Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem türkiye'nin cumhurbaşkanları, mustafa kemal atatürk, ismet inönü, süleyman demirel, cumhurbaşkanlığı seçimleri, tbmm kuruluşu, cumhuriyetin ilanı, türkiye, cumhurbaşkanı adayları

        Muhsin KIZILKAYA / HT GAZETE - YAZI DİZİSİ

        NECİP Fazıl Kısakürek, bir şiirinde Süleyman Demirel'i şöyle anlatıyor:

        "Sen gül diyarının yapma gülüsün

        Aynı yapmacıkla Çoban Sülü'sün!

        Yoktur izlediğin bir dava yolu

        Bir bu yan, bir şu yan büküntülüsün!"

        Tam 40 yıldan beri siyaset sahnesinde bir şekilde yer almayı becermiş olan Süleyman Demirel, Türkiye siyasetinde rüzgâra göre yelken şişirebilen nevi şahsına münhasır tek politikacıdır.

        12 Eylül'den sonra uzun bir süre siyasi yasaklı olarak kaldı ama aslında hep siyasetin içindeydi. "Çoban Sülü" olarak girdiği siyasette, yasaklı olduğu yıllarda "Bir bilen" olarak kaldı. Adının bile telaffuz edilmesine hoş bakılmayan yıllarda, yerleştiği "Güniz Sokak" bir yığın kararın alındığı, gelecek planlarının yapıldığı bir merkez oldu.

        Şapkasını alıp siyasetin dışına çıktıktan sonra, siyasi yasakların kalkmasıyla birlikte, tekrar şapkasını alıp siyaset meydanına çıktı. Ama geldiğinde köprülerin altından bir sürü su akmıştı. Eskinin kutuplaştırıcı siyaset anlayışı gitmiş, "öğrencisi" Turgut Özal, Türkiye'yi onun bıraktığı yerden alıp kanatlandırmıştı.

        1991 erken genel seçimlerinden sonra Demirel, İsmet İnönü'nün oğlu Erdal İnönü'yle birlikte bir koalisyon hükümeti kurdu. İki politikacının tek ortak noktası, "Özal karşıtlığı"ydı. Demirel, Cumhurbaşkanı Özal'ın adını telaffuz etmek yerine ona "Çankaya sakini" diyor, SHP'liler de oradaki varlığını içine sindiremeyip Özal'ın hiçbir toplantısına katılmayacaklarını söylüyorlardı.

        PKK şiddetinin ayyuka çıktığı yıllardı. Cumhurbaşkanı Özal'ın özel çabalarıyla Abdullah Öcalan kalıcı bir ateşkese zorlanırken, Demirel Diyarbakır'da meşhur "Kürt realitesini tanıyoruz" sözünü söyledi. Seçim kampanyası sırasında da, hayatı boyunca solu düşman görmüş, kendi iktidarları döneminde karakollardaki işkencelerde insanların ölmesine pek ses çıkarmamış bir politikacı olarak "Artık karakollar camdan olacak" demişti.

        ÖZAL'IN ÖLÜMÜ HER ŞEYİ DEĞİŞTİRDİ

        17 Nisan 1993'te Cumhurbaşkanı Özal'ın ani ölümü siyasette bütün kartların yeniden karılmasına sebep oldu.

        Özal hastanede ölümle pençeleşirken, Demirel, Aydın'da bir konuşma yapıyordu. Demirel konuşmasını yapıp kürsüden indiğinde Özal can vermişti, haberi o sırada ona ulaştırdılar; Demirel donup kaldı.

        Herkesin aklına gelen soru onun da aklına geldi.

        Acaba Özal'ın ölümü, doğal bir ölüm müydü?

        Bu soru kamuoyunu meşgul ederken, ortaya çeşitli iddialar atıldı. Özal'a Çankaya'da ilk müdahaleyi yetkili bir doktorun değil, bir askerin yaptığı söylendi. Her daim Çankaya'da hazır bekleyen ambulans ortada yoktu, onun yerine gerekli teçhizattan yoksun bir araçla hastaneye götürülmüştü. Çankaya'ya yakın en az üç tam teşekküllü hastane varken, Köşk'e yaklaşık 11 km uzaktaki Gülhane Askeri Tıp Akademisi'nin (GATA) tercih edilmesi akıllarda büyük soru işaretlerine yol açtı. Bu ihmaller hızlıca araştırıldı, ilk gelen raporlar Özal'ın kalp krizinden öldüğünü gösteriyordu.

        'KİM CUMHURBAŞKANI OLACAK?'

        "Devlette devamlılık esastır" klişesi burada da devreye girdi. Aynı soru tekrar gündeme geldi: "Özal'dan sonra kim Cumhurbaşkanı olacak?"

        Demirel'in hem aklını hem gönlünü kurcalayan bu sorunun cevabı, devletin geniş kesimi için belliydi. Yaklaşık 30 yıllık siyaset tecrübesiyle Demirel akla gelen ilk isimdi. "Süleyman hep Başbakan" şarkısını doğrulayacak şekilde 10 yılı aşkın süre Başbakanlık görevinde bulunmuştu. Devleti, orduyu, halkı iyi tanıyordu. Rüzgâr nereden eserse yönünü oraya döndürmede mahirdi. Kurt bir politikacıydı, nice badireler atlatmıştı. Askeri darbeler görmüş, inmiş çıkmış ama her defasında ayakta kalmayı başarmıştı.

        Askerler Özal'dan pek haz etmiyordu. Özal'ın da onlara bayıldığı söylenemezdi. Vesayet rejiminin esaslarıyla oynamıştı Özal, Çankaya'daki o "monşer" görünümü bozmuştu. Eşi Semra Özal Köşk'ün kapılarını magazin figürlerine, şarkıcılara açmış, kendisi de otomobil kullanırken "Semra, koy bir kaset de neşemizi bulalım" diyerek devletin o katı, soğuk, şakaya gelmez, arabesk müzik dinlemez, halka içine karışmaz yüzünü, biraz tahammüle, biraz hoşgörüye, az buçuk arabeske, çokça hayata açmıştı.

        SOLCU DÜŞMANI GÖRÜLÜYORDU

        Demirel, "Şayet 9. Cumhurbaşkanlığı görevi bana verilirse, herkes şundan emin olmalıdır ki, Türkiye'nin Anayasa çizgisinden çıkmayacak bir Cumhurbaşkanı olacaktır" diyerek gerekli yerlere ilk mesajı verdi; Ordu, TİSK ve TÜSİAD onun yanındaydı. Bu durumda Demirel'in önündeki tek engel, Meclis'te bir "Köşk koalisyonu" sağlamaktı, çünkü kendi partisinin oyları Çankaya'ya çıkmasına yetmiyordu.

        Demirel'in partisi DYP, 1991 genel seçimlerinden yüzde 27 oy ve 178 sandalyeyle galip çıkmış ve üçüncü parti olan Erdal İnönü'nün SHP'siyle koalisyon hükümeti kurmuştu. Bu durumda, SHP'nin vereceği destek çok kritikti. İnönü, açıkça Demirel'i desteklediğini açıkladı. Kendi partisinde bu desteği içine sindiremeyenler vardı, "Demirel'i Köşk'e taşıyan parti" olarak tarihe geçmek istemiyorlardı. Çünkü Demirel, solcuların gözünde Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının asılması için yoğun çaba gösteren azılı bir solcu düşmanı, bütün kötülüklerin kaynağıydı.

        'İÇİME SİNDİREMEDİM'

        Erdal İnönü aday olsa ANAP, MHP ve RP'nin desteğiyle rahatlıkla Çankaya'ya çıkabilirdi. Ama istemedi. Yıllar sonra Can Dündar İnönü'ye neden aday olmadığını sordu. O da "Refah Partisi'nin desteğiyle Çankaya'ya çıkmayı içime sindiremedim" dedi. ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz "Başka ortak aday bulalım" çağrısını yaptı ancak bu da karşılıksız kaldı. Tam bu sırada RP Lideri Necmettin Erbakan, can alıcı soruyu sordu: "Demirel'in kendi ifadesiyle, Özal Çankaya'yı gasp ediyordu. Özal bunu yaparken 263 oya sahipti. Şimdi Demirel'in kaç oyu var?"

        Özal'ı ülkenin yüzde 85'inin istemediği birisi olarak eleştirmiş olan Demirel'in, kendi oyu da yüzde 20'ler civarındaydı. Demirel'in her soruya bir cevabı vardı, bu soruya da cevap olsun diye hemen akla yakın bir formül üretti. Yaptığı mitinglerde, anketlere göre, partisinin oylarının yüzde 42 civarında olduğunu söylüyordu.

        Doğru değildi elbette, ancak alternatifi yoktu.

        Demirel'in karşısına Cumhurbaşkanı adayı olarak, ANAP Kamran İnan'ı, Refah Partisi Lütfi Doğan'ı, CHP de İsmail Cem'i çıkardı.

        8 Mayıs 1993 günü ilk tur yapıldı. 450 sandalyeden oluşan Meclis'ten 422 milletvekili oylamaya katıldı. Üçte iki çoğunluğu sağlamak imkânsız olduğundan, üçüncü turdaki 226 oy sınırı beklenecekti. İlk turda, Demirel'e 234 oy çıktı. Kamran İnan ise 95'te kaldı. 16 Mayıs 1993 günü yapılan üçüncü turda, Demirel 244 oy alarak 9'uncu Cumhurbaşkanı seçildi.

        Demirel, bu kez "şapkasını alarak" Çankaya'ya gitti.

        KAPANIŞI NAZIM'LA YAPTI

        Cumhurbaşkanı olduktan sonra kendisine sorulan ilk soru şu oldu: "Özal'dan daha az oy aldınız, bu konuda ne diyeceksiniz?"

        Demirel'in cevabı hazırdı: "263 oyla seçilen birinci sınıf Cumhurbaşkanı, 244 oyla seçilen ikinci sınıf Cumhurbaşkanı diye düşünürseniz bu yanlıştır. Anayasa'daki hükümler çerçevesinde seçilen herkes Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı'dır."

        1970'li yıllarda özellikle benzin sıkıntısının çekildiği dönemde "neden benzin bulamıyoruz?" sorusuna, "Benzin vardı da biz mi içtik" cevabını vermiş bir politikacının siyasi literatüre armağan ettiği en ünlü laflarından birisi de "Dün dündür, bugün de bugün"dü. Durumlara göre tavır almada mahir olan Demirel'in bu tavrı, Çankaya'daki tutumu için de geçerli olacaktı.

        19 Şubat 1968'de Meclis kürsüsünde Nazım Hikmet'e ‘büyük vatan şairi' diyen TİP milletvekili Çetin Altan'ı "Meclis'i tahrik etmekle" suçlayıp üzerine milletvekillerini süren Süleyman Demirel, Cumhurbaşkanlığı'nın son günlerinde bir toplantı açılışında Nazım Hikmet'in "Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür / Ve bir orman gibi kardeşçesine" dizelerini okuyarak kendi tarihinde yepyeni bir sayfa açtı.

        Süleyman Demirel, 28 Şubat 1997'de Refah-Yol Hükümeti'ne karşı yapılan ve tarihe "post-modern" darbe olarak geçen darbenin gerçeğe dönüştürülmesinde önemli bir rol oynadı. Her ne kadar "Askerin kışlasından çıkmasına izin vermedim" gibi bir savunma yapsa da, Türkiye'de meşru siyasetin bir kez daha yara almasına müsaade ettiği bir gerçekti. Hatta TSK İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesini kastederek, "Müdahale istemeyen yasayı değiştirseydi" dedi ve darbenin yükünü bile sivillere yükledi. Hâlbuki 12 Eylül'de ordunun bu maddeye dayanarak müdahale yapmasına karşı, "Silahlı Kuvvetler millet iradesinin üstünde değil, millet iradesinin emrindedir" diyen de kendisiydi.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ