Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Sinema Ayla Algan: Hastalıkları sanatla tedavi etmeyi öğrendim

        Harbiye’dekievinde14.00’tebuluşuyoruz.Salondaki bant çekimibitmek üzere. Mutfağageçiyoruz. Kahvelerimiziyudumlarken pozitifenerjisi, örgülü saçları,çiçekli kolyesiylebizi selamlıyor AylaAlgan. Besbelli nefisyemeklerin piştiğio mutfakta, lezzetli birsohbete başlıyoruz. HT Pazar'dan Ekin Türkantos'un haberi...

        Salona geçtiğimizde heykellerini, annesinin yaptığı yağlıboya resimleri, 5 yaşındayken Ercüment Kalmık’a bir yüzük karşılığında verdiği pozu anlatıyor gülerek. Evin her köşesinden anılar fışkırıyor. Siyah beyaz aile fotoğrafları, berjerlerle uyumlu yağlıboya tablolar... Hangi köşede çekim yapacağımızı şaşırıyor, 81 yaşındaki Algan’ın enerjisine hayran kalıyoruz. Çocukluğu, mesleğe başladığı yıllar, evliliği, kızı, 50 yıllık sanat hayatına sığdırdıkları, başarıları, tiyatro sahnesindeki rolü... Eski günlerden bahsetmek iyi geliyor ona da, bize de. Sohbet hiç bitmesin istiyoruz. Her saati programlı olan Algan’ın en büyük motivasyonu çalışmak. 22 Nisan’da ‘Ayla Algan ile Korkunun İzinde’ gösterisinde anlatıcı olarak çıkacak karşımıza. Bu arada 6 Mayıs’ta sahneye koyacağı ‘Kurtuluş Yolunda Kadınlarımız’ projesi var.

        REKLAM

        Nasılsınız, en son Sabancı Uluslararası Adana Tiyatro Festivali’nde Sakıp Sabancı Yaşam Boyu Başarı Ödülü’nü aldınız...

        Çok iyiyim. Ödül aldığım zaman hep “Bilek gücümle aldım” derim ama bu fazladan geldi, verenlere çok teşekkür ederim. “Hiçbir şey yapmadım” desem de tabii hayatta yaptıklarımı sayıyorlar. Dolayısıyla çok sevindim. Öyle bir festival ki, 20 yıldır yapabiliyorlar. O yüzden de kutluyorum Sabancı ödülünü ve Güler Hanım’ı.

        Dile kolay 50 yıldır meslektesiniz ama ben en çok oyuncu Ayla, eğitmen Ayla, anne Ayla ve anneanne Ayla arasında en sevdiğiniz rolü merak ediyorum...

        Torunum 2 yaşına bastı, en benimsediğim rol büyükanne olmak. Kızımı 38 yaşımda doğurdum. Şimdi bakıyorum da hayatıma, Beklan Algan çok iyi bir rejisördü, seyahatlerimiz olurdu, ayrı kalırdık ama her zaman ailemizi koruyabildik.

        Peki ya eğitmen Ayla Algan...

        Çocuklar ailelerine “Ayla Algan’dan ders alacağım” dediklerinde “Arkanda duruyoruz” diyorlar, bak tüylerim ürperiyor. Geçenlerde sinema öğrencisi bir kız da aynı şeyi söyledi. Aileler sinemadan korkuyor. Kamera önü eğitimine başladığımdan beri starlarıma bakıyorum, hepsi düzenli ve aile hayatlarını çok iyi yaşıyorlar. Bergüzar, Hazal, Çağatay, Barış, Tolgahan hepsi öyle... Boyalı basında da olmaları lazım, yoksa unutuluyorlar. Hepsi iyi idare etti, kutluyorum onları. Onlar benim ölümsüzlüğüm.

        Ayla Algan 19yaşındayken23 yaşındakiBeklan Alganile arkadaşınındüğünündetanışır ve 5ay gibi kısabir süredeevlenirler.

        Evinizde çok değerli anlarınızı yansıtan fotoğraflarınız, annenizin yaptığı yağlıboya resimler ve heykeller var. Akşamın yorgunluğu çöktüğünde kim bilir nerelere gidiyorsunuz...

        “Ee ne mutlu bana” diyorum tabii. Annem ressamdı, Mimar Sinan’da 7 sene okudu. O zaman galeri yok, kimse resim satın almıyor. Babam Girit göçmeniydi, çiftlikleri vardı, zengindiler ama göçte buraya bir şey getiremediler. Çok sonra çiftliği satıp tüccar oldu. Annem sanatla meşgul, biz desen Şehir Tiyatrosu’nda. En büyük rollerimi 15 liraya oynadım. Ama babam vardı arkamızda. Babam büyük ev tuttu, hep beraber oturduk. Amerika’dan geldiğimizde ayrı ev tutamadık, paramız yoktu. Dolayısıyla o dönem annem stilistlik yapmaya başladı. Paris’te Christian Dior’a bizim folklorik renklerimizi götürüyordu. Dior şaşırıyor, annemi kucaklıyor, “Bu renkleri nereden buluyorsun?” diyordu. Bana hamileyken Mimar Sinan’da heykele başladı. Eve şairler, ressamlar gelirdi. Çocukluğum öyle geçti. Çok sonraları İnci Sanlı ile yaratıcı dramayı kurduk. Çünkü bizim ev yaratıcı drama gibiydi. Ben de oyun içinde eğitildim. Sonra Tiyatro Araştırma Laboratuvarı TAL’ı kurduk. Felsefesi olan yegâne laboratuvardır dünyada. 20 yıl Süleyman Velioğlu ile çalıştım. Her perşembe Çapa’ya gidiyordum. Yaratma edimi, role girmek, rolden çıkmak gibi olayları konuştuk. Hastalıkları sanatla tedavi etmeyi otomatikman öğrendim.

        “Rolden çıkamamak sıkıntı” diyorsunuz. Biz de gün içinde çalışan, anne, çocuk, sevgili kimliğimizi taşıyarak farklı roller üstleniyoruz. Roller arasındaki dağılımda eşitsizlik mutsuzluk yaratır mı?

        Olabilir. Meryem’de (Uzerli) oldu bu. Çünkü rol aldığı dizide 100 bölüm otelde kaldı. Orada kendi eşyası yoktu. Meryem’e “Almanya’dan fotoğraflarını al” dedim. Otelden çıkıp sete gidiyor, Hürrem oluyor sonra dönüp ezber yapıyor. Ben de bir ara öyle oldum. ‘Kurtlar Vadisi’ne girdim, Toroslar’da yaşamış bir kadını canlandırdım. Ama evime dönünce büyükbabamın resmini görüp Ayla Algan oluyordum.

        ‘EZBER YAPAMADIĞIM İÇİN MASAL OKUYORUM’

        ‘Ayla Algan ile Korkunun İzinde’ diye bir gösteriniz olacak. Bir süredir masal tiyatroları, masal okuma etkinlikleri çok ilgi görüyor...

        Benim rolüm anlatıcı. Hele şimdi yaşlandım ezber de yapamadığım için masal okuyorum. Bazen içlerine girip oynuyorum. Çok güzel çünkü konser aynı zamanda.

        Masalların çocuk gelişiminde etkisi nedir?

        Yaratıcı dramada, benim müfredatımda her çocuğun masalının kendi kültüründe olmasını istiyoruz. Mesela bizde Naili Boratav’ın, Tahsin Saraç’ın güzel masalları var. Haçlı seferlerinde, o karmaşa içinde Batı anaerkil masallarımızı alıp ataerkil masal yaptı. Mesela Pinokyo bizde erkek değil bir kız, zaten adı da Ay ve Gün. Çocuğu olmayan bir marangoz tahtadan bir kız yapıp pencerenin önüne koyuyor. O sırada padişahın oğlu geçiyor ve kıza âşık oluyor. Ama kızın tahtadan olduğunu söylemeye korktukları için “Götürürken nehre atar, düştüğünü söyleriz” diyorlar. Sonra askerler kızı nehirden çıkartıyorlar ki ay ve gün gibi güzel bir kız. İsmi de oradan geliyor.

        Siz de kadınlara çok önem veriyorsunuz, nitekim ‘Kurtuluş Yolunda Kadınlarımız’ adında yeni bir oyun çıkartıyorsunuz, Halide Edip’i canlandıracaksınız...

        O devrin tarihini anlatıyor. Gerçek olan şeyler var. 3 bin kadın bir araya gelip bir dernek kuruyor. Anadolu şiddet altında, bütün dünyaya kraliçelere, reisicumhurların eşlerine “Yeter bu şiddet” diye telegraflar yolluyorlar. O kadınlar ki, savaşta mermisini yapan, çorap ören, kıyafet diken... 13 yaşında annesi ölmüş bir kız, babasıyla savaşa gidiyor. Araştırdım buldum, bunlar gerçek. Artık kadını ezilmiş, “Kadınlar sahneye çıkmaz”, “Kadınlar işe yaramaz” diyen ve kadını arka plana atan zihniyete bu yaşta karşı çıkmaya mecburum yoksa insan kalmayacak.

        ‘FRANSIZCA BİLİYORSAN İNGİLİZCE ÖĞREN’

        Sosyal çevrenin, dostluğun, aşkın ve İstanbul’un en güzel zamanlarını yaşadınız. Hâlâ üretiyor, öğrenci yetiştiriyorsunuz. Motivasyonunuzu nelerden alıyorsunuz?

        İşte bunları yaparak. Evde otursam ya çocuk bakacağım ya yemek yapacağım. Yaratıcı dramanın manifestosunu yazan Süleyman Bey, “Kim ki yaratma edimi içindedir, onun adı insandır. Çünkü hayvan yaratamaz, ancak kendi türünü çoğaltır. Onu doğa korur, bizi kültür korur. İnsan doğduğu anda öleceğini bildiği için başka türlü yaşar. Çocuk doğurur, ismini sürdürmek için” der. Bizim için işadamları da yaratıcı, mesela Sakıp Sabancı. Öldü ama bak hâlâ yaşıyor adam. Ölüm korkusunu yenmek budur. Dolayısıyla bütün kadınlara, işsiz kalanlara, emekli olanlara diyoruz ki, bir şey yap. Fransızca biliyorsan İngilizce öğren. Öğrenci ol. İnsanın isteği bütünleşip mutlu olmaktır. Bu ille güzel sanatlarla olmak zorunda değil. Yemek pişiren büyükanneniz de “Çocuklarım için pişiriyorum” diyor ve böbrek sancısını unutuyor.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ