Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Dünya Tüm kuralların değiştiği gün!

        HABERTURK.COM DIŞ HABERLER SERVİSİ

        ABD saatiyle 08:46:30 da kaçırılan bir American Airlines yolcu uçağı Dünya Ticaret Merkezi Kuzey Kulesi 94-98’inci katları arasına kuzey bölgesinden çarptı. Bina çarpmadan 102 dakika sonra yıkıldı.

        Yerel saatle 09:02:59 da bir diğer uçak Dünya Ticaret Merkezi güney kulesi 77-85’inci katları arasına güneyden çarptı. Bina çarpmadan 56 dakika sonra yıkıldı.

        Washington D.C.’deki Pentagon binasına çarpan ve Pensilvanya kırsalında düşen diğer iki uçakla birlikte, artık dünyada hiç kimse güvende değildi.

        ABD Başkanı George W. Bush, televizyon ekranlarından bütün dünyaya yeni dönemin başladığını ilan ediyordu: Ya bizdensiniz ya da düşmanımızdan…

        2 bin 974 kişinin hayatını kaybettiği, 24 kişinin ise kimlikleri tespit edilemediği için kayıp olarak ilan edildiği saldırıların üzerinden bugün itibariyle tam 10 yıl geçti. Peki ABD’nin 9/11 olarak sembolleştirdiği 11 Eylül bu 10 koca yılda ABD’de ve dünyada neler değişti?

        Özgürlük Heykeli’nin gözü önünde gerçekleşen saldırılar, dünyanın süper gücünün “dokunulmaz” halkının “Amerikan Rüyası”ndan büyük bir trajediyle uyanıp, korku içinde yaşamaya başladığı dönemin de habercisi oldu. Özgürlük Heykeli de zaten, temsil ettiği değerlere çarpan dört uçakla resmen ve de fiilen tatile çıkarılmıştı.

        İNCİL'DEN ALINTIYLA SAVAŞ İLANI

        Bush’un, 11 Eylül konuşmasında İncil’den “Bizimle olmayan bize karşıdır ve bizimle birlikte devşirmeyen dağıtılır” ifadesine yaptığı vurgu ve terörizmle mücadele ilanı, aslında belki de dünyaya olacakları anlatmak için verdiği bir mesajdı.

        TOPLUMU AYRIŞTIRAN, KOMŞUYU ÖTEKİLEŞTİREN YASALAR

        Fakat elbette 11 Eylül’ün ardından ilk manevralar içeride yapıldı. Panik halinde ve korku içinde olan Amerikan toplumu, artık 11 Eylül 2001’in doğurduğu Vatanseverlik Kanunu, Terörle Mücadele Kanunu, Olağanüstü Yetkiler Kanunu, Amerikalı Kahramanlar Kanunu, Havaalanlarının Güvenliği Kanunu, Pilotları Silahlandırma Kanunu gibi hızla çıkarılan yasalarla önce bir ayrışma içerisine girdi. 11 Eylül’den hemen sonra yayınlanan bir kararname ile askeri mahkemelerin sadece vatandaş olmayanlara uygulanması, ABD Başkanı’na verilen “düşman savaşçı” ilan etme yetkisi ABD toplumu içerisinde yaşayan fakat ABD vatandaşı olmayanlara, hatta soyadı tehlikeli olanlara bile Amerikan Rüyası yerine Guantanamo kâbusunu vaat ediyordu.

        Bir süre önce Müslüman komşusuyla selamlaşan Amerikan halkının önemli bir bölümü, havaya asılı kalan korku bulutlarının altında artık kapısının yanındakini en az ABD Hükümeti kadar “potansiyel bir terörist” görüyordu.

        Bireysel özgürlüğün beşiği olan ABD’de halkın yüzde 61’i, 11 Eylül’ün hemen ardından yapılan bir kamuoyu araştırmasında “Ülkede terörizmi engellemek için ortalama bir kişinin bazı sivil özgürlüklerinden vazgeçmesi gerekir mi” sorusuna “Evet” yanıtını veriyordu.

        Birçok uzmana göre bu yanıt aslında “ötekileştirmenin” panik ve korkuyla harmanlandığı ilk sıcak tepkiydi. Ki aynı soruya “evet” diyenlerin oranının 2002 yılında yüzde 47’ye, 2004’te ise yüzde 38’e düşmesi, akıl tutulmasının çok uzun sürmediğini gösteriyordu.

        Terörizm ve Güvenlik Araştırmaları Uzmanı Prof. Dr. İhsan Bal’a göre 11 Eylül ABD için bir ‘U Dönüşü’ oldu.

        New York Times’ta bir makalede terörizmi önleme kanunu sivil özgürlüklere darbe vurup, devlet istismarının önünü açarak yeni bir paradigma yarattı.

        'SENİN TERÖRİSTİN'DEN GLOBAL TERÖRİZME GEÇİŞ

        Fakat ABD ve hükümeti için her şey çoktan değişmeye başlamıştı. Artık halkı gibi ABD de belki de ilk kez ciddi olarak kendini güvende hissetmiyordu. “Senin teröristin” kavramı yerini “global terörizm”e ve terörist devletlere, 19 teröristin kimliklerinde yazan din ise dev bir İslam Alemi'nin töhmet altına bırakmıştı. Bush’un İncil’den alıntıladığı o cümlede de söz ettiği şekilde ABD’nin terörizme savaş ilanında yanında olmayanlar artık ABD’nin düşmanıydı: Yani yeni yükselen bir tanımlamayla “öteki” idi…

        BİREY ÖZGÜRLÜĞÜNDEN ULUSAL GÜVENLİĞE

        ABD’de önce İslam karşıtlığı ile başlayan yeni terörle mücadele yöntemi, öncelikle 11 Eylül 2001’de tüm dünyaya canlı yayınla ifşa olan istihbarat fiyaskosuna neşter atılmasına neden oldu. Bu da ulusal ve uluslararası istihbaratın arasındaki sınırı kaldırmış ve artık global bazda yeni bir istihbarat döneminin de başlamasına yol açmıştı.

        Fakat kısa süre içerisinde bu yeni yapılanmaların sadece ABD’deki yabancıları hedef almadığı, aynı zamanda vatandaşları ve birçok devleti de hedef aldığı ortaya çıkmış oldu. Ulusal Terörle Mücadele Merkezi, Ulusal İstihbarat Direktörlüğü, İç Güvenlik Bakanlığı gibi kurumlarla birlikte daha önce hiçbir zaman bir araya gelmeyen CIA ve FBI gibi iki kurum da birlikte çalışabilir hale getirildi.

        Ayrıca ABD Başkanı’na sınır ötesi operasyonlarda CIA’e infaz emri verebilme yetkisi alması daha sonrasında ise ordu içerisinde de terörizmle mücadele odaklı yeni bir operasyon gücü oluşturulması oyunun kurallarını da iyice değiştirdi. Asker sayısının 25 bine ulaştığı iddia edilen bu gücün, doğrudan doğruya Beyaz Saray’dan öldürme emri alabilmesi artık özgürlüklerin “gerekli olduğunda” sınırlandırıldığı bir dönemin de ilanıydı. İzinsiz telefon dinlemeleri ve Amerikan halkının hiç alışık olmadığı birçok yeni terörle mücadele yöntemi anketlerde “özgürlüğümü geri verin” diyenlerin sayısının da hızla yükselmesine neden oluyordu. Elbette bu yetkiler Guantanamo’daki gizli esir kamplarında 100’lerce kişinin sorgusuz sualsiz tutuklanıp işkence gördüğü iddialarının da doğru orantılı olarak artışına neden oluyordu.

        PARAMPARÇA AMERİKA

        Ayrıca ABD tarihinde belki de çok uzun bir süredir ilk kez “ulusal birlik” duygusunda da ciddi bir yara açılıyordu.

        Ulusal birlik konusunda bile ABD’nin iki büyük partisi artık anlaşamıyordu. Bu da ABD halkının “ötekine” güvensizlik aşamasından, artık birbirine güvensizlik aşamasına geçtiğinin de bir işareti olarak kabul edildi. Ki bugün büyük bir krizde olan ABD, tarihinde ilk kez “süper güç” tescili olan kredi notunun düşeceğini bile bile borçlanma tavanının artırılması konusunda son ana kadar anlaşamayarak bu sınavdan çok kısa bir süre önce kaldı.

        Taraf Gazetesi Yazarı Emre Uslu, bu yaşanan süreci Amerikan toplumunun sosyolojisinin değişmesiyle açıklıyor.

        11 Eylül’ün 10’uncu yıldönümünü değerlendiren Voice of America’nın haberine göre kamuoyu araştırmacısı Peter Brown bu bölünmeyi, “Saldırının hemen ardından bu ülke Pearl Harbor’daki gibi birlik ve beraberlik içinde olduğu için küçük bir umut vardı. Fakat bu umut hızla yok oldu ve biz çok ama çok parçalanmış bir ülke haline geldik” diye açıklıyor.

        Washington Post yayınlanan bir makalede ise “Bugünün aşırı ısınmış, aşırı partizanca ortamını o zaman hayal etmek neredeyse imkansız görünüyor” diyerek 11 Eylül’ün aslında Amerikan toplumunda çok ciddi bir bölünme yarattığına dikkat çekiliyor.

        1 MİLYON KURBAN

        Bu arada içeride bunlar yaşanırken dışarıda da başka bir savaş başlıyordu.

        Önce El Kaide’nin peşine düşmeye ve “terörist” ilan ettiği devletleri hedef tahtasına koymaya karar veren ABD, İngiltere’nin de desteğiyle El-Kaide’nin bulunduğu yer olarak belirlediği Afganistan’a 7 Ekim 2001’de büyük bir saldırı başlattı. Daha sonrasında NATO operasyonu haline dönüşecek ve resmi kaynaklara göre 2 bin 710 koalisyon askerinin, resmi olmayan kaynaklara göre (bu konuda zaten hiçbir resmi açıklama yapılmadı) 40 bin sivilin hayatını kaybedeceği, 100 binlerce sivil ve askerin ise sakat kalacağı veya yaralanacağı 10 yıllık savaş işte o gün başladı. Hedef ise El-Kaide’yi “11 Eylül saldırılarını gerçekleştirdiği yönünde yeterli kanıt olmadığı” gerekçesiyle teslim etmeyi ve yabancı esirleri serbest bırakmayı kabul etmeyen Afganistan Hükümeti Taliban’dı.

        İki yıl sonra Mart 2003’te ise Afganistan’la kıyaslanamayacak kadar büyük bir kıyımın yaşanacağı Irak Savaşı’na sıra geldi. ABD kaynakları bu savaşta ise 4 bin 792 koalisyon askerinin öldüğünü 32 bin 159 ABD askerinin ise yaralandığını açıklıyor. Yine sivil kayıplar konusunda hiçbir resmi açıklama bulunmuyor. Fakat İngiliz bir sağlık organizasyonu tarafından yapılan araştırmaya göre 2006 yılı itibariyle 654 bin 965 Iraklı sivil bu savaşta hayatını kaybetti. 4 yıl sonra yani bugün ise bu rakamın 27 milyon nüfuslu Irak’ta 1 milyona yaklaştığı artık herkes tarafından kabul ediliyor.

        Saddam Hüseyin iktidarının Kitle İmha Silahı ve Nükleer Silah geliştirdiği iddiası ise Irak’a saldırının gerekçesiydi.

        İTTİFAKTA ÇATIRDAMA

        “Bizimle beraber olmayan bize karşıdır” sloganından bir dönem Türkiye de “tezkere” kriziyle nasibini aldı. Uzun bir dönem Türkiye ve ABD arasında TBMM’den geçmeyen tezkerenin gerilimi yaşandı.

        ABD’nin doğal müttefiklerini bile hedef alan politikaları Avrupalı müttefikleri arasında da huzursuzluk ve güvensizlikler oluşmasına neden oldu. Özellikle 1 milyona yakın kişinin hayatını kaybetmesine yol açan Irak Savaşı’nın çıkış noktası olan “Saddam’ın Nükleer Çalışmaları” raporunun bir düzmeceden ibaret olduğunun ortaya çıkmasıyla birlikte, Suriye ve İran konusunda Avrupa ülkeleriyle ABD arasında bir direnç oluştu. Her yeni anket gösteriyordu ki, dünyada Amerikan düşmanlığı, hızla yükseldi.

        Bu durum Washington Post’ta yayınlanan bir makalede “ABD’nin dış politikasını artık kadim müttefikler bile eleştiriyor” şeklinde özetleniyor.

        Zaman Gazetesi Dış Politika Yazarı Fikret Ertan bu dönemi, “Kara dönem” olarak tanımlıyor

        New York Times’ta Jill Abrahamson ise “Tamamlanmamış Görev” isimli makalesinde “Son 10 yıl modern savaşın ne olduğuna, gölge düşmanlara ve dönek müttefiklere ilişkin fikrimizi değiştirdi. 11 Eylül’de kaybettiğimiz 3000 insanın yasının tuttuk fakat bunun aynısını 10 yılda ölen NATO askerleri ve Afgan vatandaşları için yapmadık” diyor.

        ABD, 11 Eylül 2001’den sonra “terörizmle global mücadele” iddiasıyla başlattığı bu savaşlara toplam 1.7 trilyon dolar akıttı. Ve sonuçta Ne Irak’ta ne de Afganistan’da ABD’nin trilyonlarca dolarlık maddi zarar ve 1 milyondan fazla insanın ölümü dışında elde edebildiği reel bir sonuç olmadı.

        OBAMA VE MEDENİYETLER İTTİFAKI

        ABD’nin savaş harcamalarıyla açık veren bütçesinin de etkisiyle yaşanan global kriz, ABD’de değişim rüzgarlarının bir kasırgaya dönüşmesine neden oldu. 2008 yılında ABD’nin siyahi başkan adayı Barack Obama, Guantanamo’nun kapatılması, Irak ve Afganistan’dan ABD askerlerinin kademeli olarak çekilmesi, El-Kaide Lideri Usame Bin Ladin’in yakalanması ve dünyada çatışma değil barış vaatleriyle iktidara yürüyen ABD’nin ilk siyahi başkanı, yeni dönemde bir strateji değişikliğinin de sembolü haline geldi. Bazı uluslararası analistlere göre Bush’un 11 Eylül saldırılarının hemen ardından ilan ettiği Global Olağanüstü Hal’in kaldırılıp normalleşme sürecinin başlatıldığı, Medeniyetler Çatışması yerine Medeniyetler İttifakı sloganının gündeme oturduğu Obama dönemi bu mesajlarla başlasa da hızla şişen bütçe açığı, ABD’nin dünyaya hızla yayılacak bir kriz virüsü üretmesine neden oldu.

        İslamafobi ve ötekileştirmenin paranoyak bir hale gelmesinin ardından başlayan Obama döneminin en önemli sembolü ise Arap Baharı oldu. Afganistan ve Irak’ta artık bir bataklığa saplanıldığını kabul eden Obama, 2010’un ağustos ayını Irak’tan muharip güçleri çekti.

        2011’in mayıs ayında ise bu defa Obama’nın mesajı “Her an yeni bir saldırı olacak” paniği içinde yaşayan Amerikan halkına oldu. ABD’nin 1. Numaralı Düşman olarak ilan ettiği El-Kaide Lideri Usame Bin Ladin’in, SEAL komandoları tarafından Pakistan’da düzenlenen bir operasyonla öldürüldüğünü ve cesedinin de denize atıldığını açıkladı.

        Zaten 2011’in yazında ABD’nin Afganistan’dan çekileceği de Obama’nın vaatleri arasında vardı.

        Fakat ABD’nin özellikle teröre karşı yanında tavır almayan bazı İslam ülkelerine karşı yaklaşımında çok büyük değişiklikler yaşanmadığı, İran ve Suriye krizleriyle ortaya çıktı.

        Buna karşılık Arap Baharı, ABD’nin 11 Eylül sonrasında terörizm destekçisi olarak en çok işaret ettiği coğrafya olan Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yeni bir fırtına başladı: Arap Baharı. Halk ayaklanmalarıyla Tunus’ta patlak veren Arap Baharı, Mısır, Libya gibi ülkelerde baskıcı rejimlerin birbiri ardına yıkılmasına neden olurken Suriye’yi de Batı dünyasıyla karşı karşıya getirdi.

        ABD DAHA MI GÜVENLİ? 10 YILIN BEDELİNİ KİM ÖDEDİ?

        Sonuç olarak 11 Eylül’ün üzerinden 10 yıl geçtikten sonra bugün ABD Bush’un vaat ettiği gibi daha güvenli bir ülke haline mi geldi? ABD halkı artık kendini daha güvende mi hissediyor? 11 Eylül ve sonrasında ABD’nin geliştirdiği politikaların ABD’ye ve dünyaya faturası ne oldu? Bu fatura kime çıktı?

        Bugün yani 11 Eylül’ün üzerinden tam 10 yıl geçmiş ve 11 Eylül’ün sorumlusu olarak açıkladığı Bin-Ladin öldürülmüşken, ABD’de halen terör alarmı veriliyor. Bir terör saldırısı ihtimaline karşı önlemler en üst

        düzeye çıkarılıyor. 10 yıl sonra bile Amerikan halkının 10 Eylül 2011 gecesinde yastığa kafasını huzurla koyamadığı bir dönem… Aynen Afganistan veya Irak halkı gibi.

        Galatasaray Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Dr. Beril Dedeoğlu, 11 Eylül’den Müslümanlar’ın da terör paranoyağı haline gelen Batı’nın da aynı zararı gördüğünü söylüyor.

        Kültür Üniversitesi Hukuk Fakültesi Devletler Hukuku Uzmanı Prof. Dr. Hasan Köni ise 11 Eylül’ün asıl faturasının gelişmekte olan ülkelere çıktığı inancında.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ