Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem ‘Yaşar Kemal belki on bin kez, ‘Kurban olsunlar Mustafa Kemal’e’ demiştir’

        Balçiçek İLTER / PAZARTESİ SOHBETLERİ / HT GAZETE

        Zülfü Livaneli ile, Yaşar Kemal’i konuşmak için bir Antakya restoranı olan Antiochia’da buluştuk. Tam Yaşar Abi’ye uygun yemekler yedik, büyük ustayı andık. 44 yıllık dostunun gidişinin ardından Livaneli buruk ve hüzünlü, kendi deyimiyle adeta bir boşluk içinde... Kolay olmadı onu söyleşiye ikna etmek. Sevmiyor artık konuşmayı, anlatmayı... Herkesin birbirine yaftalar yapıştırmasından sıkılmış, karşıtıyla var olma modası onu da bunaltmış. Artık onun için varsa yoksa edebiyat... Yeni kitabını yayınevine teslim etmiş, bir tek o konudan bahsederken gözleri parlıyor, heyecanlanıyor. Ama Zülfü Livaneli ile siyaset konuşmadan da olmazdı, o da yarına kaldı.

        -Yaşar Kemal’in vefatından sonra ne hissettiniz?

        Müthiş bir boşluk Balçiçek. Ölümüne neredeyse bizi hazırladı. Son bir sene bir sürü olay oldu. Kendisine söylemedik ama karaciğer kanseri olduğunu öğrendik. Fazla sürmeyeceğini biliyorduk, ama mücadeleci gücüyle umduğumuzdan çok daha fazla dayandı. O bakımdan öleceğine bizi hazırlamıştı, bir nevi o düşünceye alışmıştık.

        -Peki şimdi?

        Şimdi muazzam bir boşluk duygusu... Çok fena...

        -Gözleriniz doldu...

        Sabahları uyanıyorum elim telefona gidiyor. Tam 44 yıldır her sabah aradım onu. Çok acayip bir duygu, şimdi arayacak Yaşar Abi yok. Hayatımda yeri doldurulamayacak bir boşluk. Elbette Yaşar Kemal’in çok çevresi vardı, çok arkadaşı dostu vardı. Mesela sen, o kadar çok severdi ki...

        -Büyükbaba emanetiyim ben ona, ismim konulurken oradaymış.

        Çok özeldin onun için, biraz da o yüzden “Hayır” diyemedim röportaja. Biliyorsun, konuşmamayı tercih ettim, çünkü her şey medyatik oldu Türkiye’de. Yaşar Abi’nin ölümünden sonra birçok kişi konuştu. Özellikle yapmadım, geri durdum. Dedim ki, “Ne oluyor yahu, bir yasımızı tutalım.” Ama sonra sen ısrar edince, bunu özellikle yaz lütfen, Yaşar Abi’nin çok sevdiği bir insan olduğun için ve sen de onu gerçekten çok sevdiğin için bugün onu konuşuyoruz.

        ‘KERAMET SAHİBİYDİ MALUM OLURDU ONA’

        -44 yıllık dostluk, dile kolay.

        44 yıl hiç ayrılmadık. Yaşar Kemal romanları gibi, masal gibi tanıştık biz. Zaten onun hayatına girenler de, romanlarındaki parçalar gibi olurdu. Keramet sahibiydi, sezgileri çok gelişmiş bir insandı, malum olurdu ona. Ankara’da Milli Kütüphane’de bir İnce Memed türküsü buldum. Birisi derlemiş, ben de notaları çıkardım vs... Yaşar Kemal’e dinletmek için İstanbul’a geldim, tanımıyorum. “Ararat Kitabevi var Cağaloğlu’nda, oraya git” dediler. Birkaç gün gittim onu bekledim. Bir gün geldi, kendimi tanıttım, “Saz çalıyorum” dedim. Eve çağırdı ertesi gün. Kitaplarla dolu bir yer. Evdeki hanım, gözlüğünün üzerinden bana baktı, fazla da yüz vermedi.

        -Tilda Hanım...

        Evet. “Kimbilir Yaşar yine kimi getirdi’’ diye düşündü. Ben o zaman gitarla saz arası bir şey geliştirmiştim, “dede perdesi” denilen ve şimdi çok popüler olan... Tilda da ilgilendi. Yaşar Abi, Çukurova köftesi yaptı ve edebiyat konuşmaya başladık. “Saz çalıp edebiyat konuşana hiç rastlamadım” dedi. Dostluk öyle başladı. Tilda o zaman benim için demiş ki, “Bu çocuk çok meşhur olacak.’’

        -Meşhur olma hayaliniz var mıydı?

        “Kesinlikle olamam” diye düşünüyordum. Mahcubum, o tip bir insan değilim. Yaşar Abi dedi ki “Yılmaz Güney geldiğinde Tilda aynı şeyi söylemişti, o bilir!’’ Ben de “Bu sefer yanılıyor’’ diye cevap vermiştim.

        -İsveç’te de beraberdiniz. 44 yıl her sabah aradığınızda ne konuşurdunuz?

        Şöyle bir esprimiz vardı aramızda: “Nasılsın Yaşar Abi?” derdim, o da bana “Türk’üm, doğruyum, çalışkanım’’ diye cevap verirdi. Ben de “Kürt’üm, tembelim, eğriyim’’ derdim, karşılıklı gülerdik. Saatlerce edebiyat konuşurduk. Hep zannediliyor ki, “Yaşar Kemal, Tanrı vergisi yeteneği olan ve Adana’dan gelmiş bir çocuk. Böyle güzel güzel destan anlatıyor.” Bu kadar basite indirgenir mi? Müthiş bir edebiyat birikimi vardı. Gençliğinde Arif Dino ile Faulkner’in roman teorisi üzerine konuşan birinden bahsediyoruz.

        -Türkiye, Yaşar Kemal’i anladı mı sizce?

        Hayır. Yaşar Kemal, Türkiye’nin büyük aydınlarından birisiydi. Ama kişiliğinin sıcak tarafı öne çıkıyordu. Üç önemli özelliği vardı: Sanatı çok büyüktü, tartışılmaz bir şekilde 20. yüzyılın en büyük romancılarından biriydi. Kişiliği çok farklıydı, romancı olmasa da her girdiği yerde dikkat çekecek bir karizması ve enerjisi vardı. Son olarak da, Türkiye’nin değişim dönüşüm sürecinde o dönemin tanığı olarak çok önemli bir işlev görmüştü, feodaliteden kentleşmeye geçişin tanığıydı.

        ‘HERKES KENDİ YAŞAR KEMAL’İNİ YARATTI’

        -Yaşar Kemal’in Nobel’i almasını gerçekten de engellediler mi?

        O dönemde o dedikodular vardı. Evet, Kürt çevreler Yaşar Kemal aleyhine bir hava oluşturdular ama koskoca Nobel komitesinin bunları ciddiye aldığını hiç sanmıyorum. Ülkemizin bir özelliği var, büyük sanatçıların dünyalarından bir şey öğrenmek yerine, onları kendi küçük politik pencerelerimizden seyretmeyi tercih ederiz. Nâzım Hikmet’in de trajedisi budur. Nâzım, Komünist Partisi’ne sığmayacak kadar büyük bir şair ve düşünürdü. Onu da böyle kendi emelleri için, kendi minnacık lombozlarından seyrettiler. Bütününü göremediler.

        -Kürtlerin bir bölümünün Yaşar Kemal’e dudak bükmesi de mi bu yüzden?

        Evet, ama unutulan bir şey var, Yaşar Kemal politikacı değildi. Gerekeni yaptı, mahkûm oldu. Onun vicdanı konuşurdu sürekli olarak. Büyük adamlar prizma gibidir, hangi tarafından bakarsan orasını görürsün, o tarafı parlar. Yaşar Kemal’in bütününü anlama gibi bir arayış olmadığı için, herkes kendi Yaşar Kemal’ini yarattı. O Kürt halkını ve Kürtçe’yi çok seven, kan dökülmesin, ülke bölünmesin diye hapisleri göze almış bir adam. Ama öte yandan ben yakından tanığıyım, ömrünün son gününe kadar en sevdiği insanlardan biri Mustafa Kemal’di.

        -Ne derdi?

        Belki on bin kere duymuşum ağzından, “Kurban olsunlar Mustafa Kemal’e’’ derdi. Başımızda hangi hükümet olursa olsun, asker ya da sivil ayırmadan söylerdi bunu. Kemalist değildi elbette... Başkalarına çelişki gibi gelecek şeyler, bir romancının dünyasında bütünleşebiliyor.

        -Yaşar Kemal üzüldü mü Nobel’i alamadığına?

        Sanki Nobel’i almak için çok çırpınıyormuş, çok uğraşıyormuş gibi bir izlenim oluştu. Oysa hiç böyle bir çabası yoktu. Bizim çevreler, Nobel adaylığı kötü bir şeymiş gibi dalga geçmek için kullandılar. Bunlara üzülür, küfrederdi.

        -Siz de benzer eleştirileri yaşamadınız mı?

        O kadar çok ki, sen biliyorsun. Bu memlekette kendini anlatman çok zor, sana öyle bir kimlik yapıştırmışlar ki... Çekmecelere yerleştirme adedi var. Her şey karşıtıyla var olmaya başladı. “Ya darbecisin, ya bu hükümetten yana” gibi... Yahu değil... Hani deveye sormuşlar “Yokuşu mu, inişi mi seversin?’’ diye, “Kardeşim bunun düzü yok mu?’’ demiş. Ülkemizde sanatçı olmak, önde olmak kolay değil. Hele soldan gelen insan olmak hiç kolay değil, dedikodular alır başını gider. Nâzım aleyhine solun yazdığı yazılar, sağcıların yazdıklarından fazladır. Ama halk sahiplenince, kim ne hatırlasın falanca tarihte kimin ne yazdığını, senin eserin kalıyor, önemli olan o.

        ‘BİR TEK MARQUEZ, İKLİMİ ONUN KADAR İYİ ANLATIR’

        -Romancılığı niye bu kadar önemli?

        Mesela imrenirdim ben diline... Muazzam bir şiir gücü. Çukurova’da bir yağmur anlatır, o yağmur bedenine yapışır. Bir tek Gabriel Garcia Marquez, iklimi onun gibi bu kadar iyi anlatır. Sonra, Yaşar Kemal’in geldiği kök çok sağlam. Faulkner Amerika’nın güneyinden, Yaşar Kemal buranın güneyinden. Pamuk, kölelik vs. aynı şeyleri anlatıyorlar aslında. Sanat konusunda şaşmaz bir zevki vardı. Abidin Dino çok gençken, yaptığı resimleri Yaşar Kemal’e gösterir ve eleştirmesini istermiş, onun beğenmediğini de atarmış, düşün.

        -Romana getirdiği yenilik sadece dil mi?

        İnsan psikolojisi de var. Her şeyi sözle anlatmaz, psikolojiyi olayın içinde verirdi... Çünkü Homeros geleneğinden geliyor. Büyük edebiyat bu! Türkiye tam anlamadı maalesef onu. Onu hep Çukurova’yı ve köylüleri anlatan biri gibi, sadece İnce Memed’i öne çıkaran bir şekilde sundular. Zaten bir sürü insan sadece İnce Memed’i okumuştur. Oysa Yaşar Kemal, dünyada, doğanın sanayi tarafından tahrip ediliş sürecini anlatan ilk romancıdır.

        -Dünya Yaşar Kemal’i nasıl keşfetti peki?

        Yeteneğinin ve yazdığı romanın gücünün farkında olan bir Türk entelijansiyası var o zaman. Nâzım Hikmet, Abidin Dino, Güzin Dino, türkologlar var. Tilda da, tabii çevirerek çok yardımcı olmuş. Yaşar Abi bazen derdi ki, “Yahu Zülfü hiçbir şey yapamadım, hiçbir şey yazamadım!’’ Ben de “Sen böyle dersen, ölelim biz hepimiz!’’ diye cevap verirdim. Ertesi gün gelir ‘‘Yahu yine okudum da, yapmışım galiba’’ gibi bir şeyler derdi. Sürekli, sanatının nasıl daha iyi olacağıyla uğraşırdı.

        YARIN: -Siyasete girdiğine neden pişman oldu? -Deniz Baykal nasıl hatırlanacak? -Hangi genel yayın yönetmeni “Sana yaptıklarım utanç sayfamdır’’ dedi? -Şener Şen’in çıkışı için ne düşünüyor? -Yeni kitabı ne hakkında?

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ