Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem "15 yaşından beri hep bir kadın hayaliyle yaşadım"

        Kübra PAR / HT GAZETE

        Ümit Kocasakal en yakın rakibine büyük fark atarak üçüncü kez İstanbul Barosu Başkanı seçildi. Avukatlar onu neden bu kadar çok seviyor merak ettim, Ataşehir’deki evinin kapısını çaldım. Televizyon ekranlarının ateşli muhalifinin içinde meğer çocuk ruhlu bir romantik yatıyormuş. Çizgi roman ve eski 45’likler tutkunu, yemekte ve ütüde iddialı, karısından bahsederken gözleri dolan bir ortaçağ âşığı... Kendini Kemalist, ulusalcı ve Cumhuriyetçi olarak tanımlayan Kocasakal’ın Almanya’dan Galatasaray Lisesi’ne, hukuk fakültesinden İstanbul Adliyesi’ne uzanan çok renkli yaşam öyküsü...

        -Rekor oyla üçüncü kez İstanbul Barosu’na başkan seçildiniz. Çok mu seviyorlar sizi?

        Herhalde seviyorlar! Hiç kimse aptal değil. Konuşmanızdan, halinizden samimi olup olmadığınız anlaşılır. Zannediyorum bende samimiyeti gördüler. Hiç eğilip bükülmedim, yıllardır aynı şeyleri savunuyorum. Evet, ben ulusalcıyım, milliciyim. Benim için ulusalcılık milli çıkarlarını ulusal çıkarların üstünde tutmaktır. Genel kurul konuşmasında dedim ki: “Bana ‘1930’ların kafasındasın’ diyorlar. Evet, 1930’ların ruhuna, heyecanına, ekonomik mucizesine, ortak aidiyet duygusuna geri dönmek istiyorum.” Bunları söyleyerek bu oyu aldım.

        -İstanbul’daki avukatların çoğunluğu sizin gibi ulusalcı mı yoksa?

        Oy verenlerin hepsi benimle aynı siyasi görüşte olmayabilir ama duruşumu ve hizmetlerimi takdir ediyorlar. Avukatlar genelde dik kafalıdır, boyun eğmeyi sevmezler. Çoğu inançlıdır ama aynı zamanda çağdaştır.

        -Sizin için internette “1966’da Almanya’nın Köln şehrinde doğdu, Galatasaray Lisesi’ni ve hukuk fakültesini bitirdi” yazıyor. Aradaki boşlukları doldurmanızı istesem...

        Rahmetli babam Almanya’ya ilk giden kuşaktan. İki kardeşiz, benden 19 yaş küçük bir kız kardeşim var. Babam Sinoplu, annem Gümülcine göçmeni. 1964’te Almanya’ya göç etmişler. 4 yaşındayken beni Türkiye’ye gönderdiler, babaannem ve dedemin yanında büyüdüm. Çocukluk arkadaşlarımdan biri Galatasaray Lisesi’nde okuyordu. Beni tekrar Almanya’ya gönderirler korkusuyla çok çalışıp yatılı olarak Galatasaray’ı kazandım. Oradan mezun olunca da İstanbul Hukuk’a girdim.

        -Eşiniz Hatice Hanım da hukuk profesörü. Okulda mı tanışmıştınız?

        Yunan yazar Nikos Kazancakis Zorba romanında der ki: “Her şey boş, yeter ki adamın iyi bir karısı olsun.” Bu laf beni çok etkiledi. 15-16 yaşından beri hep bir kadın hayaliyle yaşadım. Gündelik ilişkilere hiç girmedim. Felsefi ve etik bir seçimdi...

        -Kolay oldu mu o kadını bulabilmek?

        Uzun yıllar arayışımı sürdürdüm, bulamayınca defteri kapattım. Demek ki bazen koyvermek gerekiyormuş. Galatasaray Üniversitesi’nde asistanken Hatice karşıma çıktı. Tam benim normlarıma uygun, hanımefendi, ağırbaşlı bir kadın... Elektrik almaya inanmazdım ama o sırada gerçekten bir şey hissediliyormuş. 1999’da tanıştık, 2000’de evlendik, 2001’de kızımız Yasemin, 2007’de oğlumuz Kerem doğdu. Karım Galatasaray Hukuk’ta milletlerarası hukuk dalında profesör. Abarttığımı düşünenler olabilir ama karım bana Allah’ın bir lütfu. Böyle bir insanı bulmuş olmak hayatımın en büyük başarısıdır. Yaşam iki kişilik bir direniş. Tensel arzular geçiyor, geriye asıl sevginin tortusu kalıyor.

        -TV programlarının vazgeçilmez simalarından biri oldunuz. Nasıl keşfettiler sizi?

        Televizyona ilk kez bir yemek programında çıktım! Çok iyi yemek yaparım. Su böreği, mantı açarım. Üniversitedeyken hocam Artun Ünsal yemek programı yapıyordu. Konuk bulamamış, beni çağırdı. Sebzeli börek yaptım. Sonra asıl televizyon macerası Ergenekon ve Balyoz tutuklamaları döneminde başladı. O dönemde herkes diplomatik dille konuşurken ben lafı evirip çevirmeden bodoslama konuştum. Yoksa televizyona çıkma meraklısı değildim.

        -Televizyon programlarında çok coşkulu, bazen de agresif görünüyorsunuz. Gündelik hayatta da öyle misiniz?

        Hayır, herkes beni sinirli zanneder ama hiç öyle değilimdir. Sigara kötü bir şeydir ama ben onu bile tutkuyla, şehvetle içerim. İnandığım değerleri savunurken de kendimden geçiyorum. Aşırı motivasyonun etkisi, sonradan fark ediyorum.

        ÇİZGİ ROMANLAR, ESKİ 45’LİKLER SİYAH BEYAZ TÜRK FİLMLERİ...

        -Baroyu, üniversiteyi ve televizyonu çıkarsak sizden geriye ne kalır?

        Hayat çok ağır bir şeydir, hafifletmek için başka şeyleriniz olmalı. İçimdeki çocuğun ölmesini istemedim. Türkiye’nin en iddialı çizgi roman koleksiyonlarından birine sahibim. 8 ayrı seri topluyorum. Tex, Martin Mystere, Ken Parker, Büyülü Rüzgâr... Zagor’un tüm sayıları var. Çantamda sürekli bir çizgi roman taşırım.

        -Ne ara okuyorsunuz onları? Görenler gülmüyor mu?

        Avukatlık yaparken davalara gece hazırlanıp gündüz adliye koridorlarında çizgi roman okurdum. Rahatlatıyor, kafamı boşaltıyorum.

        -Kitaplığınızda filmler de görüyorum.

        Evet, çok iyi bir film koleksiyonum var. Western tutkunuyum. Doğu felsefesi mutluluğu algı olarak tanımlar. Bir pazar sabahı kalkmışsınız, çay demliyor, biber közlüyorsunuz. Buram buram kokusu geliyor. Sofrayı hazırlamışsınız. Bir Western filmi eşliğinde kahvaltı ediyorsunuz. Mutluluk odur... Filmler arasında en değerlisi siyah beyaz Türk filmleri. Belgin Doruk’lar, Zeki Müren’ler, Hülya Koçyiğit’ler, Türkan Şoray’lar... Her toplumun bir kimyası vardır. Türk insanının gerçek kimyası da o filmlerde yatıyor. Bizi birbirimize bağlayan değerler bunlar. Bu toplum bir gün Zeki Müren’i, Esmeray’ı, Belgin Doruk’u unutursa biter.

        Yeni kuşak sinemacılarla aranız nasıl?

        Nuri Bilge Ceylan’ı çok seviyorum. Onun da etkilendiği Theo Angelopoulos’u da çok severim. Angelopoulos’un film müziklerini yapan Eleni Calendario da müthiştir. Yönetmen olarak favorim Hitchcock’tur. Filmler arasından ise Baba yani Godfather’a tutkuyla bağlıyım. 200 kere seyretmişimdir. It’a Wonderful Life da müthiş filmdir. Eskiden Oscar’ları kaçırmazdım. Şimdi çocuklarla çizgi film seyrediyoruz. İleride bir film çekmeyi de çok arzu ediyorum.

        Şiirle de ilgileniyormuşsunuz...

        Evet, sone, şiir ve öykü denemelerim var. Fado ve Yasmin Levi’nin şarkılarından 20 tanesini çevirdim. 30-40 tane olunca kitap çıkaracağım.

        Ya müzik?

        33’lük ve 45’lik plaklarım ve iyi bir CD koleksiyonum da var. İlhan İrem’ler, Esmeray’lar, Ezgi’nin Günlüğü, Yeni Türkü, Grup Gündoğarken, Edip Akbayram... Türkçe sözlü hafif müzik çok severim. 400 CD’lik Yunan müziği koleksiyonum var. Marinella’nın, Yorgo Dalaras’ın, Haris Alexiou’nun hemen hemen tüm CD’leri var. Fado’yu çok severim. Amalia Rodrigues tam bir divadır. Klasik müzik de severim. Bach, Mozart ve Beethoven’in bütün eserleri var. Vivaldi’ye taparım.

        Siz kesin şarkı da söylüyorsunuzdur!

        Evet! Kimse bilmez, gençliğimde Büyükparmakkapı Sokak’ta çeşitli mekânlarda profesyonel olarak şarkı söyledim. Büyük bir sanat müziği tutkum var. Hâlâ dostlar arasında söylerim. Kulağım çok iyidir. Nota bilmem ama duyduğumu piyanoda çalabilirim. Ezginin Günlüğü, Yeni Türkü, sanat müziği, eski nostaljik şarkılarımız, Fransızca şansonlar söylerim.

        'BİRİLERİ DİN İLE ALDATIRKEN BİRİLERİ ATATÜRK İLE ALDATIYOR'

        -Kendinizi tam olarak hangi siyasi çizgide görüyorsunuz?

        Bana ulusalcı diyorlar, evet ulusalcıyım ama ulusalcılığı tarif etmemiz lazım. Türkiye’de bir maskeli balo var. Birileri insanları din ile aldatırken birileri de Atatürk ile aldatıyor. Onu kendi çıkarlarına kalkan yapıyorlar.

        -Atatürkçülere kızıyor musunuz yani?

        Hayır ama sahte Atatürkçülere karşıyım. Atatürk’ün sahte bir maske olarak kullanılmasına karşıyım. Ben Kemalist’im.

        -Farkı ne?

        Atatürkçülük onu sevip saymak anlamında daha light bir şey olarak algılanıyor. Oysa onun ideolojik mirasını da sahipleniyorum. Ulusalcıyım ve milliciyim. Ulusalcılık birilerinin göstermeye çalıştığı gibi öcü bir şey değildir. Ulusal çıkarları emperyalist çıkarların üstünde görmenin nesi kötü? Esas hesap vermesi gereken küreselciler... “6 ok eskidi” diyorlar. Emperyalizm eskidi de biz mi duymadık? Türkiye’nin kimyasını bozdular, genetiğiyle oynadılar. Eboladan daha tehlikeli iki virüs attılar ülkeye; biri etnisite virüsü, diğeri mezhep virüsü. Halbuki emperyalizme bir tek ulus devlet direnebilir çünkü ortak aidiyet duygusu sağlar. “Ulus devlet öldü” diyorlar, neden Almanya’da Fransa’da ölmüyor?

        ‘MAFYADAN ETKİLENİP KARA PARA AKLAMANIN 35-40 METODUNU YAZDIM’

        -Doktora teziniz kara para aklama üzerineymiş. Nereden geldi aklınıza böyle bir konuyla ilgilenmek? Baba filmindeki mafyadan etkilendim! Gizemli bir şey gibi geldi. 1 yıl Fransa’da kaldım, Fransız mafyasıyla görüştüm. Türkiye’de bu konu üzerine ilk kez ben yazdım. Para aklamanın 35-40 metodunu yazdım.

        İşinize yaradı mı sonra o metotlar?

        Ne param ne de kara param var. Nerede yarayacak?

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ