Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Habertürk yazarlarından Yenikapı izlenimleri

        SERDAR TURGUT: BİR HALK DEVRİMİ GÜNÜ

        Türkiye dün bir devrim yaptı.

        Şu anda Türkiye gerçeği üzerine kendi gazetelerine bir tür karartma uygulamakta olan Batı’nın tarihe eşi görülmemiş bir halk devrimi olarak yazacağı bir gün yaşadı Türkiye.

        15 Temmuz gecesi sanki ülkemize bir sihirli el değdi ve 24 saat içinde ülkedeki tüm hava değişti. Karamsarlığın yerini umut, kalplerdeki sevinç ve “Biz yapabiliriz” güveni aldı.

        Türkiye’ye 15 Temmuz kötülüğünü yapmayı düşünenler galiba bizim tarihimizi hiç okumamışlar; bu ülkeyi hiç anlamamışlar.

        Halbuki bu ülkenin Kurtuluş Savaşı’nı nasıl kazandığını anlatan tek bir kitap bile okumuş olsalardı, değil o geceye kalkışmayı bunu düşünmeye bile korkarlardı.

        O gece tankların önüne yatan ve ateş açmaya hazır namluların üstüne yürüyen bu ülkenin insanlarının dedeleri, büyükleri Kurtuluş Savaşı’nda aynen düşman üzerine cesaretle yürüdüler. Atatürk bu halkın cesaretini bildiği için “Size ölmeyi emrediyorum” komutunu verebilmiştir. O günlerde ordumuz imkânsızlıklar içinde aç ve çok yorgundu, ama vatan söz konusu olunca yine şahlandılar ve düşmanı denize döktüler.

        Bu ülkenin insanı asil savaşır, merttir. Bu gerçeği bilen kendi çocukları ve torunları bu ülke toprağında gömülü olan yabancılar da o mezarları ziyaret etmeye geldiklerinde sanki kendi vatanlarındaymış gibi hissederler. Zaten Atatürk onlara zamanında “O ölen çocuklar bizim topraklarımızda gömülü, onlar da bizim evladımızdır” diyerek asaletini, büyüklüğünü göstermiştir. Bugün o çocukların torunları herhalde kendi ülkelerinin Türkiye’ye tavrından dolayı utanıyorlardır.

        Recep Tayyip Erdoğan da o gece, bu defa farklı bir düşmana, içimizdeki haine karşı ne yapılacağını düşünürken Atatürk’ün zafere götürdüğü o asil ülkenin hatırasını hatırlamıştır ve o yüzden insanlara “Meydana çıkın” çağrısı yaparken içi rahattı. Çünkü bu gücün karşısında hiçbir şeyin duramayacağını, söz konusu vatan olunca dindarı laikinin, Alevi’si Sünni’sinin, Türk’ü Kürt’ünün kol kola gireceğini ve hep birlikte ölüme meydan okuyacaklarını biliyordu.

        Aslında dün o meydanda ne Recep Tayyip Erdoğan’ı ne diğer siyasi parti liderlerini alkışladık; yüreğimiz o gece bizler bugün böylesine bir demokrasi şöleni yaşayabilelim diye kendisini feda eden kahramanlar için attı.

        Dün yaşadıklarımızdan sonra Türkiye’de artık hiçbir şeyin eskisi gibi olması mümkün değil. Bir devrim yaşadık ve bu devrim sonucunda Türkiye global düzeyde hak ettiği yeri bulacak ve dünyanın saygıyla anlamaya çalışacağı bir ülke olacak. Türkiye demokratik, modern, seküler ve Müslüman bir ülke olarak global dünyaya da yeni bir kapı açacak.

        Bu böyle ama demokrasinin geleceğe açılan yeni kapısının bize öğrettiği bazı dersler de vardı.

        Hepimiz tüm siyasi parti liderleri dersleri iyi anlamalı ve iyi özümsemelidir.

        YENİKAPI DERSLERİ

        - Türk insanı artık siyasette kavga çatışma görmek istemiyor. Dün verilen dostluk ve kardeşlik mesajlarını ne kadar da özlemişiz. Ne kadar da hasretmişiz böyle görüntülere.

        - Bizler artık hiçbir insanı bu ülkeye gerektiğinde hayatını vermeye hazır olan hiçbir insanı sadece hayat tarzı farklı diye bizden farklı düşünüp yaşıyor diye ötekileştirip dışlamaya, düşmanlaştırmaya çalışmayacağız, bunu yapmaya çalışan siyasetçileri de istemiyoruz. Biz farklı görüşler arası diyalog ve geleceğe yönelik el ele yürümeler istiyoruz.

        - Belagat şehvetinden de bayağı yorulmuşuz. Bize sakin ve gelecek için umut veren konuşmaları dinlemeyi daha çok istiyoruz. Sadece o an için bizi heyecanlandırmak için konuşan siyasetçilerin yerine bize anlamlı bir şeyleri güzel söyleyenleri istiyoruz.

        - Bu toplum aslında huzur bulmak istiyor. Yıllardır birbirimize karşı kızdırıldık, tahrik edildik, açıkçası negatif duygu yüklenmesinden dolayı yorgun düştük. Artık birbirimize karşı pozitif duygular hissederek yaşamak istiyoruz. Artık yorgun değil, bilakis dinamik ve pozitif enerji dolu olmalıyız. Çünkü kuracağımız bir gelecek var, korunacak bir ülkemiz var.

        - Uzun zamandır mahalleli olmayı, komşuluk duygularını unutmuşuz. Eskinin mahalle komşuluğunun yerine “Bizim mahalleden olmayan kötüdür” zihniyeti kaplamış içimizi. Dün Yenikapı Meydanı’nda her mahalleden, insan inancı ne olursa olsun dindarı, laiki yan yana tekrar komşu olmanın getirdiği güzel duyguları yaşadık. Anlayacağınız artık hepimiz aynı mahalledeniz.

        - Hiçbir siyasetçi dünkü güzel duygularımızı elimizden almaya çalışmasın. Bu güzelliği hepimiz sürekli hak ediyoruz.

        - Çok uzun süredir gelecekten korkmaktan hep birlikte yorgun düşmüşüz, içimiz burkulmuş. Dün ilk kez gelecekten umut duymaya başladık, içimiz yeniden sıcak biçimde çözülmeye başladı. Siyasetçilerin bizim güzel duygularmıza sahip çıkarak bizi geleceğe taşımalarını istiyoruz.

        BAYRAĞIMIZIN RENGİ NE GÜZEL

        Dün muhteşem kalabalığa kırmızı beyaz renk denizimize bakarken, herkes farklı düşünürken bile güçlü olmamız gerektiğinde tek bir fikrin (birlik ve beraberlik) ifade edildiği meydanlar oluşturmanın ne kadar güzel olduğunu ve “O pankart ne demiş, bu ne demiş?” diye okumaya çalışmanın da aslında beni yormuş olduğunu anladım. Bu defa pankart açılmasına izin verilseydi bile herkesin, her farklı ideolojinin aynı şeyi söyleyeceğinden emindim; bu da rahatlattı beni.

        BUGÜN BAKACAĞIM

        15 Temmuz konusunda doğrusu utanç verici bir sınav veren Batı’nın medyasına bugün bakacağım, bakalım bu devrimi, bu muhteşem meydanı nasıl anlatacaklar ve hatta acaba hiç anlatacaklar mı? Bugüne kadar yeni Türkiye’yi anlama ve anlamlandırma konusunda hiç gayret göstermediklerinden dolayı dünü anlatmaya da cesaret edebileceklerini hiç sanmıyorum.

        LAİKLİĞİ KONUŞMALIYIZ

        Türkiye laiklik üzerine yeni bir diyalog, yeni bir ortak uzlaşma alanı arayışı açmalı. Dün o meydan buna gerek olduğunu gösterdi. CHP Lideri Kılıçdaroğlu ve o meydanda var olan tüm CHP’liler bu konuda makul söylemlerle yeni konuşma yollarını açmalı. Türkiye’nin hem buna ihtiyacı var hem de bu diyalog için elverişli ortam da nihayet var.

        MURAT BARDAKÇI: TARİHE GEÇECEK MİTİNG

        “MİTİNG” kavramı ile bundan bir asır önce tanıştık, bu bir asır boyunca İstanbul’da yüzlerce, binlerce miting yapıldı ama bunların sadece biri tarihe geçti:

        İzmir’in 15 Mayıs 1919’da işgalini protesto maksadıyla düzenlenen ve 150 bin kişinin katıldığı Sultanahmet Mitingi...

        Tarih kitapları genellikle tek bir Sultanahmet Mitingi’nden bahsederler ama 1919 Mayıs’ı ile Haziran’ında sadece Sultanahmet’te değil, Fatih Meydanı’nda da toplanılmış ve bir değil, dört ayrı miting yapılmıştı.

        Mitinglerdeki en meşhur konuşma, Halide Edib’e aitti. 23 Mayıs 1919’da Sultanahmet’teki kürsüye çıkan Halide Edib hitabesine “Kardeşlerim, evlâtlarım! Ruhu göklerde olan ecdadımız minarelerimizden yüzyılın şanlı Osmanlı tarihinin bugünkü faciasını seyrediyor” diye başlamış ve konuşmasını “Yediyüz senenin tarihini ağlayan minareler altında yemin ediniz: Bayrağımıza, ecdadımızın namusuna hıyanet etmeyeceğiz!” cümleleri ile tamamlamıştı.

        Halide Edib’in konuşması sonraları hem siyasî nutuk tarihimizin sembolü hâline geldi, hem de Sultanahmet Mitingleri’nin tarihimizde çok önemli yer edinmesinde etkili oldu. Milyonların katıldığı Yenikapı Mitingi de tarihe Sultanahmet’teki toplantılardan tam 97 sene sonra yapılan en önemli miting olarak geçecektir...

        Her iki miting de acı hadiselerin ardından düzenlenmiştir fakat dünkü mitingin sebebi, 1919’dakilerden çok daha acıdır. Sultanahmet Mitingi savaştan mağlup olarak çıkmış Türkiye’nin yabancı orduların işgaline uğramasını, İzmir’e Yunan askerlerinin çıkmasını protesto maksadıyla yapılmıştır; Yenikapı Mitingi’nin gerisinde ise daha hazin bir hadise vardır: Yenikapı’da yankılanan birlik mesajının muhatabı yabancı işgalciler değil, hain bir iç komplo hazırlayıp darbe teşebbüsünde bulunmuş olan yerli bir terör örgütüdür...

        Dün partilerin ve ideolojilerin bir tarafa bırakılıp mükemmel bir millî dayanışmanın gösterildiği ve bugünden itibaren tarihe mâlolan mitingin ardından bir temennimi de ifade etmem gerekiyor: Allah bize böyle millî birlik ve beraberlik görüntülerini ileride de sık sık görme imkânını nasib etsin ama benzer toplantıları yapma sebebimiz olan 15 Temmuz’da yaşanan millete hıyanet seviyesindeki bir hadiseyi de bir daha göstermesin!

        UMUR TALU: YENİ BİR DEMOKRASİ ANLAYIŞI MI?

        Bir yıl önce, 7 Haziran seçimlerinde ortaya çıkan ama silinen “Yeni Türkiye” tablosu şimdi 7 Ağustos’ta ortaya çıkan “Yenikapı” manzarasının bir nevi habercisiymiş!

        Elbette aynı değil ama şimdi “darbe girişimi”ne karşı Yenikapı’da kurulan “koalisyon” o gün fiilen, hükümette (ve devlette) kurulabilirdi.

        Arada taban-tavan gibi farkların dışında elbette şöyle ciddi bir fark da olacaktı:

        Çözüm Süreci muhtemelen bitmeyebilirdi.

        Yani yüzlerce asker ve polis “şehit düşmemiş”, yüzlerce sivil ölmemiş, yüzlerce “etkisiz hale getirilen” daha çıkmamış, kentler, ilçeler yerle bir olmamıştı belki.

        O koalisyon belki Suruç’u önleyememiş olurdu ama başta Gar, Ankara katliamları, İstanbul katliamları belki önlenebilirdi.

        Daha önemlisi, belki de o koalisyon, bir yandan yolsuzlukları dikkate alırken, bir yandan da “Fetöcü örgütlenme” denenin üstüne bir yıl daha geçmeden hakikaten gitmiş olurdu.

        Tabii ki bir çoğu varsayım ama Türkiye ciddi bir mutabakat yaşamış, en azından “Çözüm-Barış Umudu”nu Suruç’ta ve hemen ardından (Şimdi “Fetöcü şüphesi” denen) Ceylanpınar’da iki polisin katledilmesiyle gömmemiş olurdu.

        Bugün “bombalanan” Meclis’in 2. ve 4. Partilerini, liderlerini, tabanını (ısrarla) Yenikapı’ya davet ederek yeni bir kapı açan Cumhurbaşkanı, o kapıyı bir yıl önce çoktan açmış olurdu.

        Yine Yenikapı bir kapıdır; CHP ve dışı çevrelerde çok eleştirilmesine rağmen, Kılıçdaroğlu’nun yaptığı da bir kapıyı açık tutmaktır.

        ***

        7 Haziran’da MHP’nin katı tutumu dışında, o kapı HDP’ye de tamamen kapalı değildi.

        Yani bir koalisyon, bir mutabakat hükümeti, içinde olmayan bir HDP’yi de Meclis’in meşru parçası olarak görecekti elbette.

        Oysa bugün “yeni kapı” HDP’ye kafadan kapalı tutuldu:

        “Terör örgütüyle ilişkileri” sebebiyle!

        Oysa bombalanan Meclis’te HDP zaten vardı ve o gece de vardı.

        “Terör örgütüyle ilişkiler” ise, Cumhurbaşkanı’nın bile “Biz bu Fetöcülere yardımcı olduk, müsamaha gösterdik” diye andığı net 8, brüt 11 yılla, halihazırda çok tartışmalı, çok sorunlu bir alan zaten.

        Ancak ortada sadece “terör örgütüyle ilişki yok”, nasıl AKP seçmen iradesinin çoğunluğuna sahipse, nasıl CHP ve MHP Yenikapı’da da öyle ise; HDP de 6 milyon kadar oyla “seçmen iradesi”nin bir parçası.

        Nasıl HDP’nin “terör örgütüyle bağlantısı” görülüyorsa… HDP’nin “seçmen iradesiyle bağlantısı” da görülmeli!

        ***

        Misal, Yenikapı’dan hemen önce Başbakan Yardımcısı Kurtulmuş HDP’yi şöyle tanımladı: “Halktan bu kadar çok oy almış, milyonlarca insanın oyunu almış… Terörle, terör örgütünün operasyonlarıyla arasında hiçbir bağ olmadığını ortaya koyamamış parti.”

        Hemen ardından ise, bir kısmı “HDP mitingi” olan “darbeye karşı demokrasiden yana” mitingleri de kastederek, “Doğu ve Güneydoğu’da meydanları dolduran Kürt kardeşlerimize teşekkür borçluyuz. Biliyorlar ki, bir askeri darbe, rengi ne olursa olsun, en büyük zararı Doğu ve Güneydoğu’ya veriyor. En az Batı’daki şehirlerimiz kadar Kürt kardeşlerimiz sokağa çıkmıştır. Bu hain darbeyi, FETÖ’cü çeteyi lanetlemiştir. Darbelere karşı olduğunu, demokrasiye sahip çıktığını çok açık şekilde ortaya koymuştur. 79 milyon bütünün bir parçası olduğunu ispat etmiştir. Kürt kardeşlerimizi bu demokrasi mücadelesinin önemli bir unsuru olarak görüyoruz. Tebrik ve teşekkür ediyoruz. Meydanlardaki varlıkları Türkiye demokrasisi için önemlidir, anlamlıdır” dedi.

        İşte bunlar mesela, “yeni bir kapı”nın açılış cümlesi olabilir; o insanların önemli bir temsilcisini kafadan dışlamazsınız!

        Çünkü Kurtulmuş’un dediği “79 milyon bütün renkleriyle Yenikapı’da” cümlesinin tercümesi de öyle bir şeydir.

        ***

        Ancak siz Yenikapı’ya “Devlet mitingi” derseniz, HDP’yi dışarıda bırakmak açıklanabilir bir şey oluyor. Ki öyle de yapılıyor.

        İyi de hangi devlet? 15 Temmuz gecesi, içinden millete, Meclis’e silah çekebilen, bomba atabilenlerin çıktığı devlet mi?

        Hani OHAL millete karşı değil, devlete karşıydı? O devlet mi? Cumhurbaşkanı’nın deyişiyle “sıfırdan inşa edilecek” devlet mi? Bunca yanlışı, yanlış kişiyi, yanlış komutan, müdür, hakim, savcı, bürokrat, polisleri de içinde barındırmış, terfi ve tayin ettirmiş, büyük sorumluluklar vermiş, icracı yapmış devlet mi?

        Yeni Türkiye’nin Yeni Kapı’sında bu devlet sıfırdan (bu da abartılı belki) Yeni Devlet olacaksa, bunun temeli millet iradesi, “tüm renkleriyle” halk, meydanlar, sokaklar, yakın tarihimize dair yeni bilgilerimiz değil mi?

        ***

        Yenikapı bir zafer kutlaması olarak mı kalacak yoksa yeni bir demokrasi anlayışına mı yol açacak?

        Bu kocaman meydan “darbeye karşı demokrasi” meydanı ise, “hangi darbe” sorusunun cevabını bildiğimiz kadar “hangi demokrasi” sorusunun cevabını biliyor muyuz? Yenikapı öyle geniş, ortak bir mutabakata da kapı açacak mı?

        Yorgun, yaralı bir ülkenin herkesi kapsayabilen bir umuda ihtiyacı var çünkü!

        MUHARREM SARIKAYA: CUMHURUN DÜĞÜNÜ VARDI

        Halkın, yani cumhurun düğünü vardı dün Türkiye’de...

        Gittikçe ayrışan, birbirine ötekileşen kitlelerin buluşmasına, barışmasına, kol kola girmesine ve bunun mutluluğunu da tüm dünyaya sergilemesine tanıklık edildi.

        Başına gelebileceklerin, gücü elinde tutan birkaç kişinin komuta zincirinden değil, kendi ruhundan çıkacağını ilan etti.

        Üzerinden uzun yıllar geçmiş olsa da darbelerin hayatını yaşanmaz kıldığı hafızasında tazeliğini koruduğu için geçmişte olduğu gibi içe büzülmedi.

        Kendini sokağa, tankın, silahın önüne attı; darbeyi başarısız kıldı.

        Türk insanının, iç dünyasındaki görünmez değişimin eserini sergiledi.

        Toplumun farklı kesimlerinden geliyor olsa da darbe karşıtlığının eylemde nasıl ortaklaşıp tekelleştiğini gösterdi.

        “Fatih’lerin kudretinin, devletlerin kuvvetinin, kitlelerin hayal güçleri üzerine kurulduğunu” bir daha anımsattı.

        Mürted’den kalkan savaş uçaklarını durdurmak hedefiyle askeri birliğin önüne gidince yaralanan 67 yaşındaki Mustafa Zorova ile Boğaziçi Köprüsü’nü kapatan askeri oradan uzaklaştırmak isterken şehit düşen 16 yaşındaki Abdullah Tayyip Olçok’u buluşturan da bu ruhtu.

        Cumhur, toplumsal öğretisinde zaten var olan Çanakkale, Afyon, Antep, Erzurum, İzmir’de defalarca sergilediği bilinci canlandırıp rejimine, yani cumhuriyetine sahip çıktı...

        Kendi yazgısını, kaderini, kendisinin belirlediği rejimini, baskıya, demokrasi dışı yönetim anlayışına yine teslim etmedi.

        ERTESİ GÜN

        Türkiye’nin dün bütün meydanlarında olduğu gibi Yenikapı’da simgeleşen bütünlüğünü fırsata çevirmek gerekiyor.

        Çünkü onları orada buluşturan ortak referans, cumhuriyet ve demokrasiye olan inançtan başka bir şey değil.

        Nasıl ki darbe girişimi kol kola girerek birlikte engellenebildiyse, onun yarattığı sorunları ve ülkenin yıllardır çözemediği problemleri de aynı yoldan çözebilmenin zemini yaratılabilmeli.

        Çünkü toplum buna hazır olduğunu günlerdir gösteriyor.

        Unutulmamalı ki toplumsal hareketlerin fırsata dönüştüğü dönemler de kolay ortaya çıkmaz.

        Yurttaşlarının ülkelerinin kaderine ortak referansta buluşarak karar verdiği ülkelere bu coğrafyada çok rastlanmaz.

        Ukrayna, Gürcistan, Mısır, Suriye’de yakın geçmişte yaşananlar da bunun en iyi örnekleridir.

        Dolayısıyla bu hareket olumlu bir şekilde kullanılmazsa, ortaya çıkan toplumsal özgüven zarar görür; hayal kırıklığına uğrar.

        O nedenle bu ivmeyi fırsata dönüştürmenin, ortak zeminde sorunlara çözüm üretmenin yolları çok daha fazla açılmalıdır.

        Burada en büyük iş, ayrışmanın en çok yaşandığı siyaset kurumuna düşüyor.

        Ayrıca unutulmamalı ki politikanın anlamı da toplumda çatışma halinde olan çıkarları uzlaştırma sanatıdır.

        Siyaset kurumu ertesi gün hesabıyla bu zemini ortak kazanca dönüştürmenin yolunu bulmalıdır.

        Eğer iktidar bu zemini bireysel fırsat, muhalefet de kişisel avantaja dönüştürmeye kalkar, ortak zeminden uzaklaşırsa, bu kez kitlelerin örgütlülükten uzak olan kendiliğinden hareketlerine tanıklık edilir.

        İşte o zaman da darbecilerin baştan planladığı arzusu gerçekleşir.

        Yakalanan bu momentum heba edilmemelidir...

        MUHSİN KIZILKAYA: YENİKAPI'NIN ARDINDAKİ HİKAYE

        Devlet Bahçeli konuşurken tuhaf bir şekilde heyecanlandığımı hissettim. Hayatım boyunca hiçbir şeyi paylaşmadığım, siyasi fikrime Tanrı Dağı kadar uzak gördüğüm Bahçeli, dün Yenikapı’da benim duyguma da tercüman oldu.

        “Dün Yenikapı’da olan neydi?” diye sorsanız, bu sorunun cevabı bu yazdıklarımın içinde gizlidir sanırım.

        15 Temmuz beni Devlet Bahçeli’ye bile yaklaştırdı. Diğerlerini saymıyorum zaten... Bu sadece benim duygum değildi. Vakti zamanında aynı mahallede laf tokuşturduğum, ama daha sonra birbirimize uzak kaldığımız bir sürü eski arkadaşıma orada rastladım.

        Başka zamanda sokakta karşılaşsak belki de birbirimize ters bakacağımız o eski arkadaşlarımla dün Yenikapı mitinginde kucaklaştım.

        Hepsinin yüzü aynı hikâyeyi anlatıyor, hepsi aynı bayrağın gölgesi altında serinlemeye çalışıyordu.

        Herkes herkese, biz birbirimize “Ne yaptık be arkadaş?” demek istiyorduk sanki.

        Aslında biz birbirimize değil; hepimiz dün Yenikapı’da bizleri hakir görenlere, bizi beceriksiz görenlere, bizi küçük, kendilerini hamimiz görenlere bir şey gösterdik.

        Sizin dünyanız eyvallah da biz de bir dünya kurabiliriz.

        Biz birbirimizin kalbini kırdık. Biz kelimeleri mermi yapıp birbirimize fırlattık.

        Biz birbirimizin canını yaktık.

        Dün Yenikapı’da hepimiz bir diğerimizin önüne yeni bir kapı açtık.

        Ben kendi adıma, siyasi sebeplerden dolayı kalbini kırdığım herkesten özür diliyor, beni bağışlamalarını istiyorum.

        Zira ben kalbimi kıran herkesi affettim bile.

        Yarından itibaren Yenikapı’da açılan “yeni kapı”dan hepimiz geçeceğiz. Yenikapı’nın ardında bir yeni “büyük hikâye” bizi bekliyor şimdi.

        ÖZCAN TİKİT: YENİKAPI YENİ TÜRKİYE

        Henüz devrimin üzerinden birkaç ay geçmişti; ama gel gör ki bu kısa süre de Tunusluların rehavete kapılıp meydanlardan el etek çekmesine yetmişti.

        Devrik Bin Ali diktasının artıkları da bu rehaveti fırsat bilmişlerdi. Yeniden cesaretle konuşmaya başlamış, tehditler savuruyorlardı. Tunus’un devrimden önce çok daha özgür ve de zengin olduğuna dair safsataları ince ince işliyorlardı zihinlere. Apaçık bir algı operasyonu yürütülüyor, devrimin tüm kazanımlarını hiç edecek bir askeri darbenin zemin taşları döşeniyordu.

        Devrim sonrası kurulan geçici yönetim tek başınaydı ve darbeye giden süreci kesmekte güçlük çekiyordu. Medya desen, ekseriyeti halen eski zihniyetin elindeydi ve darbeye yardım, yataklık derdindeydi.

        Geçici yönetim bir çare arıyordu ve ne mutlu ki aranan sihirli formül de bir reklam ajansının yardımıyla bulundu.

        Belki de hiç vakit kalmamıştı. Bunun için bir gece yarısı aniden düğmeye basıldı. Tunus uykudayken başkentin belli başlı sokak ve caddeleri Bin Ali Tunus’u yeniden ele geçirmiş gibi donatıldı. Bir binanın ön cephesine de kocaman bir Bin Ali portresi asıldı.

        Güne tam bir şok haliyle başladı Tunus. Çok geçmeden caddeler, sokaklar ve sosyal medya, üzerindeki rehaveti atmaya başlayan devrimci Tunus’un isyan çığlığıyla sarsılmaya başladı.

        Halk demokrasiyi savunmak, tanklara dur demek için adeta sel oldu caddelere aktı. Sonra mı? Çok geçmeden her şeyin Tunusluları rehavetten kurtarmaya yönelik bir kampanyanın parçası olduğu anlaşıldı. Ama aradan geçen bir saat bile yetti milletin değerini anlayıp devrime yeniden dört elle sarılmasına. Çünkü Tunus’taki milyonlar için Bin Ali demek zulüm, katliam, baskı ve işkence demekti. Halkın bu taze maziyi hatırlaması algı operasyonunu çökertmeye yetti.

        Gelelim bu hikâyeyi neden anlattığıma. Tunus için devrim neyse, Fransa için Bastille neyse, Türkiye için de 15 Temmuz odur ey ahali! Tunus için Bin Ali neyi ifade ediyorsa, FETÖ lideri Fethullah Gülen de Türkiye için artık onu ifade ediyor ey sevgili okur!

        Artık 15 Temmuz dendiğinde zihinlerde tankların köprü kapattığı, masum halkın havadan helikopter ve uçaklarla bombalandığı karanlık saatler gelecek ferasetli gözlerin önüne. Tankların, ağzına mermi sürülmüş namluların önüne kahramanca dikilen şehit ve gaziler de daima minnetle anılacak. O gece darbeci generali alnının çatından vurarak tarihin akışını değiştiren Ömer Halisdemir ve şehadet şerbetini içen tüm asker ve polisler bu halkın gönül gözünde her geçen gün biraz daha kahramanlaşacak. Türkiye halkı o gece Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın milli iradeyi savunmak için sergilediği eşsiz önderliğini asla unutmayacak ve o vakur ama kararlı duruşunu da hep gururla anacak.

        O gece Türkiye’nin muhalefeti ve iktidarıyla, halel getirilmek istenen özgürlüğüne, şerefine ve işgal edilmek istenen vatanına sahip çıktığı şanlı, nadide bir gece olarak geçecek şu dünyanın aymazlıklarla dolu tarihine. Umudumuz, yeni Türkiye’nin 15 Temmuz ruhuyla kazanılan özgürlüğün üzerine el ele verilerek bina edilmesi olacak.

        Bugünün Türkiye’sinde yaşayanlar nasıl ki Çanakkale’yi savunan yiğitleri, İstanbul’u fetihle ihya eden aslanları unutmadıysa, gelecekte bu topraklarda yeşerecek nesiller de 15 Temmuz’da bu ülkenin bayraktarı olduğu “medeniyetin yüce şuuruna” adını altın harflerle yazdıran özgürlük sevdalısı dedelerini ve ninelerini daima dualarla anacak.

        Yenikapı’da dün yapılan mitinge gelince... O miting bu milletin her renginin demokrasi ve milli irade aşkının etrafında kenetlendiği, bir ay öncesine kadar gerçekleşmesi hayal bile edilemeyecek vahdetin ilk tohumlarının toprağa düştüğü gün olarak geçecek tarihe. El ele vermeye devam edersek yeni Türkiye’nin güneşi Yenikapı’dan doğmuş olacak.

        Rehavete kapıldığımız anlar da olacak. Ama o anlarda da birileri millete 15 Temmuz ihanetini hatırlatacak. Ufacık bir hatırlatma tüm hain oyunları bozmamıza yetecek. Zaten hainler ve zalimler de artık bu hatırlatmanın korkusuyla yaşamak zorunda olacak.

        NİHAL BENGİSU KARACA: MİLLİ BİRLİĞE DOĞRU

        Bir milleti millet yapan nedir?

        Aynı ırka mensup olmak mı? Aynı dine inanmak mı? Aynı dili konuşmak mı? Aynı coğrafyada yaşamak mı? Tek bir kültür dairesine mensup olmak mı?

        Türkiye gibi bir ülkeyi, imparatorluktan arda kalan topraklarda 72 çeşit insan çeşitliliğinden tek bir millet, tek bir ulus çıkaran nedir?

        Osmanlı dağılırken, onca travmanın ardından geride kalan topluluklar, millet olabilmeleri için gereken referansı nereden elde etmişlerdi?

        Elbette, Milli Mücadele’den. Kurtuluş Savaşı’ndan.

        Emperyalist güçlere, düveli muazzamaya, sömürgecilere karşı verilen İstiklal Savaşı, Türkiye’nin her rengini ve kimliğini harmanlayarak dağılan Osmanlı’dan zillete boyun eğmeyen bir millet çıkardı.

        7 Ağustos’ta hem muhalefet partileri hem iktidar partisi, 15 Temmuz’da verilen savaşın bugünün istiklal mücadelesi olduğu idrakiyle o meydana gitti.

        Önce daveti kabul etmek istemeyen Kemal Kılıçdaroğlu bile; 15 Temmuz’da püskürtülen darbenin aynı zamanda bir milletin zaferine tekabül ettiğini ve tehlikenin geçmediğini sonradan düşünmüş olsa gerek.

        Bir vatandaş olarak hem Kılıçdaroğlu’nun hem de Bahçeli’nin Demokrasi ve Şehitler Mitingi’ne katılımından olağanüstü mutluluk duyduğumu belirtmeliyim. Bahçeli, edebi kıvamı ve anti emperyalist içeriği ile hafızalara kazınması gereken bir konuşma yaptı. Kılıçdaroğlu, CHP’nin darbe karşıtı Taksim mitinginde sarf etmediği “FETÖ” ifadesi üzerinden eleştirilmişti; bu kez o hatayı yapmadı. Hatta “Eğer bir hâkim vicdanıyla değil, Pennsylvania’dan aldığı talimatla karar veriyorsa o hâkim hâkim değildir. Hepimiz bu konu üzerine titremeliyiz. Yargının bağımsızlığı konusunda iktidar ve muhalefetin görüş birliği içinde hareket etmesi memnuniyet vericidir” bile dedi.

        Başbakan Binali Yıldırım’ın Necip Fazıl’dan Nâzım Hikmet’e uzanan şiir skalası, başlı başına müthişti.

        Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Gazi Mustafa Kemal’den yaptığı alıntıyla “Ey millet, sen esaret ve zillet kabul eder misin?” diye sorması ve meydanın “Hayır” sesiyle çınlaması muhteşemdi.

        Her parti ve tabanı, yekdiğerinin içinde erimeden, mesafesini koruyarak ve kendisi kalarak ‘birlik’ temasına yaraşır olgunlukta davrandı.

        ***

        7 Ağustos mitingi ile yeni bir kapıdan geçiyoruz, Erdoğan söyledi: Devlet yeniden inşa edilecek.

        - Alınan dersler var, hiç kuşkusuz kamu yönetimi ve personel rejimi yeni bazı kriterlere ihtiyaç gösteriyor.

        - Alnı secdeye değen herkes vatanına sadık olmayabiliyormuş, bu anlaşıldı, kuşku yok.

        - 15 Temmuz gecesi meyhaneden çıkıp tankların önüne atlayanlar oldu; alkol vatan aşkına engel değil, bak. Yaşam tarzından dolayı rencide edilmiş olanların hakkı teslim edilmeli.

        - Laiklik hep önemliydi, hâlâ önemli. Kuşku yok.

        - Demokrasi için, önce meritokrasiye geçmeliyiz. Kamu yönetimi, bilgi ve yeteneği ile öne çıkanların ‘ahlak’lı olanları tarafından yürütülmeli. Buna da kuşku yok. Amaaaa...

        “FETÖ İslam devleti kurmak istiyordu, o yüzden darbe yapmaya kalktı, laikliğin önemi anlaşıldı. Herkes laik olsun” teranelerine gömülmeye mahal olmadığına da kuşku yok.

        Çünkü FETÖ İslamı kullansa da motivasyonu İslam olan bir örgüt değildi. Darbeyi yaparken istedikleri ülkeyi yönetmekten yani dünyevi bir iktidar hevesinden ötesi değildi. Üst akıl ile anlaşıp ülkeyi oyuncak edeceklerdi.

        Darbeye zemin oluşturmak için yaptıkları en önemli etkinliğin Erdoğan’ın Müslümanlığını Batı’ya şikâyet etmek olduğunu da unutmayalım. En önemli propaganda savaşçılarının İsrail yanlısı paylaşımlarını, “Bizim kavgamız İslamcılarla” dediklerini de. Bu mu İslamcı örgüt?

        Unutmayın: Sokağa çıkan, tekbir sesleriyle darbecilerin üzerine yürüyenler ‘Gülen din devleti kurmak istiyor yetişin, laikliği koruyalım’ diye ölmediler. Ne zaman darbe olsa topraklarına hükümferma olanın merhametsizlik, adaletsizlik ve ‘gavurluk’ olduğunu tecrübe ettikleri için öldüler. İkiyüzlülüğe karşı, dini duyguları istismar ederek ülkeyi işgale açık hale getiren bir münafıklık kanserine müsaade etmemek için öldüler. İnançlarını özgürce yaşama fırsatını yitirmemek için, nihayet adam yerine konuldukları ‘eşit vatandaş’ iklimini korumak için öldüler.

        Bir olacağız, evet. Millet olacağız, evet. Vatanı beraber koruyacağız, evet. Ama birbirimize karşı dürüst olmayı elden bırakırsak şehitlere saygısızlık en küçük sorunumuz olur.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ