Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Nihal Bengisu Karaca Murat Kurum'u izlerken aklıma gelenler
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Dün Murat Kurum’un "Afetlere Karşı Dirençli Risksiz İstanbul" lansmanı için WOW Oteldeydim. Çok yaşa başkan temalı genel lansmandan farklı olarak bu kez konu ve proje odaklı bir sunum söz konusuydu. Aslında bu lansman İstanbul’un temel sorunlarına yönelik çözümlerin anlatılacağı proje lansman zincirinin ilk halkası. En temel sorun ‘yaklaşan deprem’ olduğu için ilk toplantının teması deprem ve afetler olmuş.

        Murat Kurum’dan önce sadece MHP’li Celal Adan bir konuşma yaptı. Dolayısıyla esas oyuncu sahneye çıktığında insanların enerjisi hala üst noktadaydı.

        Sahne dekorasyonu oldukça minimalistti.

        Minimalist dediysek Turgut Altınok’un, kendi adının yer almadığı artı parti logosunu da taşımayan sadece “Hızlanma Zamanı” yazan afişleri gibi bir şeyden bahsetmiyoruz.

        O biraz dalga konusu da oldu malum.

        Benim kast ettiğim sadelik.

        Sahnenin iki yanında sadece Atatürk ve Erdoğan’ın fotoğrafları vardı ve sahneyi ortalayacak şekilde arka planda dijital olarak “Siztem İstanbul” ifadesi yansıtılmıştı. AK Parti logosu bile göze çarpmıyordu. İyice arayıp tararsanız Erdoğan fotoğrafının altına gömülmüş küçük bir AK Parti ismini (logosunu) görüyordunuz. Murat Kurum’un adı yer alıyordu ama sadece salonun yan duvarlarında.

        “Siztem” ifadesi ise ‘sistem’ kelimesinden türetilmiş. Istanbullulara “Murat Kurum kazanırsa şehriniz “Siz” merkezli yönetilecek, sistem ‘siz’i referans alacak” anlamındaymış.

        Öte yandan Kurum’un sahne performansı da oldukça sade.

        Gereksiz gaza basmıyor. Topluluğu havalara uçurayım diye yapay ses oyunları yapmıyor. Siyaseten doğru olabilecek ama ahlaken düşüklük anlamına gelecek gereksiz goygoylara girmiyor. En büyük rakibi İmamoğlu’na gerekli-gereksiz çakmıyor. Sadece ‘bunu vadetti ama şunu bile yapmadı’ şeklinde iki yerde bahsi geçti İmamoğlu’nun. O kadar. Yaptıklarını ve yapacaklarını anlatıp arada bir hazirundaki ‘önemli’ kişileri selamlıyor.

        Konuşma sırasında birkaç kez Tevfik Göksu’yu onore etmesi dikkatimi çekti.

        Biliyorsunu Tevfik Göksu İBB meclisinde yönetimi en çok terleten kişiydi. Bugün takside dolmuşta manavda ‘İmamoğlu bu şehre ne vedi, ne yaptı , hiçbir şey…” diye söylenen teyzeler dayılar şöförler esnaflar görülüyorsa bu önemli ölçüde Tevfik Göksu’nun ve ekranlara çıkarken yanından eksik etmediği büyük kartonlara nakşedilmiş rakamların, bilgi notlarının eseri. Bu seçimde İstanbul için kendisinin aday gösterilmesini beklediği de bir sır değil. Ama AK Parti’de kimse -kamuya açık biçimde itibarsızlaştırılmadığı sürece-sırf aday gösterilmedim ya da beklediğim yere atanmadım diye kazan kaldırmaz. Sanırım 20 yılı aşkın süredir ülkeyi yönetiyor olmasının ardındaki nedenlerden biri de bu.

        NEDEN “SADECE İSTANBUL” ?

        AK Parti için çok yeni görünen bu ‘sade’ tercihleri izlerken “Sadece İstanbul” sloganının da iki anlamı olduğunu düşündüm.

        Bence çok başarılı bir slogan.

        Bir taraftan “Bakın rakibimiz İstanbul dışında her şeyi düşündü, mesai ve enerji harcadı ama bizim adayımızın tek işi gücü İstanbul olacak” deniliyor. Bir yandan da içeriye, AK Parti tabanına mesaj var. “Bu seçim sadece İstanbul’la ilgili kardeşim. Kazanırsak sadece İstanbul’u kazanmış olacağız. Kaybedersek sadece istanbul’u kaybedeceğiz. Lütfen sakin gidelim”

        Yani, mesele biraz da geçen hafta KRT’de Hasan Basri Akdemir’in yayınında dediğim gibi: “İstanbul’u kazananTürkiye’yi kazanır, İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi kaybeder” miti çöktü. 2023 seçimlerinin iptaL ettiği şehir efsanelerinden ilki bu.

        “İstanbul’u kazanan Türkiye’yi kazanır, kaybeden Türkiye’yi kaybeder” ifadesini teşkilatını tabanını motive etmek için ilk söyleyen Erdoğan olmuştu. 2019’da İstanbul AK Parti’den Millet İttifakı'na geçincebu söz muhalefete koz temin etti. Ancak Erdoğan 2023 seçimlerini kazanınca bu şehir efsanesini iptal etmiş oldu. Yani miti yaratan da çökerten de o oldu.

        Muhalefet yukarıda bahsettiğim sadeliği ve enerjisi kontrollü gidişatı ‘kaybedeceklerini anladıkları için mahcup kampanya yürütüyorlar’ diye okuyor. Ben öyle düşünmüyorum. İstanbul’u kaybetmek muhalefet için dev bir kayıp. İmamoğlu İstanbul’u alamazsa CHP’nin akıbeti bile masaya yatırılır. Ama iktidar için durum öyle değil. Kesintisiz 4 yıl ülkeyi yönetecek bir parti ve ittifak ortağı için İstanbul’u kaybetmek ‘sadece’ İstanbul’u kaybetmek olur.

        İstanbul’u kaybedersek Türkiye düşer, Türkiye düşerse Kudüs düşer, Halep düşer falan denilen günler çok geride kaldı.

        Artık mesele sahiden çatışmalarla dolu bir coğrafyada ve artan enflasyonist baskılarla, kendi iç siyasi sorunlarıyla baş etmek durumunda olan ülkenin seçimsiz bir dört yıl daha yönetecek iktidarının Türkiye gemisini 1 Nisan’dan itibaren suyun üzerinde tutabilmesi.

        Yani sadece ‘Sadece İstanbul’ değil, aynı zamanda ‘Sadece Türkiye’.

        BEŞ YIL İÇİNDE 650 BİN KONUT

        Biz şimdilik yine İstanbul’a dönelim.

        Kurum İstanbul’un afetlere karşı nasıl hazırlandığını, 'yaptıklarımız yapabileceklerimizin karinesidir' hatırlatmalarıyla geçmişte yapılmış olanlardan referansla anlattı.

        İstanbul için yarışan Kurum’un en büyük avantajı da bu.

        Hem iktidar partisi adayının olması vesilesiyle hükümetin gerçekleştirdiği her olumlu hamleyi sahiplenebilir hem de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yaptığı dönemde kendisinin yaptıklarını. O yüzden beş yıl içinde 650 bin konut inşa edeceğiz dediğinde bunu ‘boş vaat’ gibi görmüyorsunuz çünkü “Ankara’da 3 milyon, İstanbul’da 800 bin konut dönüştürdük” de diyor.

        Elbette 800 bin konut İstanbul’un yapı stoku düşünüldüğünde kulağa yüksek gelen bir rakam değil. Ancak neredeyse her apartmanda kentsel dönüşüme bazen mali nedenlerle bazen de ‘öylesine’ direnç gösterenlerin bolluğunu da hesaba katmak lazım.

        DÖNÜŞÜM AMA NÜFUSU ARTIRMAYACAK BİR PLANLA

        Dönüşümde hibe desteği düşük miktarda taksitlendirmelerle sağlanmış ödeme kolaylıkları da var. 15 Nisan’da başlayacak başvurulardan sonra yapılacak değerlendirme sözleşme, proje ve ruhsatlandırma aşamaları bittikten sonra evlerin yapımının sadece 18 ay süreceğini de vadetti Kurum.

        650 bin yeni konut inşası meselesinde bana en doğru gelen vurgu “nüfüsu arttırmayacak doğru planlama” ifadesi oldu.Bu kısım çok önemli. Yeni konut yeni eser yollar köprüler ‘gel gel’ yapan bir sinyal oldu bu şehir için ve nüfus kabul edilemez ölçüde arttı. Yöntemi ne olacak, bu konudaki hukuki sınırlamalar nasıl aşılacak merak ediyorum. Umarım Londra-Paris nasıl aştıysa İstanbul da bunu başarır. Aslında yolu belli. Türkiye’yi İstanbul merkezli tasarlama kafasına son vermek. Diğer şehirlere İstanbul’la yaraşa adetlere sahip olma, potansiyellerini işleme ve cazibe alanı yaratma şansı tanımak. Yerel siyaseti örneğin Çanakkale’yi Balıkesir’i hatta ve hatta Kayseri ‘yi İstanbul’a benzemeyen ama İstanbul’la eşdeğer güzellikte/işlevsellikte bir şehir yapmaya kararlı ve ‘nitelikli’ belediye başkanı profillerinin erişimine açmak.

        AFET YÖNETİMİ VE “DİJİTAL İKİZ”

        Ne diyorduk: İstanbul depremi…

        Depreme hazırlık dendiğinde akla sadece konutlar geliyor oysa aslında meselenin sanayii boyutu da var ve sunumda ‘Sanayii işletmeleri yenilenecek” diye bir ifade vardı. Kurum, 800 bin kişiye istihdam sağlayan İstanbul sanayisinde işletmelerin %77’si şehir merkezlerinde kalırken, %62’si düzensiz dağınık yapıda ve bu durum trafiğe ek yük, hava kirliliği ve afetler açısından İstanbul için risk oluşturduğunu söyleyerek bu risklerin ortadan kaldırılacağını belirtti.

        %77 çok yüksek bir oran ve aslına bakarsanız şehir merkezinde sanayi işletmesi olmaması lazım. Kurum, sanayi işletmelerinin olduğu yerde yenilenmelerinden mi bahsetti, yoksa kent periferine taşınmalarını mı kast etti o kısım kapalı kaldı.

        Afet sonrası da düşünülüp projelendirilmiş. Atatürk Havalimanı Millet Bahçesi’nde Afet Yönetim Merkezi kurulacak, bu merkez risk tesbiti, afeti önleme ve afet sonrası müdahalenin organize edildiği yer olacakmış. Bu merkez “İstanbul’un dijital ikizi” gibi yazılımlarla koordine hareket edecek. Kurum 6 yeni afet lojistik merkezi kurulacağını söyledi. Otopark, kütüphane ve spor salonlarına afet sırasına dönüştürülebilecek birimler eklenerek afet sonrasında 2 milyon insan için geçici güvenli yaşam alanı konumlandırılacağını anlattı.

        PEKİ YA PERŞEMBE PAZARI?

        Kentsel dönüşümün tarihi eserlerin sıhhatini ve geleceğini de kollayan bir biçimde yapılacağını anlatan bir bölüm de vardı sunumda. Eminönü-Sirkeci sahil bandı, Sirkeci Garı çevresi, Kıble Çeşmesi Caddesi, Sultanahmet etrafı, Süleymaniye civarı ihya edilecek sözü verdi.

        O sırada zihnimde Perşembepazarı’na neden kimse dokunmuyor, sorusu yankılandı.

        Tarihi yarımadanın mütemmim cüzüdür, tamamlayıcısıdır. Sahil manzarası paha biçilmez. Ama gelin görünki kimse o cadde üzerindeki yıkık dökük üflesen uçacak binaları ne yıkmayı ne restore etmeyi düşünmüyor bir seçimde bile vaadedildiğini duymadım.

        Bu şehirde şehir hastanaleri ile sağlık, kuyumcukent ile kuyum rahatlıkla şehrin periferine taşınabildi. Ama Perşembe Pazarı’ndaki ‘nalbur’lara kimse dokunamıyor. Neden? İstanbul’un en güzel yeri bir nalbur&inşaat çıkar grubunun işgali altında resmen.

        Bununla birlikte pek çok soru var ama bunları sormaya fırsat bulamadım.

        Toplantı saat 12.45’te bitti ama Kurum ancak 13.15’te Wow Otelden ayrılabildi. Fotoğraf çektirmek isteyen bir tabur dolusu insan vardı.