Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Perinçek gibi suçlanan Halil Paşa ne demişti?

        Murat BARDAKÇI / GAZETE HABERTÜRK

        Doğu Perinçek’in Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde kazandığı davanın Türkiye için ne kadar önemli olduğunu önceki gün yazmıştım, bugün tehcirin ne olduğu konusunda geçmişte açık şekilde konuşmuş tek kişi olan bir askeri hatırlatacağım: Kut Kahramanı Halil Paşa’yı... Halil Paşa, kendisini tutuklayıp suçlayan İngilizler’e “Çetelerin imhasında ve tehcirde ölümler oldu, ölenlerin adedi üçyüz binden eksik mi, fazla mı, tesbit edemedim” demişti.

        Doğu Perinçek, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne açtığı ve mahkemenin Büyük Dairesi’ne giden davayı kazandı ve Perinçek ile İsviçre arasında “soykırım” kavramı yüzünden başgösteren anlaşmazlıkta Perinçek haklı çıktı.

        Dolayısı ile Avrupa’da bundan böyle soykırımı reddetmek suç olmayacak! Geçen gün de yazdım: Perinçek’i seversiniz yahut sevmezsiniz, siyasi çizgisini beğenirsiniz veya beğenmezsiniz ama tebrike mecbursunuz, zira devletin senelerden buyana bir türlü beceremediği bir işi tek başına başarmıştır!

        Ermeni meselesi konusunda bizde açık şekilde konuşan, eskilerden tek bir kişi biliyorum: Halil Kut, yani Halil Paşa!

        KUTTULÂMARE KAHRAMANI

        Enver Paşa’nın bir yaş küçük amcası olan Halil Paşa, Osmanlı ordularının Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale’nin yanısıra elde ettikleri ikinci başarının, Irak cephesindeki Kuttulâmare zaferinin kahramanı, İngiliz generali Charles Townshend’i 26 Nisan 1916’da ordusu ile beraber esir almış olan meşhur bir askerdi.

        Halil Paşa, Irak’taki başarılarının ardından Kafkasya’ya gitti, Kafkas İslâm Ordusu’nun başına geçti ve yarbaylıktan paşalığa yükseltilmiş olan diğer yeğeni Nuri Paşa ile beraber 15 Eylül 1919’da Bakü’yü aldı ama İstanbul’a dönüşünde İngilizler tarafından tutuklandı ve Malta’ya gönderilmek üzere Bekirağa Bölüğü’ne kapatıldı.

        İngilizler, Bekirağa’da tutuklu bulunduğu sırada Paşa’yı Dünya Savaşı yıllarında 300 bin Ermeni ile Bağdat civarında 50 bin kişinin ölümünden ve daha başka ölümlerden sorumlu tuttular, suçlamalara karşı yazılı ifade vermesini istediler ve Halil Paşa’nın cevabı, meâlen “...İsyan etmişlerdi, imhalarını emrettim ama imha edilenleri saymadığım için, adetleri (sayıları) hakkında bir fikrim yoktur” oldu. Halil Paşa’dan hadiseyi Moskova’da bizzat dinlemiş olan Ankara’nın o günlerdeki Moskova Büyükelçisi Ali Fuad Cebesoy, “Moskova Hatıraları” isimli eserinde, Paşa’nın anlattıklarını şöyle nakleder:

        “...Bana bu kâğıt parçasını bir İngiliz zabiti ile göndermişlerdi. Bu kâğıtta yazılı şeylerle hem beni itham etmek, hem de sorguya çekmek istemişlerdi. ...Kâğıttaki yazıların meali şöyle idi:

        a) Harb-i Umumî’de (Dünya Savaşı’nda) üç yüz bin Ermeni’nin ölümünden ve sürülmesinden sizi mes’ul tanıyorum.

        b) Harb-i Umumî’de Musul ve Bağdat civarında öldürülen elli bin kişiden sizi mes’ul tutuyorum.

        c) Bağdat sukûtunda (Bağdat’ın İngilizler’in eline geçmesi sırasında) boğulup dereye atılan üç Yahudi’nin ölümünden ve bilâmuhakeme (yargılanmadan) idamını emrettiğiniz bir Türk çavuşundan, elinize düştüğü halde öldürttüğünüz İngiliz binbaşısından da siz mes’ulsünüz. Bütün bunlara cevap vermenizi Büyük Britanya İmparatorluğu nâmına istiyoruz”.

        ‘ERMENİLER İSYAN ETTİ’

        Halil Paşa, yine Ali Fuad Cebesoy’un yazdıklarına göre İngilizler’in sorularına şu cevapları vermişti:

        “a) Yaptığımız anlaşma hilâfına Ermeniler’in, ordunun harbettiği mıntıka dahilinde isyan ederek gerek menzil ve geri hizmetlerini tehlikeye sokmaları ve gerekse birinci hattı zorlamaları üzerine ordu mıntıkam dahilinde müsellâh (silâhlı) Ermeni çetelerinin imhası ve Ermenilerin uzak mıntıkalara gönderilmesi emrini verdim. Çetelerin imhasında ve muhaceret esnasında birçok ölümler oldu. Bunların adedi üçyüz binden daha mı eksik, yoksa daha mı fazla, tesbit edemedim.

        b) Bağdat ve Musul civarındaki aşiretler, düşman servislerinin tesiri altında isyan ettiler, bunların da imhası emrini verdim, imha edilenleri saymadığım için adetleri hakkında bir fikrim yoktur.

        c) Bağdat sukûtunda öldürülen ve nehre atılan üç Yahudi’den haberdar değilim.

        d) Mahpus bulunan bir çavuş hapishaneden kaçmış, nöbetçinin gafletinden faydalanarak silâhını almış ve nöbetçiyi öldürmüş. Bir mahpusun kaçma teşebbüsünü tabiî telâkki ederim, kezâ çölden geçeceği için silâhı almasını da tabiî görürüm. Fakat ondan sonra silâhsız nöbetçiyi öldürmesini affedemem. Hâdiseyi haber verdiler, katili takip ettirdim, yakalattım. Nöbetçiyi öldürdüğü yerde bilâmuhakeme astırdım.

        e) Öldürülen İngiliz binbaşısına gelince: Bu zât kendisini karargâha getiren neferlerin elinden kaçmış, suya atlamış, yakalama çaresini göremiyen neferler de ateş ederek öldürmüşler. Buna müteessir oldum. Haberim olsaydı bu kaçma teşebbüsünü menetmezdim. Bu zabitin kendi ordusuna katılmak arzusunu tabiî bulurum”.

        Halil Paşa’nın aksine, “soykırım” kavramının ortaya çıkmasından önce Avrupa’da “Biz Türkler ne fena insanlarız, bir milyon Ermeni’yi perişan ettik!” diye sözler edenler de vardı ve bu sözlerin sahiplerinden bazılarının hikâyesi de yine bu sayfadaki kutuda yeralıyor.

        Talât Paşa’nın Enver Paşa’ya 24 Nisan 1914’te gönderdiği ve tehciri başlatan resmî yazı olan bu belge, şimdi Genelkurmay Arşivi’nde bulunuyor.

        AVRUPA'YA 'ERMENİLER'İ KATLETTİK' DİYEN İLK TÜRK, BİR SADRAZAMIN OĞULLARIYDI

        Bugünlerde sık sık gündeme gelen 1915 olayları hakkında özür dilenmesi konusunun geçmişi daha eski senelere, bundan 98 yıl öncesine dayanır. Türkler’i “Ermeni kıyımı” yapmakla suçlayan ilk kişi Kemal Midhat Bey’dir ve Kemal Midhat Bey tarihimizdeki ilk anayasamızın mimarı olan ve hürriyet kahramanlarından kabul edilen Midhat Paşa’nın oğludur.

        Türkler’i suçlamanın temelinde üstelik öyle o zamanın Ermeni tezlerini destekleme yahut o tarafı haklı bulma gibisinden bir düşünce değil, sadece bir siyasi mücadele, muhalefette olan bir partinin iktidara karşı yönelttiği gereksiz iddialar vardır.

        MEMLEKETİ TERKETTİLER

        İşte, 28 Aralık 1917’de düşüncesizce yapılmış olan bu tuhaf ve memleketin gelecekteki dış politikasını menfî şekilde etkilemesi bakımından da hayli acı olan hadisenin ayrıntıları: 1913 Ocak’ındaki Babıâlî baskınının ve Sadrazam Mahmud Şevket Paşa’nın o senenin 11 Haziran’ında katledilmesinin ardından iktidarı tamamen elde etmiş olan İttihad ve Terakki Partisi, muhalefete karşı son derece sert davranmaya başlamıştı. Muhaliflerden bazıları faili meçhul cinayetlerin hedefi olmuş, bazıları sürgüne gönderilmiş ve aralarında o devrin önemli yazarları ile iktidarı desteklemeyen siyasîlerin de bulunduğu yüzlerce kişi bir vapura doldurulup Sinop’a sürgüne yollanmıştı. Sürgünden son anda kurtulan bazı muhalifler memleketi terkederek Avrupa’ya gitmişler ve İttihadçı hükümeti suçlamak için o günlerde yaşanan tehcirin hemen ardından ortaya atılan Ermeni tezlerinden medet ummaya başlamışlardı.

        Sürgündeki bu muhalifler arasında Midhat Paşa’nın iki oğlu, Ali Haydar Midhat ve Kemal Midhat Beyler de vardı...

        İki kardeş, Paşa’nın damadı Nüzhet Bey’in Sivas’a sürgün edilmesi üzerine kendi başlarına da bir iş gelmesinden endişe ederek memleketi terketmiş, Avrupa’ya gitmişler, Paşa’nın İsviçre’ye yerleşen küçük oğlu Kemal Midhat Bey burada “Sulh ve Felâh” isimli siyasî bir parti kurmuş ve Türkiye’deki iktidarı karalayarak Avrupa’daki hükümetlerden destek sağlamaya çalışmıştı.

        BİLDİRİ YAYINLADI

        Midhat Kemal Bey, partiyi hayata geçirmesinden önce 1916 Mayıs’ında Rus, Fransız ve İngiliz diplomatlarla temas ederek İttihad ve Terakki aleyhtarı bir politika takip edeceklerini söylemiş ve diplomatlardan destek istemişti. Daha sonra arkadaşları ile 1917 yılının sonlarında “Sulh ve Felâh Partisi” ni kurmuş, partinin genel sekreterliği ile İsviçre temsilciliğini de kendisi üstlenmişti.

        Kemal Midhat Bey, 28 Aralık 1917’de İttihad ve Terakki Partisi’ni suçlayan bir bildiri yayınlayacak ve Türkiye’deki iktidarın Ermeniler’i bilerek ve kasten öldürdüğünü iddia edecekti.

        Bildiride şöyle deniyordu:

        “... Osmanlı Devleti ekonomik ve ticarî bakımlardan olduğu kadar entellektüel gelişimi bakımından da Ermeniler’e çok şeyler borçludur. Şu anda ‘Jöntürk’ olduklarını iddia eden sorumsuz bir grup İstanbul’da iktidarı elinde tutuyor ve gücünü koruyabilmek için Abdülhamid döneminde bile rastlanmamış olan kanlı yöntemlere başvuruyor. Yüzbinlerce Ermeni’nin sürgüne gönderilmesinin, hayatlarını kaybetmesinin canlı şahitleriyiz. ...Birkaç ihtilâlci, dâvâları uğruna bir milyondan fazla suçsuz Ermeni’yi sürgüne göndermiştir. Biz liberaller ve gerçek vatanseverler bu hareketleri şiddetli kınıyoruz ve böyle kararların dinimizde de yeri olmadığını hatırlatıyoruz.

        UTANÇ VESİKASI

        ... Arkadaşlarımızdan bazıları da bu şekilde katledildikleri için ortak dâvâ uğrunda birleşmeli, bize karşı yapılan baskılara ve zulme son vermeliyiz. Sâdık ve samimî bir şekilde hareket etmemiz şarttır. Size, cinayetlerle kirlenmemiş olan elimizi uzatıyoruz. Bu eli açık şekilde, korkusuzca ve aynı olan idealimizi gerçekleştirebilmek uğruna kabul edin!”.

        Midhat Paşa’nın oğlunun bildirisi Ermeniler’e propaganda malzemesi olmak dışında bir işe yaramayacak, Kemal Midhat Bey’in kurmuş olduğu Sulh ve Felâh Partisi de hiçbir yerden destek göremeyerek tarih sahnesinden sessizce çekilecekti...

        Kemal Midhat Bey’in yayınladığı bahtsız, şanssız ve maalesef utanç vesikası gibi olan bu bildiriyi Bülent Bakar’ın “Ermeni Tehciri ve Uygulaması” isimli doktora tezinden naklettim.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ