Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem türkiye'nin cumhurbaşkanları, mustafa kemal atatürk, ismet inönü, ahmet necdet sezer, cumhurbaşkanlığı seçimleri, tbmm kuruluşu, cumhuriyetin ilanı, türkiye, cumhurbaşkanı adayları

        Muhsin KIZILKAYA / HT GAZETE - YAZI DİZİSİ

        28 Şubat post-modern darbesini yapan askerler, 28 Şubat'ın "bin yıl" süreceğini hesap etmişlerdi. Aradan 3 yıl geçtiği halde, 2000'li yılların başında bile hala 28 şubatçıların borusu ötüyordu. Diyarbakır Cezaevi'nde yatmakta olan Şemdin Sakık'ın ifadelerinin arasına sevmedikleri Mehmet Ali Birand, Cengiz Çandar gibi gazetecilerin isimlerini monte ettirmiş, bir yığın yazarı ve gazeteciyi andıçlamış, İnsan Hakları Derneği Genel Başkanı Akın Birdal'ın vurulmasına sebep olmuş, istemedikleri genel yayın yönetmenini gazetenin başından alıp, istedikleri köşe yazarını susturup, istediklerine yazı yazdırıyorlardı.

        ÇEVİK BİR'İN ÇANKAYA HAYALİ

        Bu dönemin en anlı şanlı komutanlarından birisi de Orgeneral Çevik Bir'di. 28 Şubat sonrasında Çevik Bir de Genelkurmay başkan olmak istemiş ancak bu emeline ulaşmadan emekli edilmişti. "Madem Genelkurmay başkanı olamadım, o halde ben de Cumhurbaşkanı olurum" demişti. Apoletlerinin verdiği gücün etrafında pervane olanlar da kendisini bu fikre iyice inandırmışlardı. Ne de olsa darbe dönemleri sonrasında bir askerin Çankaya'ya çıkması, eski bir Türk siyaset geleneğiydi.

        Demirel'in Çankaya'daki görev süresinin bitmesine henüz 6 ay varken Çevik Bir, bu makama talip olduğunu Rumelili İş Adamları Derneği'nin bir televizyon kanalında canlı yayınlanan toplantısında çok acemice açıklayarak daha önce başlayan "Demirel sonrası Cumhurbaşkanı kim olacak?" tartışmasının da alevlenmesine sebep oldu.

        Sahi o toplantı bir televizyon kanalında neden canlı yayınlanıyordu? Dönemin bütün meşhur gazetecileri orada ne arıyordu? Bu sorular bugün bile cevaplanmış değil.

        GAZETECİNİN KIZDIRAN SORUSU

        Neyse, Çevik Bir yine de umutluydu. Darbe sürecinde "kodumu mu oturtan" tavrının onu Çankaya'ya taşıyacağına sanki emindi. Fakat bu umudu yalnızca 15 dakika sürdü.

        Soru cevap faslına geçince, dönemin ünlü televizyon programcılarından birisi olan Murat Birsel "Efendim Başkan olursanız ilk 100 gün içinde yapacağınız en önemli icraat nedir?" sorusunu sordu. Azametli paşa bu soruyu beklemiyordu, güreş minderine kendisi erken davet edilmişti; hiddetlendi ve herkesin gözü önünde Birsel'i adeta azarladı. Suratlar asılmıştı. Bir, sinirlerine hakim olamamıştı. Yayın sonrasında gidip Birsel'i yanaklarından öptü ve özür diledi, dalga geçtiğini sandığını söyledi ama olmadı. Bir'in sertliğinin altını doldurabilecek apoletleri artık yoktu.

        KIVRIKOĞLU, ÇEVİK BİR'E NE DEDİ?

        Bundan sonra Çevik Bir gazetecilerin eleştirilerine hedef oldu, 2 yıl önce gazetecileri karşısına bitişik nizamda dizdiren Çevik Paşa, şimdi onlardan adeta dayak yiyordu. Ve son darbeyi de silah arkadaşlarından yedi. Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu, bir toplantıda Çevik Bir için "Açıklamasının ne yeri, ne zamanı, ne de şahısları doğruydu" dedi ve ordunun Bir'in arkasında olmadığını resmen açıklamış oldu. Bir'in Çankaya hayalleri böylece suya düştü.

        ECEVİT'İN DEMİREL FORMÜLÜ

        Ecevit'in başbakanlığında DSP, ANAP, MHP koalisyonu iş başındaydı. Başbakan Bülent Ecevit, 6 Ocak 2000'de Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili şu fikri ortaya attı: "Türkiye'de bir istikrar dönemi yaşıyoruz. Sayın Demirel'in Cumhurbaşkanlığı süresi eğer bir dönem daha uzatılabilirse bu istikrarın güçlenerek devam edebileceği kanısındayım."

        Ecevit'in ağzından "istikrar" gibi büyülü bir kelime çıkmıştı. Bu fikir koalisyonun büyük ortağı MHP ve Meclis'in çoğunluğu tarafından hemen destek gördü. Ancak ürettiği gerekçe medyayı ikiye böldü: Bazıları, istikrarın nasıl bozulacağına dair listeler yayınlıyor, diğerleri ise Ecevit'in bu formülü neden istediğine dair senaryolar üretiyordu.

        MESUT YILMAZ FAKTÖRÜ

        Asker de Demirel'i istiyordu. Ne de olsa, askerin bir dediğini iki etmiyordu. Fakat bunun tek bir yolu vardı, Anayasa'nın ilgili maddesini değiştirmek... Verilen desteğin büyüklüğüne bakıldığında bunu yapmak da kolaydı. Ancak hiç beklenmedik, hem de en içeriden bir engel, işin bu kadar kolay olmadığını gösterecekti.

        7 Mart günü, DSP, MHP, ANAP ve DYP'den 406 milletvekilinin imzasıyla önerge Anayasa Komisyonu'na gönderildi. Ancak Fazilet Partisi Lideri Recai Kutan, "Nasıl olur da ülkenin istikrarı tek bir kişiye bağlanabilir" diyerek ortaya bir kılçık attı.

        Bir de Mesut Yılmaz faktörü vardı. Onun da gönlünde Çankaya aslanı yatıyordu. Demirel'i saf dışı bırakırsa emeline ulaşabilirdi. Ne de olsa Bahçeli, Avrupa Birliği karşıtlığından ötürü Cumhurbaşkanı olmak istemeyecek, Ecevit, üniversite mezunu olmadığı zaten olamaz. Kutan ve Çiller, 28 Şubat'ın mağdurlarıydı, geriye kendisi kalıyordu. Aday olduğu taktirde en kötü ihtimalle dördüncü turda Meclis kendisini seçmek zorunda kalacak, yoksa Meclis feshedilecek ve yeni bir siyasi kriz ortaya çıkacaktı.

        DEMİREL GÜNİZ SOKAK'A DÖNÜYOR

        29 Mart'ta Anayasa değişikliği önergesi Meclis'e geldi. Öneri sahipleri kendilerinden emindi. Ne olsa 406 milletvekilinin imzası vardı. Ancak koalisyon ortaklarının hesapları Meclis'te çarşıya uymadı. Önergenin geçmesi için 330 oy yeterliydi ancak bu sayıda milletvekili yasaya "Evet" demedi. Ecevit ve Bahçeli çok sinirlendi. Durmak politikacıya yakışmaz, Ecevit bütün bir 70'li yıllar boyunca didiştiği azılı rakibi Demirel'i tekrar Cumhurbaşkanı yapmaya kararlıydı. Ancak bu kez önergeye "bonus" niyetine yeni şeyler eklenmişti; Fazilet Partisi'nin oylarını almak için parti kapatmaları zorlaştıran bir madde ile milletvekillerine bazı "kıyaklar" yeni yasa önerisinde yer almıştı.

        3 Nisan'da yapılan oylamada, yine sonuç alınamadı. Ecevit istediğini yapamamış, Demirel'i 7 yıl daha Çankaya'da tutmayı başaramamıştı. Demirel'e kalan da Çankaya'dan inip Güniz Sokak'taki evine yerleşmek oldu.

        'ASKER BU SEÇİMİN DE İÇİNDEDİR'

        26 Nisan'a kadar bir aday bulmak gerekiyordu. Ecevit, 10 Nisan'da Meclis'ten bir isim üzerinde uzlaşmak üzere koalisyon ortaklarına çağrı yaptı. Zaman daralıyordu, Ecevit Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yine bir devlet krizi haline gelmesini engellemeye çalışıyordu. Aksi takdirde olayların ne kadar büyüyebileceğini en iyi kendisi biliyordu.

        Kriz olur da asker susar mı? Asker uyumaz, asker üşümez, asker bir siyasi krizde de hiç susmaz. Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkloğlu, "ciddi, dürüst ve şaibesiz" bir Cumhurbaşkanı istediklerini sağır sultana bile duyurdu. Kıvrıkoğlu bir isim işaret etmeyince, medya leşkerleri, "asker siyasete karışmak istemiyor, onun için isim telaffuz etmiyor" gibi birbirinden özgün dahiyane yorumları köşelerinde dillendirmişlerdi ki 3 gün sonra Kıvrıkoğlu tekrar ayarı verdi: "Türkiye siyasetini ilgilendiren her meselede olduğu gibi asker, elbette ki bu seçimin de içindedir."

        BAHÇELİ-YILMAZ KAVGASI

        22 Nisan'da koalisyon ortakları bir araya geldi. Kriz gittikçe büyüyordu. Mesut Yılmaz hala umut içindeydi. Ancak Devlet Bahçeli onun umudunu kırdı, aralarında sert bir tartışma yaşandı, Yılmaz toplantıyı terk etti. Krizi yatıştırmak da Ecevit'e düştü. Ne de olsa en kıdemlileri oydu ve bu işin şakasının olmadığını yaşadıkça görmüştü. Seçime sadece 3 gün kalmıştı. Ecevit daha önce ağzını aradığını ama ismini bir sır gibi sakladığı acil eylem planını devreye soktu. Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer neden olmasın?

        Gerçekten de neden olmasın. Sanki sihirli isim oydu ve kimse bu isme itiraz etmedi. Nisan 1999'de ünlü bir konuşma yapmış ve o günden beri herkesin gönlünde taht kurmuştu. O tarihi konuşmasında şunları söylemişti Sezer: "Düşünce özgürlüğü demokrasinin temeli ve ayrılmaz parçasıdır. Düşünce suç sayılırsa demokrasi olmaz. Eyleme dönüşmeyen düşünce açıklamaları cezalandırılamaz. Anayasa ve yasalardaki düşünce özgürlüğünü kısıtlayan hükümler, altına imza koyulan uluslararası anlaşmalar çerçevesinde değiştirilmelidir. Türkiye insan hakları alanında evrensel normlara uyum sağlamak için yasalarında gerekli değişiklikleri yapmak zorundadır. Düşünceyi açıklama özgürlüğü ile bağdaşmayan yasa kuralları değiştirilmelidir. Anayasa ve yasalar özgürlüğü engelleyen öğelerden arındırılmalı, özgürlük alanı genişletilmelidir. Düşünce özgürlüğü alanında demokratik değerlere yer verilmelidir."

        OYLAMA YAPILIRKEN, ECEVİT'E GELEN MESAJ

        O günlerde bunları söylemek her babayiğidin harcı değildi. Bu konuşma onun en sağlam referanslarından biriydi. Bahçeli ve Yılmaz hemen ikna oldular. Ama diğerlerinin de ikna olması lazımdı. Meclis oy birliğiyle Sezer'e evet demeliydi yoksa yine Kıvrıkoğlu haykırabilirdi. Çünkü askerler Sezer'den pek haz etmiyorlardı.

        Sezer, 28 Şubat sürecinde Genelkurmay'da hukukçular için verilen brifinglere katılmamıştı. Anayasa Mahkemesi Başkanlığı'na muhafazakâr olarak bilinen isimlerin oylarıyla gelmişti. Bu makamda verdiği demeçlerde özellikle demokratikleşmenin üzerinde duruyor, 28 Şubat'ın YAŞ toplantılarından çıkan kararların yargı denetimine açılması gerektiğini savunuyordu.

        25 Nisan'da galiba tarihte bir ilk gerçekleşti. Meclis'te bulunan 5 partinin lideri hep birlikte üzerinde anlaştıkları ismi açıkladılar. Her partiden 131 milletvekilinin imzasıyla Ahmet Necdet Sezer Cumhurbaşkanlığı'na aday gösterildi.

        27 Nisan'da Meclis ilk tur oylama için toplandı, ancak ilk 2 turda yeterli çoğunluk sağlanamadı. 5 Mayıs günü Meclis üçüncü tur için toplandığında, Sezer'in seçilmesine kesin gözüyle bakılıyordu. Fakat Meclis'e gelen haber kısa süreli de olsa ortalığı karıştırdı. Ordu, Sezer'i istemediğini net bir mesajla Ecevit'e bildirdi. Ecevit, böyle bir tepki beklese de, bu haberin böyle bir zamanda gelmesinden dolayı şaşkındı. Kısa süre düşündü, artık geriye dönüş yoktu, el aleme rezil olmayı göze alamazdı. Ve Ahmet Necdet Sezer, 330 oyla 10'uncu Cumhurbaşkanı seçildi.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ