Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Başbakan Ahmet Davutoğlu, New York dönüşü konuştu

        Selçuk TEPELİ / HT GAZETE

        Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun yayın yönetmenleriyle yaptığı sohbet, Portekiz ve ABD’yi kapsayan gezinin dönüş yolunda, uçağın Ankara’ya inmesine 45 dakika kala başladı. Lizbon’a planlı resmi ziyaretin ardından, New York’ta büyük yatırım fonları ve küresel ekonominin kimi aktörleriyle buluşan Başbakan Davutoğlu ve hükümetin ekonomi kurmayları, yatırım sözü aldıklarını ifade ediyor. Bu yatırımların elbette bugünden yarına gerçekleşmesi beklenmiyor ama, “Kâğıt üzerinde her şey mükemmel. Türkiye ekonomisinin bütün göstergeleri son derece kuvvetli duruyor” diyen Davutoğlu, Türkiye’ye güveninin altını çiziyor.

        ‘KAĞIT ÜZERİNDE HER ŞEY MÜKEMMEL’

        -New York temaslarınız doların TL karşısında çok hareketli olduğu bir zamana denk geldi. Yatırımcılarla temaslarınızı ve kur meselesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

        Hükümeti kurarken çok detaylı bir ekonomik program açıkladık. Dikkatli bakanlar bunların 8 aylık programlar olmadığını anlar. Bu tür ekonomik programları yurtdışında anlatmak gerekiyor. Dolar kurundaki dalgalanma tamamen tesadüf oldu. Ocak, şubat ve martta Londra, Davos ve New York’ta programımızı yatırımcılara anlatalım istemiştik. Goldman Sachs, Citigroup, Merrill Lynch ve 10 kadar Türkiye’de yatırımı da olan dev kuruluşla bir araya geldik. Aralarında 2 trilyon dolarlık yatırıma bakan fonlar vardı. Mesela 3M, Ar-Ge konusunda yatırım yapıyor ve çok önemsiyorum. Bu kuruluşlardan yatırım sözü aldık. Görüşmelerimizde kimse dolar-TL ilişkisiyle ilgili ayrıca bir soru sormadı. Kurdaki değişimi yakından takip ediyoruz. Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı ile de konuştum, neler yapılabilir onu ele aldık. Dünyada herkes, doların tüm küresel piyasalarda değerlendiğini biliyor. Bu tüm dünya piyasalarını etkileyen bir durum ama bizim ekonomimizin güçlü olduğu da bir gerçek. Bütçe açığı itibarıyla dünyadaki en iyi ülkelerden biriyiz; şu an yüzde 0.7. Bankacılık sektöründe çok iyi durumdayız; G20 ülkeleri arasında en iyi durumdakilerden biriyiz. Dış ticaret açığı 64 milyar dolardan 48 milyar dolarlara düştü. Türkiye ekonomisinin bütün göstergeleri son derece kuvvetli duruyor. Birçok önemli, ödüllü ekonomistle görüştüm. Parametrelere göre Türkiye ekonomisinin kriz sürecine girmesi mümkün değil. Kâğıt üzerinde her şey mükemmel.

        Siyasi parametrelere dikkat çekiyorlar. Dünyanın hiçbir yerinde cumhurbaşkanlığı, başbakanlık gibi büyük değişimler Türkiye’deki kadar rahat atlatılmazdı. Ama hem siyasi istikrarı hem de ekonomideki bu olumlu göstergeleri tersine çevirmek için muazzam bir Türkiye karşıtı kampanya var. Merkez Bankası ile ilgili de bazı sorular geldi ama Avrupalı liderler de merkez bankaları hakkında konuşuyor. En sert şekilde eleştiriyorlar. Türkiye’de “Kimse Merkez Bankası hakkında konuşamaz” gibi bir hava yaratılıyor. Önemli olan karar alma mekanizmalarının nasıl geliştiği. Demokratik toplumlarda her kurum eleştirilir, bu konular tartışılır.

        -ABD’ye ilk defa Başbakan olarak gittiniz fakat ABD yönetimi ile bir temasınız olmadı. Neden?

        Öncelikle bu gezi sadece bizim ekonomik plan ve programımızı anlatmaya yönelikti. Biz ABD’ye siyasi bir görüşme yapma amacıyla gelmedik. Bu yönde ABD yönetimiyle bir görüşme talebimiz olmadı. Washington için bir çalışma yapmadık. Buradan bile küçük hesaplar içinde olanlar oldu.

        -Yatırımcılar Türkiye’deki başkanlık sistemi tartışmasına dair ne düşünüyor?

        Yatırımcılardan sadece biri bu soruyu sordu. Bu tartışmayı bir risk olarak görmüyorlar. Yatırımcılara, 12 Eylül Anayasası’nın problemlerini anlattım. 12 Eylül Anayasası, seçilmişlerin elini kolunu bağlamak için yapılmış anti-demokratik bir anayasadır. Cumhurbaşkanının hep merkezi bürokrasiden ya da asker içinden geleceğini öngörerek ona sorumluluk içermeyen birçok yetki vermiş. Türkiye’deki sistemde bir sıkıntı var. Bu değiştirilirken yeni Anayasa’nın insan odaklı, özgürlükçü, insan hakları merkezli olması gerekiyor. Böyle bir anayasanın içinde başkanlık sistemi etkin bir denetimle birlikte yer alır. Ama Türkiye’de birileri, sanki hukuki ve siyasi denetimden muaf bir başkanlık sistemi talep ediliyormuşçasına yurtdışında propaganda yapıyor. Türk demokrasisi, başkanlık sisteminin kötü uygulandığı anti-demokratik modelleri zaten kabul edemez. Bilinçli olarak yurtdışına anti-demokratik totaliter bir başkanlık sistemi talebi varmış gibi yansıtılıyor. Nu Cumhurbaşkanımız böyle bir sistemden bahsediyor ne de Türkiye’de böyle bir tartışma var. Başkanlık sistemi; insan haklarına, evrensel hukuka, etkin yönetim biçimi olarak kuvvetler dağılımı prensibine dayalı bir sistem olabilir.

        "BURASI ABDULLAH GÜL'ÜN EVİDİR"

        -Sayın Abdullah Gül’ün AK Parti’ye ve siyasete dönüşü ve bu konuda Sayın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın olumlu açıklamaları var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

        Olağanüstü kongrede siyasi ahlak üzerine atıfta bulundum. Bir hareketi konjonktürel olmaktan çıkaran şey nedir? Kısa dönemli siyasi hırs üzerine hesaplar yerine, uzun dönemli sağlam değerlere dayalı hareket olması. Sayın Cumhurbaşkanımız’ın genel başkanlığı süresince ortaya konulan prensipler bunun en güzel örneğidir. Kurallar, normlar, değerler doğru inşa edilirse, kişiler gider ama değerler kalır. Bu değerlerden en önem verdiğim ise vefadır. Sayın Abdullah Gül partimizin kurucusudur, herhangi bir kurucu da değildir. AK Parti’nin ilk Başbakanı’dır. Yine Cumhurbaşkanımız’ın tavsiyesi ve iradesiyle Meclis tarafından seçilen, AK Parti içinden çıkan ilk Cumhurbaşkanı’dır. Cumhurbaşkanlığından vekilliğe Avrupa’da, eski başbakanlar, eski cumhurbaşkanları arasından böyle örnekler var. Takdir Sayın Gül’ün kendisinindir. Bunun doğruluğunu, yanlışlığını tartışmak bizim haddimiz değildir. Bence davet dışarıdan birine yapılır. Burası onun kendi evidir.

        -Davet etmeyecek misiniz?

        Kamuoyu önünde davet ettik. Daha özel bir şey yapmaktan da imtina etmeyiz. Yaparız. Bizim Sayın Gül ile hukukumuz çok eskiye dayanır, 80’li yılların başına gider. O İslam Kalkınma Bankası’nda çalışırken ben de bir makale yazmıştım, o vesile ile tanışmıştık. Sonra Malezya’dayken Sayın Gül misafirim oldu. AK Parti kadrolarında millete ümit veren şeylerin samimiyet, mahviyet ve karşılıklı hukuk olduğu kanaatindeyim. Görüş ayrılıkları, farklı kanaatler olduğunda bile nihai kertede herkes kendiyle baş başa kaldığında “Bunlar için bu dostluklar feda edilmez” diyecek kadar köklü ilişkilerimiz var. Şimdi okuyorum; Abdullah Bey gelirse ben rahatsız olurmuşum falan... Bunlar bizim anlayışımızda karşılığı olmayan şeyler. Abdullah Bey ile de olmaz Tayyip Bey ile de.

        -Bülent Arınç bu konudaki iyi niyetini ve siyasetin etik boyutunu da içeren açıklamalar yaptı.

        Doğrudur; Sayın Gül 6 bin 223 adaydan biri değildir. Kimse ona öyle bakmaz, böyle bir nezaketsizlik yapmaz. Sayın Erdoğan açıklama yapar yapmaz parti içinden pek çok arkadaşımız, ben de dahil açıklamalar yaptı. Bu bile ne kadar doğal ve yürekten bir çağrı olduğunu ortaya koyuyor.

        -Meclis Başkanlığı için ne diyorsunuz?

        Önce Sayın Cumhurbaşkanımız Gül’ün kararını görelim. Her görevi hakkıyla yapar tabii ki. Şimdi seçime gidilecek, seçim şartları belli olacak. Demokrasiye saygı gereği seçimden önce böyle konuşmamak gerekir. Önce halkın iradesini görelim.

        "PARTİ KAPATMAYI YASAKLAYALIM"

        -CHP’nin kapatılacağına dair spekülasyonlar konusunda ne söylemek istersiniz?

        Böyle bir iddianın zemini yok. Tamamen algı operasyonu. “Otoriterleşme eğilimi artıyor” imajı çizmek için “CHP ve MHP kapatılacak, HDP de barajı aşamayacak” şeklinde, aklın almayacağı bir algı oluşturmaya çalışıyorlar. Hukuki olarak temeli yok. CHP ve MHP’den önce bunu engelleyecek olan biziz. Çağrıda bulunuyorum, parti kapatmayı tümüyle yasaklayan aAnayasa maddesini 4 parti Meclis’e sunalım ve bir oturumda bu işi bitirelim. 2010 referandumunda partilerin kapatılmasını tümüyle yasaklayan düzenlemeye CHP neden destek vermedi? Talimat vereceğim grup başkanvekillerimize, “Bu hafta bu meseleyi çözelim” diye. Dünyada Türkiye karşıtı algı operasyonuna yeni argüman olarak bunu gündeme getiriyorlar. Yabancı yatırımcılar ve Türkiye analistleriyle konuşuyoruz. “Türkiye’yi iyi takip ediyorsunuz, geçen hafta Türkiye’de ne oldu?” dedim. Hiçbiri cevap veremedi. 30 yıldır süren çatışmayı sona erdirecek silah bırakma çağrısı yapıldı. Analiz yaparken her türlü açıklamayı ölçüt kabul ediyorsunuz ama Türkiye’de 30 yıldır akan kanı bitirecek bu açıklama radarınıza girmiyor. CHP ile ilgili temelsiz iddialar hemen gündeminize gelebiliyor. Sadece savunma konsepti dahilinde bu sorunla ilgili harcamamız 500 milyar dolardır. Bunu Başbakan’ın New York’a gelip anlatması mı gerekiyor? Bunun da arkasında Türkiye karşıtı uluslararası lobiler var.

        "YAKINDA SURİYE HAREKETLENECEK"

        -Birleşmiş Milletler’de Suriye’yi kınayan bir karar çıktı. Yeni gelişme var mı?

        Suriye meselesi artık Suriye’nin meselesi olmaktan çoktan çıktı. Uluslararası toplum, “Bölge ülkeleri bu işle ilgilensin” noktasındaydı. Ama özellikle Paris saldırısı ve son atmosfer şu mesajı verdi: Suriye sorunu çözülmezse, Avrupa’da ve dünyada başka sorunların kapısını açacağı düşünülmeye başlandığı için “Nerede hata yaptık?” diye daha sık sorulmaya başlandı. A planları varmış gibi B planını konuşuyorlar. A planları yok. Yakında bir hareketlenme yaşanacak...

        BİR AYRINTI...

        Davutoğlu uçakta, bir büyük şirketin CEO’sunun “Türkiye’de kadın sorunu ne durumda, çok değişik şeyler duyuyorum” diye sorduğunu vurguladı. “Uyguladığımız kadın politikalarını anlatıyorum, şaşırıyorlar. Bu da karşımızda ciddi bir kara propaganda olduğunu gösterir” diyor Başbakan. Soru, uluslararası kamuoyunun kadına şiddete hassasiyetini gösteriyor. Tıpkı Davutoğlu’nun da konuşma yaptığı ABD Dış İlişkiler Konseyi’nin üyesi Michael Gerson’ın kaleme aldığı şu anekdottaki gibi: İngiliz ordusu 1840’ta Hindistan’ı işgal ettiğinde, General Charles Napier, kadınların, eşlerinin cenazeleriyle birlikte diri diri yakılması geleneğini yasaklamış. Bir grup Hindu geleneklerini sürdürmekte ısrarcı olduğundaysa, “Bizim de bir geleneğimiz var: Erkekler bir kadını yaktığında, önce boyunlarına bir ip geçirir, sonra da onları asarız” demiş.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ