Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Güvenlik çözüm süreci kapsamında mit ile öcalan arasındaki görüşmeler, bdp'li heyetin imralı ziyareti

        MİT ve İmralı arasındaki görüşmeler ciddi ciddi iyi gidiyor. BDP'li heyetin İmralı ziyaretinin ardından oluşan hava da gayet olumlu. Fakat bugün daha farklı bir şeyden bahsedeceğim.

        Hatırlarsınız, devletin İmralı'yla yaptığı görüşmelerin devam edip etmeyeceğinin bile bilinmediği günlerde ihtiyatlı iyimserlik diye bir tabir kullanılmıştı. Bundan mülhem ben de tedbirli kötümserlik diye bir tabir uydurmuş, kendimi de bu kategoriye koymuştum.

        Kötümserliğimin nedeni Kürtler ya da Türkler değildi. Elbette iki tarafın da endişeleri olacaktı, görüşmeler iki tarafı da kısmen hayal kırıklığına uğratabilirdi ama bunlar aşılamayacak sorunlar da değildi.

        Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ve genel seçimlerin görece sulh ortamında gerçekleşmesi için atılacak palyatif adımların ve aslında çözüm olmayan girişimlerin çözümmüş gibi lanse edilmesinden endişe ediyordum. Ama Kürt meselesiyle ilgili gayet radikal adımlar atmış bir hükümete samimiyetsizlik hamletmek mümkün olmadığı için kaygılarımın asıl sebebi hükümet değildi. Oslo sürecinde masayı devirmiş olan bir örgüte ne kadar güvenilebilirse, o nispette güven duyulabilirdi İmralı'ya ya da Kandil'e de. Öyle de yaptık, ancak inanır mısınız, kötümserliğimin nedeni sadece örgüt de değildi.

        Kötümserdim, çünkü"Kürt meselesi" çok büyük bir fabrika.

        Hatta dev bir sektör.

        Hammaddesiyle, tedarikçisiyle, taşeronuyla, üretim araçları ve hedef kitlesiyle, avukatları ve muhasebecisiyle, işçisi ve hamalıyla, patron ve ikinci adamlarıyla, ithalat ve ihracatıyla, tercümanları, broşürleri ve reklam ağıyla çok büyük bir kesimi"doyuruyor".

        Kürt sorunu çözülüverirse hangi alanda faaliyet yapacağını bilemeyip bocalayacak pek çok "sivil toplum örgütü" de var; şahsen kitlelerle yüz yüze olan ve toplumun karşısına itibarları, inandırıcılıkları, demokratlıkları, donanımları, bu ülke için iyi olanı arzu etme muratlarıyla çıkan nice kalem/kanaat sahibi de bu sektörün bileşenleri arasında.

        Meseleye Türk milliyetçiliği tarafından bakan ve son günlerde"Türklerin hassasiyetini kaşımakla"suçlananErtuğrul Özkök'e vurmak kolay. Çünkü geçmişte kötü bir sınav kâğıdı verdi. Günahı çok. Ayrıca biliniyor ki Özkök'ün"Hedef gösterildim"diye veryansın etme gibi bir teamülü de yok. Önüne gelen o tarafa vuruyor o yüzden. Tersi sorun değilmiş gibi. Sahi, Kürt hassasiyetini kaşımak mühim değil mi?Kürtlerin hassasiyetine duyduğu samimi ilgiyi, mesleğe dönüştürüp işi "kaşımaya" vardırmış olanın yaptığı da sorunlu bir tutum değil midirdiye soruyorum?

        Oysakâh iktidara muhalefet etmekten ileri gelen soylu bir imaj, kâh AB platformlarıyla kurulan iyi ilişkiler ve kimi zamanda kimlerin "parlak bir demokrat", kimlerin "değil" olduğuna karar verme yetisini dahi kapsayan "aydın simsarlığı"nın verdiği nüfuzla hareket edenbir grup daha var ki, "Kürtler süreçten o kadar memnun değil" kararını vermekte dikkat çekici bir erkencilik sergiliyorlar.

        Düne kadarhükümetin hemen her bölgesel politikasına"Sen önce Kürt meseleni çöz"takozunu koyuyorlardı.Şimdi "Bu işler uzun uzun tartışmayı gerektirir, öyle aceleye getirilmez"demeye duruyorlar.

        Düne kadar"Ben bu işi Kürt kardeşimle çözerim" diyen Başbakan'a, "Kürt halkının somutlaşmış iradesi İmralı'dadır, çözüm için İmralı'yla görüşmek şarttır"diyorlardı.Başbakan"devlet" adını verdiği bir iradenin Öcalan ile muhatap olmasına karar vererekbir çözüm iradesi ortaya koyunca ağız değiştirdiler "Ama sadece İmralı'yla olur mu, halka da sorun" diyorlar.

        Düne kadar hükümeti, BDP'yi muhatap almamakla eleştiriyorlardı-oysa BDP bizi değil, İmralı'ya muhatap al diyordu-şimdi BDP ile hükümet arasında kısmi bir uzlaşma olmasından bile endişe eder hale geldiler.Yakın zamana kadar BDP'siz tutum belirleyen hükümete her tür ağır ithamı layık gören bir yazar, hükümet ve BDP'nin bazı anayasa maddeleri üzerinde uzlaşma ihtimali belirince"Barışın bedeli demokrasi olmasın"diyebildi.

        Bir de tutturmuşlar"Acele işe şeytan karışır"...

        Oysa bu şartlarda doğru olan şu sözdür:"Hayırlı işlerde acele ediniz."

        Aman dikkat... Demokrasiyi "meslek" haline getirmiş olanların gönlü olsun diye bakarsak, barış imkânını bir kez daha yitiririz.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ