir önemi yok. Bilirsin, perspektifiniz değişir. Bu sırada da yeni bir birleşme ya da aydınlanma olurken beklenmeyen şeyler de olur. Baba olmak da böyle bir şey bana kalırsa. Hayatın bir sürekliliği var ama yaşam planlanamıyor. Bunlar sırasında birçok şey öğreniriz, mesela hata yapmayı... Bu süreçte gerçekleşen durumlarla bağ kurup baş edersek bir hazineye dönüşebilir. Ama bunlar dünyada ya da toplumdaki anlayışımızı yansıtmaz. Ama kendimizi anlamak ve yetiştirmek için bir olumlu hareket başlatma fırsatı verir. Babamı tanıdığımı düşünmüyorum. Ben de 50 yaşında baba oldum ve oğlumla pek çok şeyi yapamıyorum. Tıpkı babamın da benimle pek çok şeyi yapamadığı gibi.

        'NAZAN HANIM'LA GEZMEK BİR AYRICALIK'

        “Türkiye çok enerjik bir yer. Bir ülkenin müzelerini görüp üstüne bir de bu alanların bir parçası olan biriyle konuşunca bir his doğuyor. Burada bir sergimin açılmasından dolayı çok mutluyum. Türkiye’ye ikinci gelişimde saygıdeğer Nazan Hanım’la tanıştım. Beni İstanbul’da birçok müzeye götürdü. Uzun yıllardır müze direktörlüğü yapan Nazan Hanım’la da gezmek bir ayrıcalık oldu.”

        'GURUR DUYUYORUZ'

        Suzan Sabancı Dinçer Akbank Yönetim Kurulu Başkanı

        “Akbank ile Sakıp Sabancı Müzesi her 2 yılda 1 bir araya geliyor. Dünyaca meşhur sanatçıları ülkemize getirip sergiliyoruz. Bu yılki müze konuğuysa Ai Weiwei. Kendisi çağdaş sanat alanında meşhur ve yetenekli bir sanatçı. Bu sergiyi Sakıp Sabancı Müzesi’yle gerçekleştirmekten dolayı büyük mutluluk duyuyoruz. Bu sergi vesilesiyle İstanbul’un ve ülkemizin yurtdışında doğru ve iyi tanıtımını yapmaktan da özellikle gurur duyuyoruz. Sergiyi gezecek tüm sanatseverlere iyi seyirler diliyoruz.”

        3 yaşındaki Suriyeli Aylan bebeğin kıyıya vuran cesedini canlandırmasını yaptığı işi, çok eleştirilmiş, “Dramdan faydalanıyorsun” diye suçlanmıştı. Eleştirilere çok alışık olduğundan hiç yanıt vermedi, yoluna baktı. Yine de gündeme oturdu, Aylan bebeğin dünya medyasına yansımasını sağladı. Nazan Hanım ise onu “Acıları paylaşan bir kimse, acıları unutturmayan sanatçı” olarak tanımlıyor.

        'ARKASINDA ÇOK İLGİNÇ BİR HİKAYE VAR'

        Sakıp Sabancı Müzesi Müdürü Dr. Nazan Ölçer “Günümüzün en önemli çağdaş sanatçılarından. Her yıl değişik yerlerde yaptığı çok çeşitli sergilerle gündem oluşturan Çinli Ai Weiwei, müzemize böyle kıymetli bir sergiyle geldi. Sanatseverlerle buluşturduğumuz bu serginin arkasında çok ilginç bir hikâye var. Ai Weiwei’in 2016’nın mart ayında Türkiye’deki mülteci kamplarını ziyaret etmek için İstanbul’a gelmesi, beni SSM’de ziyaret etmesi ve ardından hemen ertesi gün birlikte benim yıllar önce görev yaptığım Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ne gitmemiz; bu serginin doğmasını sağlayan ilk adımdı. Müze ziyaretimiz sırasında Ai Weiwei’in bir Çin porseleninin Osmanlı zanaatı ile buluşmasıyla ortaya çıkan eseri gördüğünde yüzünün aydınlanması ise bu sergiyi bugüne taşıyan kıvılcım oldu. Ai Weiwei ile sergiye dair ilk görüşmelerimizi yaparken, o anın hepimizde bıraktığı etkiyle, Türkiye’deki ilk sergisinde de sanatçının uzun zamandır ilgilendiği porselen üretimine odaklanmasına birlikte karar verdik. Sergiyi ziyaret eden sanatseverler, eminim ki birçok sürprizle karşılaşacak...”

        Weiwei’nin Han Hanedanı Vazosunu Düşürmek eserinin arkasındaki Odysseia adlı duvar kâğıdından bir detay. Antikçağ Yunan ve Mısır oymaları gibi işlenip tüm duvarı kaplayan kâğıtta mültecilerin hikâyesi, savaşlar, gösteriler, hasılı çağdaş dünyanın hali sanatçının perspektifinden anlatılıyor.

        Sergi, müzenin 3 katına yayılmış, 100’den fazla eserden porselen olanların kırılma riski de düşünülerek geniş aralıklarla yerleştirilmiş. Serginin küratörlüğünü yine sanatçı üstlendiğinden her detayıyla ilgilenmiş. O Berlin’deyken, ekip arkadaşları İstanbul’dan bir eserin yer değiştirmesi durumunu bile ona bildirmiş. Müze Müdürü Nazan Ölçer, “Adeta yanımıza gibiydi” diye anlatıyor. En kapsamlı Weiwei sergisinde sadece porselen işlerinin yanı sıra video, duvar kâğıdı ve fotoğrafları da var. Bu serginin en zor kısımlarından biri nakliye süreci olmuş. Eh hepsi kırılabilir, çok parçalı eserler. Bir kısmı gemiyle, bir kısmı da uçakla gelmiş. Ancak Nazan Hanım’ın yüreğini hop ettirense son parçaların gümrükte uzun süre kalması olmuş. 9 günlük bayram tatili süresince eserlerin yolu gözlenmiş. Ve sonunda hepsi sağ salim müzeye gelmiş. Sakıp Sabancı Müzesi, ağırladığı her sanatçıyı geniş bir açıdan ele alıp detayları keşfetmeyi de izleyicisine bırakır. Bu sergide de öyle, Weiwei’in tüm dünyası seramik işleriyle ortada... Sürekli işlediği temalar, değindiği noktalar ve geleneksel bir sanatla günümüzün yorumunu görebilirsiniz. Sanatçının geçmişi ve geleceğinden eserler... Eserlerin en eskisi 40 yıl öncesine uzanıyor ve hemen hemen hepsinde dünyayla, bugünle ilgili insanlara bir şey anlatma derdinde. İstanbul için özel olarak ürettiği yeni eserlerinde de bunu göreceksiniz.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ