Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem "Mahallem artık benden çok memnun"Nazlı Ilıcak, Ruşen Çakır

        Ruşen ÇAKIR / HT GAZETE

        Fotoğraflar: Sinan BİLGENOĞLU

        Gazeteci Nazlı Ilıcak; AK Parti, hükümet ve Cemaat’le ilgili sorularımızı yanıtladı:

        Gülen Cemaati ile AKP hükümeti arasında yaşanan savaşı nasıl değerlendiriyorsunuz?

        Öncellikle ortada bir darbe olmadığına, bir yolsuzluk operasyonunun söz konusu olduğuna yüzde yüz eminim. Velev ki bir kasıt olsun, gene de buna darbe demek mümkün değil. Dinleme tapelerinde, Reza Zarrab ve adamlarının Ali Babacan ve Mehmet Şimşek’ten çekindiklerine, bu iki bakanın kendilerine yüz vermediğine dair konuşmalar geçiyor. Hükümete darbe olsa, niçin rüşvet almayan bakanların adını da raporlarına koysunlar? Belli ki objektif davranılmış. Bu operasyonun 2012 yılında Reza Zarrab ve adamlarına karşı, kara para aklama iddiası ile başladığına, bakan çocukları ile olan ilişkinin 2013 yılında tesadüfen ortaya çıktığına inanıyorum. O bakımdan bunu bir Cemaat operasyonuna bağlamak mümkün değil. Eğer dershaneler meselesinden bahsediyorlarsa, yolsuzluk soruşturmasının çok daha önceden başladığını biliyoruz. Hem 17 Aralık, hem 25 Aralık soruşturmaları 2012’de başlamış. Celal Kara, Yakup Saygılı, Nazmi Ardıç gibi isimlerin Cemaat ile ilişkisi olduğuna dair somut bir bilgim de yok, ortada böyle bir belge de yok. Daha önce Aydınlık’ta çıkan sözde Cemaatçiler listesinde bile bu isimler yer almıyor.

        Polislere yönelik yapılan operasyonlarda Cemaat’in polislere verdiği desteği nasıl yorumluyorsunuz? Bu bir illiyet bağını gösterir mi?

        O polislere Cemaatçi diye operasyon yapılıyor. Cemaat de bu polislere sahip çıkarken şunu diyor: “Bu bir darbe değil, bu bir yolsuzluk operasyonudur.” Aynı tezi savunuyorlar. Ben de bu pozisyondayım. Ben de bunun bir yolsuzluk operasyonu olduğunu düşünüyorum. Polisler de bu tezi savunduğu için, birdenbire aynı pozisyonda oluyoruz. Tabii ki kendi adıma konuşuyorum. Polis ve yargı darbe yapmadı; yolsuzlukları ortaya çıkardıkları için bu operasyona maruz kalıyorlar diyorum. O zaman arada bir bağ varmış gibi gözüküyor. Polislerin hangisinin kime yakın olduğunu bilemem ama binlerce polis oradan oraya sürüldü, yargı mensupları dosyalardan el çektirildi. Şimdi bunların hepsi Cemaatçi ve üstelik talimatı Pensylvania’dan alıyor diyemem.

        Herhangi bir Cemaat’ten insanlar devlet kademelerinde yer alabilir. Ama bugün konuşulan bazılarının koordineli bir şekilde çalıştıkları. Erdoğan ve AKP hükümetinin bu yönde düşündüğünü biliyoruz. Bu fikrin tamamen karşısında mı duruyorsunuz?

        Hem Ergenekon ve Balyozcuların, hem yolsuzluk suçlamasına maruz kalanların bir savunma refleksi ile bu iddiayı ortaya attıklarını düşünüyorum. Cemaatçi polislerin bir talimat alarak soruşturmaları ve yolsuzluk operasyonlarını yürüttüğüne inanmıyorum. Erdoğan, Adana’daki TIR operasyonunu, İzmir’deki liman operasyonunu, Dışişleri Bakanlığı’ndan sızan görüşme kayıtlarını, yolsuzluk operasyonlarını, “Hepsini Cemaat organize etti” diyor. Bunlar arasında bir bağ kuramazsınız. Zaten bu operasyonları yapanların hemen hepsi “Bizim Cemaat ile ilişkimiz yok” diyor. Bazıları sosyal demokrat bir aileden geldiğini bile söyledi. Böyle toptancı bir bakış açısı olmasa inanabilirdim. Ergenekon ve Balyoz’da da inanabilirdim. Mesela, bunu Hanefi Avcı diyebilir. Avcı’ya yönelik polis içindeki çatışmadan kaynaklanan bir tertip olabilir. Bu tip şeylere inanabilirim. Ama tutup da, hangi belge çıktıysa, “Bunları Cemaat organize etti” iddiası toptancı bir yaklaşım ve bana inandırıcı gelmiyor. Mesela adları yolsuzluklara, cinayetlere karışmış, bizim mafya diye bildiğimiz isimler, havuz medyasında ortaya çıkıyor ve “Ben Cemaat’in tertipi yüzünden cezaevine girdim” diyor. O bakımdan Cemaat günah keçisi haline geldi. Bu süreçlerin bir emir-komuta zinciri ile yapıldığına hiçbir zaman inanmadım. “Pensylvania bunu yönetiyor, Fethullah Hoca talimat veriyor, davalar sahte delillerle başlıyor” gibi bir mizansene hiç inanmadım.

        ‘En faşizan iktidarı darbeye tercih ederim’

        Zamanında Refah ve Fazilet partileri ile yan yana durduğunuz için mahallenizden tepki aldınız. Şimdiki konumunuzda benzer bir durum yaşanıyor mu?

        Hayır, mahallem artık benden çok memnun. 2011’de mahallemden çok dışlanmıştım. O dönemde bu konuları kendi aramızda hiç konuşmuyorduk. Benden nefret etmemek için çıktığım televizyon programlarını seyretmiyorlardı. Şimdi tam tersi, mahallem beni çok destekliyor.

        Tayyip Erdoğan’ı eleştirdiğiniz için mi?

        Evet. O mahalle Cemaat’e karşı o kadar mesafeli değil. Cemaat’i savunduğum için memnun olmasalar bile, Cemaat’e bir nevi sempati besliyorlar. Çünkü bakıyorlar ki hiçbir muhalefet odağı kalmamış. “Yolsuzlukları Cemaat ortaya çıkardıysa, biz de Cemaat’e üye olalım” diye latife yapıyorlar.

        Cemaat’in Tayyip Erdoğan’a alternatif birini çıkarma imkânı olabilir mi?

        Bu aşamada görmüyorum. 2015 seçimlerini beklemek lazım. Bu seçimlerde ne olacak? Halk yavaş yavaş bazı şeylerin farkına varıyor. Çözümü her zaman halkın oyunda gördüm. İlker Başbuğ’u Ahmet Hakan’ın programında izleyince tüylerim diken diken oldu. En faşizan siyasi iktidarı bile, bir askeri darbeye tercih ederim. Biraz bekleyeceksiniz, biraz sabredeceksiniz. Allah korusun asker müdahalesi o kadar büyük bir tortu bırakıyor ki, altından kolay kolay kalkamayız. Bir gün sandıkta bu işin çözüleceğine inanıyorum.

        ‘Cemaat ıstırap içinde’

        Fethullah Gülen’i ABD’de hiç gördünüz mü?

        Yıllar önce bir kere ABD’de gördüm.

        Onun şu anda nasıl bir ruh halinde olduğunu düşünüyorsunuz?

        Bir kere çok büyük bir ıstırap içinde olabileceğini düşünüyorum. Kendisi hassas bir insan. Bütün hayatını bu tarz eğitim, hizmet faaliyetlerine adamış biridir. Yol arkadaşlığı yaptığı, dindar bildiği insanlar tarafından bu kadar hakarete uğraması karşısında büyük bir hüzün ve ıstırap duyduğunu, Allah’a sığındığını düşünüyorum. Cemaat’ten tanıdığım insanlar da Allah’tan güç alarak direniyorlar. Öyle yıkılmışlık içinde değil ama büyük bir ıstırap içinde oldukları kanaatindeyim.

        ‘Türkiye bu gerginlik ve haksızlığı sürdüremez’

        Sizce bu olay nereye varacak?

        Türkiye’de her şey mümkün. Tayyip Erdoğan daha ileri gitmek istiyor. Şimdi onu rahatsız eden Cemaat’e yakın medya. Çünkü asıl muhalefet bu medya tarafından yapılıyor. 28 Şubat’ta nasıl ki Yeni Şafak bir sığınma yeri olmuştu, bugün de Cemaat’e yakın medya organlarında sınırsız bir muhalefet var. Sözcü, Yurt gazeteleri de muhalif yayın yapıyor ama, onlar daha çok sol görüşlü insanlara hitap ediyor. Cemaat’e yakın medya ise muhafazakârlara doğrudan sesleniyor. Bu Erdoğan’ı rahatsız ediyor. O yüzden bunlara el koymak isteyebilir. Zaten bazı gazeteciler bunu dile getiriyor. Terör örgütü ve onun yayın organı gerekçesiyle el koyma planları olabilir.

        “Öncelikli hedef medya” diyorsunuz.

        Evet. Medyayı öncelikle hedef aldığını düşünüyorum. Polisler zaten darmadağın oldu. Polisler konuşamıyor. Mesela bir Yakup Saygılı dışarıda kalsaydı çok şey fark ederdi. Dosyanın sahibiydi. TBMM Soruşturma Komisyonu onu dinlemedi mesela. Hâkimler, savcılar da konuşamıyor. Bugünkü durumda polislerle o kadar işi kalmadı. Yasasını çıkarttılar. Bank Asya hâlâ hedefinde. Oraya paralarını yatıran işadamları vardır. Hem medyaya hem iş dünyasına el atabilir. Ama her şeyin bir vakti vardır. Böyle bir ağır yükün altında, yarı demokrasi ile yönetilen bir ülke de olsa, Türkiye böyle bir gerginliği ve haksızlığı sürdüremez. Bu tecrübeyi Türkiye ilk defa yaşıyor.

        ‘Cemaat o mağdurları yanına alamıyor’

        Bu tür kavgalarda taraflar üçüncü şahısları kendi yanlarına çekip haklılığını göstermeye çalışırlar. Cemaat bu konuda zorlanmıyor mu?

        Türkiye’de çok büyük bir korku var. Kimse pozisyonunu belli edemiyor. Herkes kendini gizliyor. n

        Sadece korku mu?

        Bir kesimde Cemaat’e güvensizlik olduğu da muhakkak. Ergenekon ve Balyoz süreçlerinin, o günlerde yapılan propagandaların ve yolsuzluk soruşturmalarından sonra hükümetin yaptığı yoğun propagandanın etkisiyle, insanların zihninde Cemaat’e karşı soru işaretleri doğdu. Bu doğal; çünkü Ergenekon ve Balyoz operasyonları sırasında, bir cenah askerin bu şekilde yıpratılmasına karşıydı. Cemaat, o dönem mağduriyete uğrayanları ve onları destekleyenleri yanına alamıyor. Bir de korku var. Mesela TÜSİAD. Ben TÜSİAD’ı hiç bu kadar çaresiz görmedim. Böyle bir çatışmada kimse taraf olmak istemiyor.

        Birlikte program yaptığımız dönemde Nuray Mert ilk defa “sivil vesayet” kavramı ile otoriterleşme konusunu gündeme getirmişti. O dönemde onu hükümet yanlılarından çok Cemaat çevreleri ve bazı liberaller eleştirdi. Şimdi ise tam tersi. Bu kadar basit mi fikir değiştirmek?

        Nuray’a da söyledim zaten. “Bravo, bundan sonra sana Müneccime Hanım diyeceğim” dedim. Şimdi de Nuray’a soruyorum, “Bundan sonra ne olacak?” diye. Çünkü Nuray “sivil dikta” dediğinde çok erkendi. Tabii bilim kadını olduğu için, birtakım tahlillere dayanarak bunu söyledi. Onun sivil dikta saptaması o günkü şartlara göre çok ileri bir fikirdi. Ben şahsen ona karşı çıktım. O, bugünkü şartların gelebileceğini görmüş, hissetmiş. Nuray’a şapka çıkarmak lazım. Ben öngöremedim. Çünkü ben, bugünkü iktidarı, normal merkez sağ muhafazakâr ve dindarlardan oluşan bir iktidar olarak değerlendiriyordum. Bir Özal, Demirel veya Menderes iktidarı gibi. Meğer AK Parti, siyasal İslam’ı temsil ediyormuş. “Milli Görüş gömleğini çıkardık” deseler de, daha çok Müslüman Kardeşler zihniyetini yansıtan, giderek başkasına hayat hakkı tanımayan bir iktidar ile karşı karşıya olduğumuzu tahmin edemedim.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ