Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem İntikam alacak ne var? Gelin anlaşalım...

        Taha KIVANÇ/GAZETE HABERTÜRK

        Kiminle karşılaşsam, birkaç giriş sorusunun ardından, esas merak konusu kendini belli ediyor: “Düşürülen uçağa büyük tepki gösteren Ruslar işi nereye kadar vardırır?” Biraz daha meraklılar, “Doğalgazı keserler ve olağanüstü soğuk geçmesi beklenen kışta sorun yaşar mıyız?” diye soruyor. İntikam bekleniyor. Doğrudan cevap vermek yerine, 100 yıl önce, Karadeniz’deki limanlarını Yavuz zırhlısının dövmesi sonrasında Rusların ne tepki verdiklerini aktarmakla yetiniyorum.

        Karadeniz baskını (29 Ekim 1914) sonrasında, Osmanlı basını, Yavuz ve Midilli’nin bu eylemiyle, 26 yıl önce kaptırılan deniz hâkimiyetinin sonunda bize geçtiğini yazmış... Oysa tek bir Rus mayın gemisi batmış, 2 torpido hasara uğramıştı o baskında... Önemsiz bir zayiat... 6 Kasım 1914 sabahı Zonguldak Limanı ile Kozlu’yu bombalamaya gelmiş Rus gemileri...

        6 destroyer eşliğinde sevk edilen Rostislav zırhlısıyla Kagul kruvazörü Zonguldak limanını 2 saat boyunca bombardıman etmiş... Bezm-i Alem, Mithat Paşa ve Bahr-i Ahmer nakliye gemilerimiz batırılmış... 224 kişi destroyerler tarafından kurtarılarak esir edilmiş... Neden Zonguldak? Zonguldak, İstanbul ve Marmara sahillerine kömür sağlayan bir liman olduğu için hedef olarak seçilmiş... Doğalgaz yok o zaman, kömürle ısınılıyor... Bizimkiler olayı büyütmek istememiş...

        Resmi açıklamaya göre, Kozlu’da Arvanitidis adında bir Rum’a ait 641 tonluk vapur batmış, Zonguldak’ta Fransız kilisesi ile Fransız Konsolosluğu’nun dışında 2 bina daha hasar görmüş... Kaynağım Doç. Tuncay Öğün, şu bilgiyi de ekliyor: “Kamuoyunda moral bozukluğuna yol açmamak için gemilerin batırıldığını saklamak isteyen Osmanlı karargâhı, Rusların gerçeği açıklamaları üzerine, aradan bir hafta geçtikten sonra, gemilerin batırıldığını kabul etmek zorunda kaldı. (...) İşin yine de gizli kalan tarafları vardı. Boş olduğu söylenen vapurlarda aslında iki alay asker, ordunun kışlık giyimi (100 bin takım), sökülmüş halde iki adet keşif uçağı ve Kafkasya’ya isyan çıkarmak için gönderilen bazı Çerkez reisleri vardı.”

        Bugün şartlar çok farklı, ama 100 yıl önce Ruslar böyle davranmıştı. Gazeteci Hakan Aksay, uzun yıllar yaşadığı Rusya’ya, uçak düşürme olayı ardından yeniden gitmiş. “Türklerin neredeyse tarihin her döneminde Rusya’ya darbe vurmaya çalıştığı” tespiti ve “düşürülen Rus uçağının benzeri bir Türk uçağının düşürülmesi” temennisini sıkça işittiğini yazıyor Hakan Aksay. Milletlerin hafızası aradan 100 yıl geçti diye silinmiyor.

        İNTERNETTE SİZİN DE BAŞINIZA GELİYORDUR

        Kızsam mı, yoksa tebrik mi etsem, bilemiyorum. Sena, Konya merkezli bir ticari kuruluş... Deriden değişik ürünler üretip pazarlayan bir aile şirketi. Daha ilk iPhone çıkar çıkmaz, sanıyorum o sırada ABD’de yaşayan ailenin bir üyesinin girişimiyle, telefonlara kılıf imal etmeye başlıyor, sonra da tabletlere...

        Apple mağazalarında ürünleri resmen sergilenip satılıyor... Tebrikler... Şu yakınlarda Apple iPad’in büyük modelini çıkardı; “Acaba ona da kılıf ürettiler mi?” merakıyla şirketin internet sitesine girdim. Üretmişler... İyi de, şimdi hangi internet sitesine girsem, istisnasız, karşıma şirketin reklamları çıkıp duruyor.

        Nasıl yapmışlarsa, kendi sitelerine bir kez uğrayana, başka siteleri ziyaretinde de varlıklarını hatırlatıyorlar... Büyük bir olay bu. Kızayım mı, tebrik mi edeyim, bilemedim.

        GAZETECİNİN GAZETECİYE ETTİĞİNİ KİMSE ETMİYOR

        CAN Dündar ve Erdem Gül’ün Cumhuriyet’te birkaç gün manşet olan bir haber yüzünden “terör örgütü üyesi” ve “casus” ithamıyla çıkarıldıkları mahkemece tutuklanmaları, medyamızın ortasından karpuz gibi bölündüğünü açığa vurdu. Bir yanda, yapılanın “gazetecilik faaliyeti” olduğu kanaatiyle yazanlar... Diğer yanda, kararı haklı bulan, savcılar ve hâkimlere isimler vererek “Bunları da tutukla” tavsiyesinde bulunanlar... Yazık...

        Şundan yazık: Medya içerisinde yer alanlar, yakın zamana kadar, farklı görüşlerini okurlarına sunarak birbirleriyle hesaplaşırlar, araya devletin memurları girmeye kalkıştığında, hep birlikte itirazda bulunurlardı.

        Basın tarihimiz kalem kavgalarıyla ünlüdür; ama sayfalarda birbiriyle takışanların hızını alamayıp karşısındakini savcılara fitlediği pek görülmemiştir. Nâzım Hikmet’in hapisten çıkması için açılan imza kampanyasına Ali Fuat Başgil ile başka “sağcı” yazar ve akademisyenler de katılmıştı. Hapis... Uzunca yıllar sağdan ve soldan önemli isimlerin kaderi olmuştur. Necip Fazıl, Fransız ansiklopedilerinde, kendisinden, “Okuduğu okullardan daha uzun süreyi cezaevinde geçirmiş düşünür, şair, yazar” diye söz edildiğini sıkılarak tekrarlardı.

        Şule Yüksel Şenler, bir yazısında Cumhurbaşkanı Korutürk’e hakaret ettiği iddiasıyla yargılanmış ve yolu cezaevine düşmüştü. Daha kimler ve kimler... Bir oğlu yeni hükümette bakan, diğer oğlu Sabah ve ahaber’i de içinde barındıran Turkuvaz Grubu’nun başında olan Milli Gazete yazarı Sadık Albayrak da yolu cezaevine düşenlerdendi.

        Yakın zamanlara kadar gazetecilerin tutuklu yargılanması yolu kapanmış gibiydi. 2000 yılında TCK 312’yi ihlâl ettiğim gerekçesiyle, ismi bile korkutucu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılanmıştım; ne savcının ne de hâkimin aklına tutuklanmam gerektiği gelmemişti. Şimdi gazetelerde sütunu, TV ekranlarında programı olan bazıları, muarızları için “Tutuklayın” diye tempo tutabiliyor. Oysa Necip Fazıl, “Ey düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın / Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lâzımsın” dememiş miydi? Kaldı ki yazar ve çizerler birbirinin düşmanı değildir.

        ORADAYDIM: FESTİVALLER KENTİ ANTALYA'DA

        Kocaman bir kültür merkezi... Sahnesi de koskocaman... İki tarafında oturacak yerleri bulunan, yine kocaman bir piyano sahnenin en ortasında... Biraz sonra iki kız kardeş gelip o ikili piyanonun birer tarafına oturacak, ışıklar kısılacak ve onlar gelene kadar süren doğal gürültü yerini derin bir sessizliğe bırakacak... Konserin sonuna kadar...

        Ufuk ve Bahar Dördüncü kardeşler, Claude Debussy’den 2 parçayı birlikte çalıyor, ardından da İgor Stravinski’nin bir parçasını icra ediyorlar... Son zamanlarda hiç bu kadar uzun süreyle sessiz kalınan, nefeslerin bile işitilmediği bir ortamda bulunmamıştım. Ardından alkışlar... Tam 4 kez sanatçı kardeşleri sahneye dönmeye mecbur eden sürekli alkışlar...

        Şu günlerAntalya’da festival zamanı... Belediye Başkanı Menderes Türel, 16. yılını sürdüren “Piyano Festivali”ne bu yıl da dünyanın önde gelen virtüözlerini çağırmış. Gürer Aykal’ın sanat yönetmenliğinde her konser müthiş bir ilgiye mazhar. Klasik Batı müziği konserinde koca bir salonu doldurmak önemli; Antalya bunu 15 gündüz ve gece boyunca başarmış durumda.

        Dün gece başta Matrix’ler olmak üzere bir- çok önemli filme müziğiyle katkıda bulunmuş Don Davis’in konseri vardı; biletlerinin haftalar önce tükendiğini duydum. Menderes Türel, dün, ülkemizin en fazla ses getiren film festivali “Altın Portakal”ı da açtı. Antalya bu mevsimde güzel, festivalleri sayesinde şanslı da...

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ