Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Vedat Türkali Kübra Par'a konuştu: “Kemalistler Kürtlere adice bir oyun oynadı"

        KÜBRA PAR / HT GAZETE

        Fotoğraflar: Ece OĞULTÜRK

        VEDAT TÜRKALİ… 95 yaşında. Hâlâ Komünist. Doğduğu 1919 yılından bugüne Cumhuriyet’in her aşamasına şahitlik etti. Samsun’da lise yıllarında tanıdığı üç isim hayatının değiştirdi. Biri Mehmet Anter, yani Komünist Memet… Gazi Kitaplığı’nda yaptıkları okumalar ve hararetli sohbetler sonrasında komünist olmaya karar verdi. İkincisi Merih, 72 yıllık aşkı, biricik karısı… ve Ermeni arkadaşı Haig Açıkgöz. İşkence altında adını vermeyip onu hapisten kurtaran kadim dostu…

        Vedat Türkali’nin hayatı içinde devrimci anıları, 40'ın üzerinde senaryo, üç film, 4 tiyatro oyunu, 8 roman barındıran masalsı bir kahramanlık öyküsü.

        TKP’nin yer altına indiği günlerde Haig Açıkgöz ve karısı Merih’le üç kafadar parti adına gizli bir hücre kurdular. Hikmet Kıvılcımlı’nın ‘Marksizm Bibliyoteği’ kitabı rehberleri olmuştu. Yolları Behice Boran, Mihri Belli, Muzaffer Şerif gibi isimlerle kesişti. Haig ve Mihri Belli içeri alındı ama Vedat’ın ismini vermediler. Türkali yine de sistemin pençesinden kaçamadı. 1951’de edebiyat öğretmenliği yaparken TKP davasında yargılandı, 7 yıl hapis yattı.

        Cezaevi yılları ona sinemanın kapısını araladı. İçerideyken senaryo yazımına merak saldı. Çıkınca değişen tek şey hayatı değildi. Yazdıkları sansüre takılmasın diye Abdülkadir Pirhasan olan adını Vedat Türkali olarak değiştirdi. 1960’da Atıf Yılmaz’ın yönettiği Dolandırıcılar Şahı’nın ve Türkan Şoray’ın ilk kez başrol oynadığı Otobüs Yolcuları’nın senaryosunu yazdı. Ardından Türk sinemasının efsane filmi Karanlık’ta Uyananlar geldi. Edebiyat macerası ise Bir Gün Tek Başına romanını yazmasıyla başladı. Güven, Yalancı Tanıklar Kahvesi gibi Türk edebiyatında mihenk taşı sayılan 8 romana imza attı.

        Eli artık kalem tutmasa da yazmaktan vaz geçmedi. Bu ay Ayrıntı Yayınları’ndan yeni bir romanı daha çıktı. “Bitti Bitti Bitmedi”. Romanın adı da hayata olan derin bağlılığını gösteriyor belki de… Roman Diyarbakır Cezaevi’nde işkence görmüş genç bir yazarın, ailesi 1915 olaylarında katledilen Ermeni bir genç kadına âşık olmasının ardından gelişen olayları anlatıyor; karanlık tarihimizle yüzleşmemizi istiyor.

        Usta yazar ile Cihangir’deki evinde buluştuk, hem yeni romanını hem de Kürt hareketine verdiği desteği konuştuk. Vedat Bey görmekte güçlük çekiyor. Kulakları neredeyse işitmiyor. Onu yormadan konuşmaya, sesimi duyurmaya çalıştım… Uzun susuşlar girdi araya… Üzerinde Nazım Hikmet’in gömleği vardı. Can dostu Dr. Haig Açıkgöz’ün hediyesi. Kitabı da ona ithaf etmiş zaten. O gömleğin hikâyesiyle başladı sohbetimiz…

        Üstünüzde Nazım Hikmet’in gömleği var. Hikâyesini anlatır mısınız?

        Haig ve eşi Anjel Doğu Berlin’e taşınmıştı. Gidip onları buldum. Girip çıkmaya yalnız 24 saat izin veriyorlardı. Bir gece onlarda kadım. Giderken baktım ellerinde bir torba. “Bu ne?” dedim. Haig “Bu Nazım’ın bana verdiği gömlek” dedi. Haig çok iyi bir doktordu. Nazım’la araları çok iyiydi. Nazım bir gün bu gömleği uzatmış, “Al bunu sakla” demiş. Haig ve Anjel düşünmüş, gömleği bana vermeye karar vermişler. Aldım gömleği ama giymeye kıyamıyorum. Bir kanun çıkardım, her kitap bitirdiğimde bunu bir iki gün giyme hakkı tanıdım kendime. Bizim şarkıcı Suavi bir gün “Vedat Abi, Nazım için bir gün yapacağım. Ne olursun bana gömleği ver de bir gün giyineyim” dedi ama “Kusura bakma veremem” dedim. Sonra Hırkayı Şerif’e döner! (Gülüyor…)

        Nazım Hikmet’le tanışır mıydınız?

        Hayır, Nazım’ı hiç tanıyamadım. O hapisteyken ben dışarıda gizlice çalışıyordum. Zeki’ye “Nazım’ı görmek istiyorum” dedim. “Eve davet edeceğim, sen de gelirsin” dedi. Bir iki gün sonra bir de öğrendim ki kaçmış…

        “BU KİTAPTA HİÇ YALAN YOK”

        Romanı yazmak zor oldu mu?

        Bu kitapla iki senedir uğraşıyorum. Daha evvel bütünü üzerinde hazırlandım. Elle yazamıyorum. Yardımcım Sebahat Hanım olmasaydı yazamazdım. Hikâyeyi ona anlattım. Sonra birkaç kez üstünden geçtik.

        Roman’da gerçekte yaşamış pek çok karakter var. Baş kahraman Tarık’ı da yaşayan birinden esinlenerek mi yazdınız?

        Hayır, ben uydurdum. Hepsi hayal ürünü ama Tarık daha önce idama mahkûm edilen gerçek bir karaktere çok benzedi.

        Kitapta Diyarbakır Cezaevi’nde yapılan işkencelerden bahsediyorsunuz…

        Bu kitapta hiç yalan yok. Diyarbakır’da yapılan edepsizliklerin hepsi 78’liler Vakfı’nda belge olarak var. Onların büyük yardımı oldu. Vakıf, yapılan tüm ağır işkenceler ile ilgili Diyarbakır’da yatanların ifadelerini almış. Hepsi bizzat onların anlattıkları… İşkencelere dair yazdıklarım aynen doğrudur.

        Kitapta Ermeni meselesi de var…

        Evvela bunu Ermeniler için değil Kürtler için yazmaya başladım. Sonra anladım ki Kürtler ile Ermenilerin kaderi bir. Madam Lusi karakteri kendiliğinden çıktı ortaya. Lusi’nin Dedesi Ermeni Katliamı’nı yaşamış ama kindar değil iyi bir adam. Vaktiyle İttihat ve Terakki’nin yaptığı ne kadar namussuzluk, adilik, alçaklık varsa hepsini biliyor, Lusi’yi götürüp bir bir gösteriyor.

        Kitabın, 1915 olaylarının 100. Yılına doğru çıkması bilinçli bir tercih miydi?

        İlla öyle denk getirmedim ama güzel oldu. İyi bir fırsat… Hele de filmi yapılırsa hem Ermeniler hem de Türkler için iyi olur. Ben o güne kadar yaşarsam o da iyi olur! (Gülüyor)

        “KEMALİSTLER KÜRTLER’E ADİCE BİR OYUN OYNADI, ÖCALAN’I BATIRMAK İÇİN SÖYLEMEDİKLERİ LAF KALMADI”

        Sırrı Süreyya kitabı Öcalan’a götürdü. Öcalan da teşekkür etmiş, sizi özlediğini söylemiş. Ne hissettiniz?

        Sırrı dedi ki “Kitabı elimle vereceğim, dediklerini de gelip aynen anlatacağım”. Gelecek herhalde…

        Kürt hareketini hep desteklediniz. Çözüm sürecinden umutlu musunuz?

        Barıştan başka çaremiz yok. Evvelsi gün Remzi Kartal telefon etti. Çok iyi tanırım. Bir zamanlar Bağımsız Kürdistan hayali kurarlardı. Onlara dedim ki “Çocuklar, gerçekçi olun. Bağımsızlığınıza karşı değilim ama bugünkü dünya şartlarında Kürtlerin ve Türklerin mutlaka dayanışma görevleri var”. Türkiye Komünist Partisi 1925 Programında, “Biz büyük kitleler halinde yaşayan Kürtlere ve Lazlara, eğer isterlerse ayrı bir devlet kurma hakkını bahşederiz” diyor. Diyor ama bunu 1925’te diyor.

        Peki, sizce Kürtler ayrı bir devlet kurmalı mı?

        En güzeli Türklerin, Kürtlerin ve Türkiye içindeki tüm halkların birlik içinde olması. Bunda büyük fayda var. Türkiye’de yüzlerce çeşit çiçek var. Ermeniler, Rumlar, Gürcüler, Arnavutlar, Yahudiler, Çingeneler… Hepsi bu toprağın insanları. Öcalan da aynı şeyi söylüyor, onu bu yüzden tutuyorum. “Hep beraberiz, birbirimizi destekleyeceğiz” diyor.

        Ama tam aksine Öcalan’ın bölücü olduğu söyleniyor…

        Öcalan’ı batırmak için söylemedikleri adi yalan laf kalmadı. Bak kızım, bu Kemalistler çok adice bir oyun oynadılar. Kürtlerin ilk yanılgısı Diyarbakır’daki Kürt Said isyanıydı. Kürt Said, Mustafa Kemal’in hilafeti kaldırmasını isyan sebebi saydı. Siz “Ulü’l emre itaat etmediğiniz için başkaldırıyoruz” dedi. Halbu ki “Biz Kürdüz, haklarımız çiğnendi” demeleri gerekirdi. Diyemediler. Kendileri de farkında değillerdi belki de… Yanlış orada başladı. Bu olaydan sonra Kemalistler kurnazlık yapıp, Kürt meselesinden söz edenleri irtica ile suçladılar. Hayır ulan, irtica değil Kürtler ayaklandı! (Elini masaya vuruyor…) Kürt ayaklanması Öcalan gibi bir adamın öncülüğüne geçince birlik beraberlik mümkün oldu.

        Peki, Öcalan’ın ya da Kürt hareketinin hiç hatası yok mu?

        Benim ciddi eleştiri yapabilmem için yönetici kadroyu tanımam, onlarla yaşamam, öyle değerlendirmem lazım.

        Kobane’de Amerika’nın Kürtlere yardım etmesini nasıl karşıladınız?

        Zaten bütün dava Amerika’nın Ortadoğu’da petrol meselelerinden kaynaklanıyor. IŞİD’in de ayrı bir petrol politikası var. Bunları düşünmeden, ince ince hesap etmeden hareket etmek doğru değil.

        “CHP ÖZÜR DİLESE DE İŞE YARAMAZ”

        Dersim Katliamı da tekrar gündeme geldi. CHP özür dilemeli mi sizce?

        Dilese ne olur dilemese ne olur? Dilese de işe yaramaz… Kızmanın bir faydası var mı? CHP’nin içerisinde kendini sol zanneden, tatmin olanlar var. Umuyorum onlar ileride doğru yoldan gidecek, Kürt hareketinin yanında yer alacaklar.

        “BİR GÜN TEK BAŞINA” FİLM OLACAK

        Vedat Türkali’nin 1974’te yazdığı ilk romanı Bir Gün Tek Başına sinemaya uyarlandı. 27 Mayıs 1960 Harekatı’ndan önceki 5-6 aylık bir zaman dilimi anlatan ve Türk edebiyatının klasikleri arasında sayılan romanı, Vedat Türkali’nin oğlu Barış Pirhasan beyaz perdeye taşıyacak. Vedat Bey, yeni romanı “Bitti Bitti Bitmedi”nin de film olmasını istiyor:

        Bitti Bitti Bitmedi çok sürükleyici bir roman olmuş. Senaryo tecrübelerinizin etkisi mi?

        Bu romandan sıkılanı duydun mu? Yok. İşte bu benim romancı üslubum. Adeta görür gibi okuyor insanlar. Oğlum Barış “Bir Gün Tek başına adlı kitabımı filme çekiyor. Bu kitabı da film yapmayı düşünüyor galiba. Zaten onun çok sevdiği arkadaşı Sırrı Süreyya Önder de “bu kitap tam bir film” dedi. Ben de çekilmesini çok istiyorum.

        Bir gün Tek Başına’nın senaryosunu gördünüz mü? Nasıl buldunuz?

        Tabii gördüm. Zor bir iş ama tek şart koştum, “dizi yapmayacaksınız” dedim. Barış’la defalarca konuştuk. Çok uğraştı.

        40’ı aşkın senaryo yazdınız, iki film çektiniz. Oğlunuzun filmlerini nasıl buluyorsunuz?

        Barış’ın bazı atlamaları oluyor. Mesela Adem’in Trenleri harika bir film olacaktı. Fakat maalesef senaryosuna layık olduğu ilgiyi göstermedi. “Ben bunu yaparım” dedi ama kötü oldu! (Gülüyor…)

        YENİ ROMAN: “BATAKLIKTA DAĞ GÜNEŞİ”

        Yeni bir roman daha yazıyormuşsunuz. Bataklıkta Dağ Güneşi…

        Evet. Eğer daha evvel hoca kapıp da kayığına bindirmezse iki sene içinde bitiririm zannediyorum. En sevdiğim romanım olacak!

        Neden?

        Çünkü koyacağım şeyleri biliyorum. Ama sürpriz söyleyemem…

        Hayatta iki iyi şey yaptım. 1. Sigaraya alışmadım. 2. Şair olmadığımı erken sezinledim!” demişsiniz… Haksızlık etmiyor musunuz tütüne ve şiirinize?

        Sigaraya başlamamak en iyisi. Ben şiirden çok iyi anlarım. Çok da kullanırım. Ama şiiri anlamak başka bir şeydir, şair olmak başka… Nazım varken, Yahya Kemal varken insan şiirden ürker. Yazdığım “İstanbul şiiri” yıllarca okundu, şarkısı yapıldı

        40 aşkın senaryo yazdınız. Yönetmenlik denemeleriniz de oldu. Geri dönüp baktığınızda en çok hangisi iz bıraktı?

        Sinemaya çok emek verdim. Karanlıkta Uyananlar Türkiye’de yazılmış ilk önemli filmdir. O zamanlar bana “Nasıl yazdınız bunu?” dediler. Hem de hiç komünist olmayan biriyle; Ertem Göreç’le yaptım. Adam sonra saldırıya uğradı. Korktu, “keşke hiç yapmasaydık” dedi.

        Film seyredebiliyor musunuz?

        Kulaklarım duymadığı için alt yazılı seyredebiliyorum. CNBC seyrediyorum genelde.

        Kitap okuyabiliyor musunuz?

        Evet, büyüteçle okuyorum. Her sabah 3 gazete okuyorum ama yazma işi rastgele…

        Torununuz Zeynep Casalini’nin şarkılarını beğeniyor musunuz?

        Bu kulaklarla ben nasıl şarkı dinleyeyim. Lüzumsuz sorular sorma! (Gülüyor)

        “KOMÜNİSTİM, MARKSİSTİM, LENİNİSTİM”

        Kendinizi hâlâ komünist olarak tanımlıyor musunuz?

        Tabii ki Komünistim. Komünistim, Marksistim, Leninistim ama Stalinist değilim!

        Peki devrimciler yenildi mi Vedat Bey?

        Tarih hazırlıyor bazı şeyleri. Benim hâlâ umudum var…

        VEDAT TÜRKALİ’NİN SAĞLIK SIRRI

        Vedat Bey sağlığına çok dikkat ediyor. Akşamları sebze çorbası ve kefir içiyor. O gün hangi yemek yapılacağını ve yemeklere ne katılacağını tek tek söylüyor. Sabah akşam egzersiz yapıyor. Her işini kendisi halletmeye çalışıyor.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ