Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Röportajlar Sumru Yavrucuk: Tekdüze hayatı kabullenmeyelim

        Ece SARUHAN / HABERTURK MAGAZİN

        FOTOĞRAFLAR: Akıncan ABADAN

        Hayallerini unutmuş halde yaşarken, çıktığı bir tatil sonrasında kendini keşfeden bir kadının hikâyesini anlatan ‘Shirley’ adlı oyunla seyirciyi selamlayan Sumru Yavrucuk, “Tekdüze hayatı kabullenmeyelim” diyor.

        TEBDİL-İ Mekan Prodüksiyon Tiyatrosu’nun İngiliz yazar Willy Russell’ın ‘Shirley Valentine’ adlı oyununu ‘Shirley’ adıyla ve Sumru Yavrucuk’un yorumuyla seyirciyle buluşturacağını öğrendiğimde takvim haziran ayını gösteriyordu. Yaz boyunca Ege turnesi aracılığıyla seyirciyle buluşan oyunun İstanbul’a geleceği günü iple çektim. Nihayet büyük gün geldi ve Sumru Yavrucuk performansıyla beni büyüledi.

        KENDİNİ KEŞFEDEN BİR KADININ ÖYKÜSÜ

        Yavrucuk’un hem başta Shirley 7 farklı karaktere can verdiği hem de yönettiği oyun; günlük hayatın sıkıcılığı içinde kaybolmuş ve birçok kadın gibi artık hayallerini bile unutmuş olan Shirley adlı bir kadının, mutfağının duvarı dışındaki tek arkadaşı Jane’in ona bir tatil hediye etmesi sonucunda kendini keşfedişini ve hayatının iplerini yeniden eline alışını anlatıyor. Oyun, başta kadınlar tüm seyircileri kendilerini yeniden keşfedecekleri bir yolculuğa çıkarıyor. Hayat denen yolculuğun hakkını verebilmenin başlıca yolu bu keşiften çekiyor. Yavrucuk, “Toplum olarak neye ihtiyacımız varsa oyun seçimlerimde de ona özen gösteriyorum” diyor. Oyunu ilk fırsatta izleyin ve kendisinin sahnede dillendirdiklerine kulaktan öte ruh verin. “Her insanın içinde onlarca yaşam var” diyor oyun. Yaşamı içinize atmayın, siz onun içinde her anının tadını çıkararak akın! Cemal Süreya’nın dediği gibi “Hayat kısa kuşlar uçuyor.” Ve bu hayatta Sumru Yavrucuk gibi çocuk ruhunun tüm duygusu gözlerinde bir insanla aynı havayı solumak insanı umutlandırıyor...

        ‘EN ÇOK ISKALANAN ŞEY AN!’

        Shirley’de çevremdeki pek çok kadından o kadar çok iz buldum ki izlerken yerimden kalkıp Shirley’ye “Ne olur hayatı ıskalama” diye sarılmak istedim. Siz ne hissettiniz oyunu sahneye koymak için Shirley’yle buluştuğunuzda?

        Tekst için iki farklı okuma uyguladım. Yönetmen olarak montaj masası üstünde, oyuncu olarak da diyalog metnini oluşturdum. Shirley’de annem vardı, ben vardım, bütün yakın çevrem vardı hatta dünyanın her köşesinden tanıdık yüzler, ruhlar ve haller vardı. Bu tanışıklıkla oyuna başlamanın benim için avantajı vardı. Bu, 38 yıl önce yazılmış bir metin olduğu için güncellenmesi gerekiyordu. Shirley’nin tatil rotasının Yunanistan yerine Bodrum olarak düşünülmesi, sosyal medya araçları, selfie çılgınlığı da hikâyenin içine girince, oyun daha modern bir kıvama geldi. Provalar sırasında doğaçlamalara kendimi bırakınca da durum komiği daha bir belirleyici hal aldı.

        Oyun Selmin Artemiz’in seslendirdiği, “Anı yaşa” diyen bir şarkıyla başlıyor. Shirley gibi kadın-erkek çoğu kişi hayatın içinde bunu ıskalıyor maalesef...

        Haklısınız, hayatta en çok ıskalanan şey an! Oysa an biriktirmek bizi çok zenginleştiren bir şey. An biriktirmeye cesaret etmekse çok önemli bir adım. Shirley bu adımı atıyor. Bu açıdan sadece kadınlara değil, erkeklere de çok önemli bir mesaj verdiğini düşünüyorum. Oyunda kocasının da kendisinden farklı olmadığını söylüyor. Shirley de kocası da emekçi insanlar. Dolayısıyla romantik komedi desek de oyunun politik bir yanı da var. Shirley ve eşi ağır koşullar altında çalışıyor, evlerinde de bunun yüküyle yaşamlarını tüketiyorlar. Aynı eve mahkûm olmuş iki yabancı oldukları için de Shirley’nin en yakın dostu, dert ortağı eve geldiğinde hayatının büyük kısmını geçirdiği mutfağın duvarı oluyor.

        Çocuklukken hayat doluymuş Shirley. Evlendikten sonraysa hayatı kocası ve çocuklarından ibaret olmuş. Hayatın içinde çok sık rastlanıyor bu duruma.

        Rol modellerimiz bizi hayata hazırlarken daha çok hizmet üzerinden eksiklerimizi tamamlamaya çalıştı. O nedenle de biz aşçıyız, hizmetçiyiz. Shirley oyunda “Niye eve döneyim ki? Beni kimse özlemez” diyor. En yakınlarının aklına bile sadece gereksinimlerinden dolayı geliyor. Kocası sofrada yemek olmadığında, çocuklarıysa pantolonları ütülenmediğinde hatırlıyorlar onu. Sonra hayatının iplerini kendi ellerine alıyor. Seyirciye “Eyvah 42 yaşındayım diyeceğine, henüz 42 yaşındayım ne güzel” diye sesleniyor. Hiçbir şey için geç değil! Tekdüze hayatı kabullenmeyelim! Bunu yaparak hayatı değersizleştiriyoruz.

        ‘SANATA TUTUNMALIYIZ’

        Seyirci oyuna fazlasıyla dahil oluyor, çok laf attılar sahneye.

        Oyunda 7 farklı karaktere can veriyorum. Oyunu anlatmak yerine canlandırmayı tercih ettim. Sinema filmi çeker gibi metnin diyalog ağırlığı ve görsel ağırlığına göre tercihimi yaparak kestim, biçtim, montajladım. Sanırım bu tanıdıklık yüzünden oyun terapi gibi geliyor seyirciye. Benim için de aynı durum geçerli. Oynamak bütün damarlarımı açıyor.

        Shirley yaralarını mizahla sarıyor. Bizim de toplum olarak yaralarımızı sarmak için mizaha ve sanata her zamankinden daha çok ihtiyacımız var bence.

        İnsanların hayattan aldığı zevklerin bir bedeli olmalıymış gibi davranıyoruz. “Çok güldük, başımıza bir şey gelecek” diye bir cümle bile var. Oysa her türlü kederin üstesinden ancak mizahla gelebiliriz. Öyle bir dönemden geçiyoruz ki aldığımız her nefesi yitirdiklerimize borçluyuz. Direnmek için her gün biraz daha fazla güç sarf ediyoruz. Her seferinde sahneye biraz daha güçlü çıkmaya çalışıyorum çünkü bir tek sahnede akıl sağlığımı koruyabiliyorum. Ancak Shirley’nin yaptığı gibi mizaha ve sanata tutunarak bunca acının üstesinden gelebiliriz. Sanatın birleştirici yanı çok büyüktür ve fark ettirmeden çok şeyi değiştirir, insanı dönüştürür. Tiyatro hayatın bizzat kendisinden daha gerçek bir şey. Tiyatrodan ilham alınabilseydi Türkiye şu anda yaşadığı durumu yaşıyor olmazdı. Empatiyi bir an önce yeniden hatırlamamız gerekiyor. Birbirimizi anlamaya çalışmayı, farklılıklarımızı görüp birlikte var olmanın yollarını aramayı hatırlatacak olan da sanattır.

        "TELEVİZYONDAKİ BAZI GENÇLERİ KARIŞTIRIYORUM"

        Shirley’de reklamlardaki kaslı erkeklerden de söz ediyorsunuz. Kas neredeyse oyunculuk için temel şarta dönüştü ekranda. Ne düşünüyorsunuz bu konuda?

        Dünyada pompalanan bir prototip var. Erkekler kaslı, saçlı, yakışıklı; kadınlarsa güzel olacak. Ben televizyondaki bazı gençleri birbirine karıştırıyorum. Pek çoğunun kaş, burun ve dudak şekilleri birbirinin kopyası. Bunun dayatılan bir şey olduğunu düşünüyorum.

        "BİRÇOK DİZİDE MAÇOLUK DERSİ VERİLİYOR"

        Hayatın içindeki şiddet ekranı da esir almış durumda. Bu konuda çok hassas olduğunuzu biliyorum. İyice güçleşmiş olmalı sizin için gönlünüze göre bir dizi bulup rol almak...

        Şiddet içeren ya da şiddeti teşvik eden dizilerde oynamayı tercih etmiyorum. Reyting kaygısından dolayı sade bir hikâye anlatılamaz oldu. Dizilerin çoğu karakolda, hastanede ya da mezarlıkta geçiyor. Tüm erkeklerin elinde silah, neredeyse tüm hikâyelerde kadına şiddet var. Birçok dizide maçoluk dersi veriliyor. Bunları olağanlaştırıyor, kötülüğü legal hale getiriyorlar. Dizilerdeki entrika ve şiddet dolu hikâyeler nedeniyle seyircinin acı ve entrika eşiği öyle yükseldi ki artık hiçbir şey canlarını acıtamıyor, onları şaşırtamıyor. Ekranda anti kahramanlar yüceltilirken, “Toplum neden bu halde?” diye yakınıyoruz. O nedenle sıcak bir aile dizisiyle tekrar ekranda olmayı isterim.

        "KADIN ERKEĞE HİZMET FİKRİ SERVİS EDİLİYOR"

        Ekrandaki kadın programlarının durumu da pek iç açıcı değil maalesef...

        Gündüz kuşağı programlarında gerçek dışı bir kurgu insanlara normalleştirilerek aktarılıyor. Bir kadın, programında erkeğinin ayağını yıkarken aldığı zevki anlatıyor. Özellikle kadınlara yönelik programlarda erkeğe hizmet fikri servis ediliyor. Tamamen erkeklere sunum için hazırlanan tarz programları var. Biz nasıl bu hale geldik? Neden kadınlar servis ediliyor? Hem sistemle hem de ekrandaki gidişatla ilgili çok ciddi düzenlemelere ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.

        "BARIŞI TÜM ÇOCUKLARA BORÇLUYUZ"

        ‘Shirley’den önce Altıdan Sonra Tiyatro’nun ‘Kimsenin Ölmediği Bir Günün Ertesiydi’ adlı oyununda izlemiştik sizi. Ölümün maalesef sürekli güncellendiği ülkemizde o oyunun adı bile hepimize öyle çok şey söylüyor ki...

        Evet. Öyle bir gün yok maalesef. Hepimiz barışın özlemiyle yaşıyoruz ve barışa çok acil ihtiyacımız var. O kadar güzel çocuklar ölüyor ki... Onların bıraktığı boşluk asla unutulmayacak! Onların annelerini, babalarını düşünüyorum da, biz bu haldeysek kimbilir onlar ne haldedir? Geçenlerde oğlum bana, “Anne rüyamda savaş çıkmıştı ama ben seni kurtardım” dedi. “Artık beni de kurtaracak biri var” diye düşündüm. Bizim de yetişkinler olarak çocuklarımızın algısından, bugününden ve geleceğinden savaşı çıkarmamız lazım. Barış için ölen çocuklara gönül borcumuz var, barışı onlara ve tüm çocuklara borçluyuz.

        BİR İSTANBUL'DA, BİR TURNEDE

        'SHIRLEY' kasım ayı boyunca hem İstanbul’da seyirciyle buluşacak hem de turne yapacak. Oyunun biletleri Biletix’te. İşte izleyebileceğiniz tarihler ve salonlar:

        11 Kasım-Bakırköy Yunus Emre

        16 Kasım-Sabancı Üniversitesi

        18 Kasım CKM

        20 Kasım-Akatlar Kültür Merkezi

        21 Kasım-Afife Jale Sahnesi

        22 Kasım-Bursa Atatürk Kongre Kültür Merkezi

        23 Kasım-Moda Sahnesi

        27 Kasım Büyükçekmece AKM

        28 Kasım-İzmir AKM Yunus Emre Sahnesi

        29 Kasım-İzmir Narlıdere AKM

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ