Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Özel Röportajlar ‘Yenilebiliriz ama yenilgiye boyun eğmemeliyiz’

        Tülin Özen, Tansu Biçer, Çetin Sarıkartal ve Roza Erdem’in rol aldıkları ‘Vahşet Tanrısı’ adlı oyun, sezonu 30 Ekim’de Trump Kültür ve Gösteri Merkezi’nde açıyor. Yasmina Reza’nın yazdığı Tony ödüllü oyunun dramaturjisini Kronik Kolektif, rejisiniyse genç yönetmen Saim Güveloğlu üstleniyor. 11 yaşındaki 2 çocuğun kavga etmesinin ardından, ailelerinin bu meseleyi medeni bir şekilde çözmek için bir araya gelmeleriyle başlayan oyun, güldürürken düşündürerek hem kendi küçük dünyalamızın hem de dünyanın üzerine her gün biraz daha çöken vahşete dair çok şey söylüyor. Bakın provada bir araya geldiğimiz ekip oyuna dair neler söylüyor...

        ‘BİR MEDENİYET PLANLIYORLAR AMA...’

        Önce Kronik Kolektif’ten konuşarak başlayalım...

        Saim Güveloğlu: Tiyatronun kronik sorunlarını uzun zamandır dert edinen ve bunlara kolektif çözümler arayan insanlarız. Zaten bu yönde çalışmalarımız vardı, Çetin Hoca’yla birlikte bunu Kronik Kolektif ismiyle yapalım dedik.

        Çetin Sarıkartal: Biz işin biraz da tiyatro bilimiyle ilgileniyoruz. Kronik olan sorunla uğraşırken hem Türkiye tiyatrosunu daha iyi anlayabiliriz hem de o soruna ilişkin bilginin, çözümün bizim dışımızda Türkiye tiyatrosunun evrilmesine de faydası olabilir düşüncesiyle yola çıktık.

        S.G.: Mesela seyirciyle kurulan ilişki ve söz konusunda kronik var. ‘Vahşet Tanrısı’nda biraz bunun üzerine uğraştık. “Sözün kendisi bir fiziksel eylem olabilir mi?” düşüncesiyle hareket ettik. Oyunu yapanlarla seyirciler bir arada bir şeyi eleştirip rahatlıyorlar gibi bir duruma düşmek istemedik. Seyircinin kendini her bir karaktere hak verirken bulmasını ve bunun üzerinden kendisinin bir tartışma yaşamasını amaçladık. Oyunu gülünçleştirebilirdik. Daha çok gülüp hep birlikte bunun keyfine varabilirdik ama bu durumda “Oyun bize ne diyor? Bu insanlar üzerinden ne anlayabiliriz?” durumu kaçıyor. “Biz buradayız, seyirci orada, ortada bir mevzu var, onu konuşalım” dedik.

        O mevzudan konuşalım hadi, oyunun konusundan...

        Roza Erdem: Oyunda Fransa’da yaşayan 2 aile ve onların çocukları var. Çocuklar arasında diş patlaması gibi fiziksel bir zararla sonuçlanan bir kavga çıkıyor. Benim canlandırdığım Veronique, diğer aileyi yani Annette ve Alain’i bu durumu uygar bir şekilde halletmek için evlerine davet ediyor. Niyeti bu durumun etraflıca konuşulması ve bir daha tekrarlanmaması.

        Tülin Özen: Bir medeniyet planlıyorlar yani. Fakat insan olmanın altyapısı onlara müsaade etmiyor. Bu, bizim içeriden yaptığımız yorum tabii. Dışarıdan nasıl göründüğünü seyirciye bırakıyoruz.

        ‘PİYASA KOŞULLARINA AYAK UYDURULUYOR’

        Oyundaki ebeveynlerin hepsi eğitimli ve çocuklarının eğitimi de onlar için önemli ama Michel ve Veronique’in oğullarının çete lideri olduğundan haberi yok. Buyurun size aile içi eğitim ve iletişim!

        R.E.: İnsanlar ortak yaşamı birlikte kurmaya çalışıyorlar ama dışarıda koşullar çok zor. Hiçbir zaman halkını dinlemeyen devletler var ve dışarıda dinlenmeyen insanlar evlerine gelip evlerindeki o en küçük parçayı dinlemez hale geliyorlar.

        T.Ö.: Şu anda tam da oyun boyunca sorduğumuz soruyu tartışıyoruz. Tabii ki aile ve eğitim çok önemli ama acaba o vahşet hissi insanda halihazırda var mı yoksa sonradan mı öğreniliyor? Acaba eğitimle o hissi kapatmaya mı çalışıyoruz?

        Tansu Biçer: Michel ve Veronique çetelere, kavgalara karışacak bir çocuk yetiştirmediklerinden çok eminler. Bu nedenle çocuklarının dişi patlayınca durumu önce masum bir çocuk bir vandaldan dayak yedi şeklinde yorumluyorlar. Ama işin ilerleyen kısımlarında çocuğun piyasa koşulları ne gerektiriyorsa ona ayak uydurduğunu görüyoruz.

        ‘VAHŞET TANRISININ İNANANI ÇOK’

        Koşullar bunu dayatıyor artık maalesef değil mi?

        T.Ö.: Başarı hissi ve iktidarda olmak her şeyden daha önemli bir hale geldi. Paranın kimin cebinde olduğu, iktidarın nerede olduğu insan hayatının şekillenmesinde çok etkin oluyor.

        T.B.: Kazanan olmaya yönlendirme var, kazan da nasıl kazanırsan kazan durumu var. Kazanmak her geçen gün biraz daha zorlaşıyor ve ne kazanmak için bu kadar mücadeleci olmamız gerektiğini bilmiyoruz. Çünkü her kazandığımızın ötesine kazanılacak bir şey daha konuluyor. Bunun sonu yok. Bu da insanı motivasyon adı altında sürekli vahşete yönlendiriyor. Yetinmek diye bir şey yok artık. Şükretmek yok. Birilerini ezmek ve geçmek var.

        T.Ö.: ‘Vahşet Tanrısı’nın inananı çok yani, vahşet hissi çok yoğun.

        Ç.S.: Vahşetin tanrılaştırılması söz konusuysa herhalde onun karşısındaki çaresizlik duygusundan ve kibirden yapıyoruz bunu. Eğer vahşete tapıyorsak üstüne çıkamadığımız, baş edemediğimiz için. Oysa yenilmek problem değil. Yolun doğruysa sıkıntı yok. Yenildiğimiz yerden yaşamaya devam etmeyi öğrenmek, gurura kapılmamak zor ama gurura kapılırsak ve bu kibre doğru yürürse vahşete tapınabiliriz. Vahşetin kendisinin tanrı olma iddiası var mı bilmiyorum, umurunda değildir bence. “Ezelden ebede vahşet var ve o hüküm sürüyor” dediğimiz yer yenilgiyi kabul ettiğimiz yer. Yenilebiliriz ama yenilgiye boyun eğmemeliyiz. Yenildik mi, devam! Bir daha yenil, daha iyi yenil.

        ‘Umudu paylaşmak ve büyütmek zorundayız’

        Dünyayı giderek daha da nefessiz bırakan bu vahşet tablosu içinde aldığı nefesten bile utanıyor insan...

        Tülin Özen: Tansu şükretmekten bahsetti ya; bu tablonun içinde ‘Halim iyi, sağlıklıyım, hayatımı geçirecek koşullarım var’ diyerek şükretmek çok zor oluyor. Dediğin gibi haberleri izlediğin, dünyanın haline baktığın zaman gülmekten utanır halde yaşıyorsun. Aslında kendi mutluluğumuza sahip çıkmamız ve bunu paylaşmamız, kendi mutluluğumuzdan utanmamamız gerekiyor. ‘İyiyim’ derken boğazımız düğümlense de iyiliği paylaşmalıyız. Eğer içimizde umut besleyecek kadar şanslı olanlarımız varsa o umudu paylaşmak ve büyütmek zorundayız.

        ‘Biz sadece umut ediyoruz’

        Birbirimize bu kadar sağırken birlikte yaşama sanatını becerebilir miyiz?

        Tansu Biçer:Bir gün olacaktır. Dünyanın tarihinde bundan çok daha vahşi dönemlerin de yaşandığını biliyoruz. Biz sadece umut edip elimizden gelen iyi şeyleri yapmaya çalışacağız. Kendi mesleğimizi iyi yapmaktan başka seçeneğimiz yok. En güvenilir şey kendi mesleki ahlakın. Bu, insan olarak da ahlakını etkiliyor. Her kişinin kendi mesleğini yaptığı yerde vicdanen rahat olması çok önemli.

        Roza Erdem: Neyi iyi yapıyorsak onu en iyi şekilde yapmaya devam etmeliyiz ki biz oradan anlam bulalım ve başkalarına da iyi gelelim.

        T.B.: İyilikle yapılmaya çalışılan bir şeyin sirayet etmemesine imkân yok.

        Ece SARUHAN / HABERTÜRK MAGAZİN

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ