Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Polemik Medyada kaset açıklamalarının yansımaları…

        Dün, CHP’nin eski genel başkanı Deniz Baykal’ın avukatlarıyla birlikte basın toplantısı düzenleyen “Ulusal Kriminal Büro”nun açıklamaları medyada iki değişik şekilde algılandı. Köşe yazarlarının çoğunluğu, Baykal’ı istifaya sürükleyen görüntülerdeki kişilerin Deniz Baykal ve Nesrin Baytok olmadığına ilişkin açıklamaları “gereksiz, yersiz, geç” olarak değerlendirip inandırıcı bulmadı. Bazı köşe yazarları ise Baykal’a ve açıklamalara hak veren yazılar yazdı.

        İşte o yazılar…

        AÇIKLAMAYA İNANMAYANLAR&GEREKSİZ BULANLAR

        FATİH ALTAYLI - HABERTÜRK

        Kıldan tüyden savunma

        Debelendikçe batmak diye bir tabir vardır ya, Deniz Baykal’ın durumu tam buna uyuyor.

        Dün tarihi komiklikte bir basın toplantısıyla avukatları ve kriminal uzmanları Deniz Baykal’ı savundular.

        Oysa Deniz Baykal, genel başkanlığa aday olmayacağına göre bu görüntüler artık bizi ilgilendirmiyor.

        Bacak kıllarını sayarak savunma yapmanın bir âlemi yok.

        Deniz Baykal ilk gün çıkıp, “Böyle bir ilişki yoktur. Nesrin Hanım’la aramda asla böyle bir şey olmamıştır. Olmayan bir şeyin görüntüsü de olamaz” niye demedi?

        Baykal ilk gün ortaya çıkıp böyle bir açıklama yapsaydı, o zaman görüntülerin gerçekliği üzerine bir tartışma, bir kriminal inceleme anlam taşırdı.

        Ancak ne Baykal, ne Baytok böyle bir şey demediler.

        Kimbilir belki de diyemediler.

        Şimdi aradan sekiz gün geçtikten sonra bizden “bacak kılı saymamızı” istiyorlar.

        Boşverin kılı tüyü.

        Deniz Baykal çıkıp desin ki: “Nesrin Hanım’la aramda asla bir ilişki olmamıştır.” O zaman dönüp biz de kılları sayarak

        başlayalım konuyla yeniden ilgilenmeye.

        Ancak Deniz Bey tehlikeli bir yöne doğru ilerliyor.

        Yarın öbür gün birileri de kalkıp karşılaştırma için başka görüntüler talep ederse siyaset

        iyiden iyiye pisliğe bulanır.

        BEKİR COŞKUN - HABERTÜRK

        Kasetin mi var, derdin var...

        Baykal’ın kasetini inceleyen özel Ulusal Kriminal Bürosu(!) görüntülerin montaj olduğunu, şahısların Baykal ve Baytok olmadığını dün kamuoyuna şema üzerinde açıkladı.

        Belki Baykal da izlediyse “Demek ki ben değilmişim“ demiştir...

        İncelemenin esaslı olduğunu bacaklardaki kılların yapısının belirlenmesinden de anlıyoruz ki, bu durumu “kıl payı” kurtarıyor...

        “Ulusal Kriminal Bürosu”ndan televizyonlarda izlediğiniz Uğur Kurtulan, ayrıca Baykal’ın görüntülerinde, gömlek kolunun önce aşağıda olduğunu, ayağa kalktığında ise yukarıya katlandığını belirtiyor, bu “birisi de gömleğin kolu ile oynamış” olasılığını akla getiriyor...

        Aynı kriminal büronun, belediye başkanlığı sırasında Tayyip Erdoğan‘ı da bir “dinleme” sorunundan kurtardığını öğrenmiş bulunuyoruz... Zaten büro sahibinin soyadı:

        “Kurtulan...”

        Ayrıca, 72 milyona saatlerce anlatıldığına göre; görüntüdeki Baykal’ın soyunduğunda pantolonunu götürüp gardıroba özenle asması, bu kaseti yalanlayan bir önemli unsur görülüyor...

        (Ki bu durumlarda erkeklerin, nereye düştüğüne bakmadan pantolonlarını havaya savurdukları varsayılarak...)

        Acaba disiplin açısından sosyal demokraside görülen itina ve düzenin gardırop boyutu sayılabilir mi, biz bilemeyiz...

        Sonuç olarak özel “Ulusal Kriminal Bürosu”na göre o gözükenler Baykal ile Baytok değil...

        Belki de işin en konuşulan yeri burası; Baykal‘ın ilk günden bu yana niye “O ben değilim” demediği...

        Hani kimi işler vardır, insan yapar ama farkına varmayabilir... Başkası “Ne yaptın?” dediğinde bakar ki yapmış... Burada ise başkasının “Sen yapmamışsın” demesi söz konusu...

        Bence bu tartışma yeter...

        Baykal kimseden oy istemeyeceğine göre, özel hayatı da artık kimseyi ilgilendirmez ve kimseye hesap vermek zorunda değil...

        Yaptıysa yaptı, yapmadıysa yapmadı...

        YİĞİT BULUT - HABERTÜRK

        Baykal kötü bir deneme yaptı

        Dün ilginç bir basın toplantısı izledik... “Ulusal Kriminal Büro” etiketini taşıyan ve daha basın toplantısı bitmeden Habertürk TV muhabirinin canlı yayın aracıyla

        kapısına dayandığı bir “büro”, çok ilginç açıklamalar yaptı! Dediğim gibi muhabirlerimiz anında Sarıyer’de bir tavan katında bulunan bu büronun kapısındaydılar,

        açan olmadı, semtte ne olduğunu da bilen çıkmadı! Sarıyer’de eski bir apartmanın tavan arasıydı ve çatıya dikilmiş bayrak direği haricinde, “ulusal olduğuna” dair

        en küçük resmi bir işaret yoktu!

        Sevgili dostlar, adı ne kadar süslü olursa olsun, dün yapılan deneme “en az kaset” kadar iğrençti! Ne olduğu belli olmayan birtakım “özel dedektif kılıklı” adamlar,

        ellerinde bir çanta ve daha da komiği 80 TL’ye Kadıköy’de satılan kamera ve alıcıyla, Türk kamuoyu önünde akıllarınca “psikolojik bir harekât” denemesi yaptılar.

        Dediğim gibi, adamlar çok komik ve deneme en az kaset kadar iğrençti!

        Peki amaç neydi?

        Bence denemenin amacı çok açık ve netti: Olay analiz edilmiş, akışı değiştirebileceği varsayılan hamle “teknik bir kılıf” içinde başlatılmıştı. Verilmek

        istenen mesaj basitti: “Olay bir komplodur ve Kılıçdaroğlu da bu komplonun sebep sonuç ilişkisi içinde aday olmuş, bütünün parçasıdır...”

        Sevgili dostlar, olmadı, Baykal’a yakışmadı. Kaseti seyretmemiş, ne olduğuna asla değer vermemiş biri olarak diyorum ki; böyle teknik oyunlar yerine Baykal daha ilk

        gün kamuoyunun önüne çıkıp, “Bu kasetteki kişi ben değilim, iddia edilen kadınla asla ama asla böyle bir ilişkim olmadı” deseydi, iş bitmiş, konu kapanmıştı.

        Baykal’ın atacağı ikinci bir adım daha olmalıydı; o da savcılığa bizzat giderek, kendi ifadesi eşliğinde başvurmak ve suç duyurusunda bulunmaktı. Savcılık kaseti

        resmi bir makamda inceletir ve sonucu da kamuoyu öğrenirdi. Oysa Baykal ne yaptı? Sarıyer’de tavan arasında bulunan, adı tamamen çakma olan “Ulusal Kriminal Büro”

        diye bir şey buldu, onlara başvurdu ve kurultaya iki gün kala “bu açıklamayı” yaptırdı.

        Olmadı Deniz Bey olmadı! İlk tepkide “Suçlu hükümet” dediniz, tutmadı. Kılıçdaroğlu aday oldu, baktınız mal elden gidiyor, “İşte teknik komplo ve detayları”

        açıklamasını yaptırdınız, yine olmadı.

        Sonuç: Güle güle Deniz Bey! Keşke bunlara ihtiyaç olmadan gidebilseydiniz ve sizi iyi hatırlayabilseydik.

        Son söz: Baykal bugün kameraların karşısına çıksın ve “O ben değilim, bu kadınla asla ilişkim olmadı” desin, YETERLİ! Haydi desin!

        Keşke ölen madencilere biraz saygınız olsaydı!

        BAYKAL’ın “açıklama görevi verdiği ulusal büro ajanları”, bütün kanalların tam öğlen haberlerinin başladığı anda açıklama yapmaya başladılar. Son derece planlı ve

        düşünülmüş bir hamle! Ulusal kanallar dahil bütün kanallar haber yayınında ve hepsi verecek! Bu saati seçip o açıklamayı yapan “...lara” sesleniyorum: Biraz

        bekleseydiniz, öğlen haberlerinde Türkiye “o madende o insanların nasıl ölüme gönderildiğini” ve en acısı “dinamit patlatmak dahil, nasıl ağır bir ihmal olduğunu”

        öğrenecekti. İyi “...” yediniz!

        MURAT BARDAKÇI - HABERTÜRK

        Adını açıkça koyalım: Bu işe “zina” denir!

        Deniz Bey yok kaderine küskünmüş de, yok Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanlığı’na adaylığını koyması konusunda “kaçırarak ve beni yok sayarak yaptılar” demişmiş de, yok kendisinin fikri alınmadığı için kırgınmış da, vesaire, vesaire...

        Gazeteler, günlerdir Deniz Bey’in dönüş hayallerini açıkça ortaya koyan böyle haberlerle dolu ama, her nedense bir Allah’ın kulu çıkıp da “Yahu kardeşim, sen malûm rezaletten sonra başka çaren kalmadığı için istifanı verip gittin ama neden hâlâ senden icazet almalarını bekliyorsun?” diye sormuyor.

        İş bu kadarla da kalmıyor, Deniz Bey’in avukatları, hadisenin üzerinden bu kadar gün geçtikten sonra, kasetteki görüntülerin Deniz Baykal ile Nesrin Baytok’a ait olmadığını şimdi iddia ediyorlar...

        Bonjur beyler, bonjur! Sabah şerifleriniz hayrolsun... Bundan iki hafta öncesine kadar aklınız neredeydi? O zaman bir “Acaba?” kuşkusuna mı kapılmıştınız, yoksa bu son açıklamalarınız kurultay öncesindeki nihai hamlelerden mi ibaret?

        YETİŞ EY BACAK KILI!

        Üstelik avukatlar da yetmemiş olacak ki, “kriminal bilirkişi” olduğu söylenen bir zat bulunmuş, o zat da dün bir açıklama yapmış, Deniz Bey’in bacağındaki ve baldırındaki kılların dağılımını incelediğini söylemiş ve “kılların görünümü doğrultusunda”, gizli çekimlerdeki kişinin Deniz Baykal olmadığını buyurmuş!

        İşte, Türk siyasetinin CHP sayesinde getirildiği son nokta: Memleketin koskoca anamuhalefet partisinin kurultayı öncesinde, sabık liderin bacak ve baldır kılları tartışılıyor; kıllardan, tüylerden, isilikten, sivilcelerden medet umuluyor!

        Artık çok gecikmiş olan bir işi yapmak, yani Baykal’a ait olduğu iddia edilen gizli çekim konusunda meselenin adını tam olarak koymak ve bu işin ne demek olduğunu açıkça konuşmak zamanı gelmiştir.

        Peşinen söyleyeyim: İddiaları gözler önüne seren böyle bir çekimin yapılmış olması ahlâk ve namus kavramlarıyla bağdaştırılacak bir iş değildir. Ama işin bir başka tarafı da mevcuttur, görüntüler Deniz Bey tarafından bugüne kadar açıkça yalanlanmamış olduğu için artık “doğru” kabul edilmektedir ve çekim ne kadar utanç verici ise, yalanlanmamış olan ilişki de aynı şekilde utanç vericidir.

        RECEP ZÜHTÜ MÜ OLMALI?

        Türkçe’de, bu işin tek bir adı vardır: Zina! Evli erkekle evli hanım arasında gayrımeşru bir ilişki sözkonusu ise, buna “zina” denir. Zina, gerçi bundan birkaç sene öncesine kadar her ne akla hizmet edilerek suç olmaktan çıkartılmış ise de toplumun bazı değerlere bağlılığını hâlâ muhafaza eden çoğunluğunun nazarında büyük bir ayıptır ve semavî dinlerde de en büyük günahlar arasında sayılır.

        Bu şekilde bir ilişkisi olduğu ortaya çıkan politikacı ise, dünyanın hangi memleketinde olursa olsun görevini bırakmak zorundadır, bırakmasa da zaten bizde olduğu gibi bıraktırırlar!

        Meselenin aslı bu iken bir tarafın geri dönme hayalleri kurmasının, “kadın dayanışması” bahanesi ile diğer tarafı mağdur gösterme çabalarının ve CHP’nin

        liderliğine hazırlanan Kemal Kılıçdaroğlu’nun “İmkân buldukları takdirde Deniz Baykal’ı Çankaya’da görmek istediklerini” söylemesinin tek bir yorumu vardır: Zinanın ödüllendirilmesi!

        Bizde bütün bunlara sebep olan bir politikacının hâlâ hayaller kurmaktan ve “Ben buradayım” demekten vazgeçmesi için galiba Recep Zühtü’nün yaptığına benzer bir işe kalkışması gerekiyor...

        Recep Zühtü’nün kim olduğunu ve ne yaptığını mı merak ettiniz? Yazmaya pek elim varmıyor, dolayısı ile bir zahmet siz araştırıverin!

        MUHARREM SARIKAYA - HABERTÜRK

        Yakasından düşmeyenler

        Sadece Deniz Baykal’ın değil, CHP’nin tüm teşkilatının dün yeri göğü, ortalığı yıkması gerekirdi.

        Eğer bir anamuhalefet partisi liderinin görüntüleri “üstün teknoloji” ile montajlanıp, bir komploya kurban gidiliyorsa, yapılması gereken açıklama da dünkü gibi olmamalıydı.

        Bir milletvekili, bir avukat ve kendisini “kriminal uzman” olarak tanıtan üç kişiyle sınırlı kalmamalıydı.

        Daha ilerisi, bu görüntülerin kendisine ait olmadığını avukatı aracılığıyla kamuoyuna açıklamak yerine bizzat Deniz Baykal’ın kamuoyunun karşısına geçip, “Bu ahlaksızlığı

        belgeliyorum; o görüntüdeki kişi ben değilim” deyip ortalığı kasıp kavurmalıydı.

        Nesrin Baytok da sessiz kalmayıp, “İffetimle bu kadar oynanamaz” diye yeri göğü inletmeliydi.

        Haydi, onlar yapamadılar, CHP yönetiminden en az bir kişinin çıkıp tepki koyması, olaya sahip çıkması beklenirdi.

        Bunların hiçbiri olmadı.

        Kamuoyuna gerçekleri sunmak için yapıldığı iddia edilen basın toplantısında dile getirilenler CHP’liler tarafından dahi ikna edici bulunmadı.

        Hatta maden ocağından işçilerin cansız bedenlerinin çıkarıldığı bir sırada yapılan bu açıklamadaki üslup hiç de hoş karşılanmadı.

        İddianın ekrandan dile getirildiği sırada Baykal’a gönülden bağlılığıyla tanıyıp bildiğimiz CHP milletvekilinin telefonda söylediği şu sözler, partideki psikolojiyi

        anlatmaya yeterdi: “Şu an yaşadıklarımız karşısında Genel Başkanım adına utanıyorum; onun adına bu açıklamayı yaptıklarını söyleyenleri de kınıyorum...”

        BAYKAL’A ZARAR

        Özetle dün yapılan kurultaya yönelik bir manevraydı.

        Bir başka anlatımla, ikballerini Baykal’ın geri dönüşüne bağlamış olanların, Baykal’a verdikleri zararın yeni bir sunumuydu.

        Bu kişilerin, Baykal’ın yakasında durduğu sürece de kendisine zarar vermeye devam edecekleri aşikâr.

        Çünkü istifasıyla onurlu bir davranışta bulunduğu inancının yerleştiği kamuoyuna her gün yeni bir törpü atıyorlar.

        Sanırsınız ki Merkez Yönetim Kurulu’nda yer almazlarsa, yıllarca uğraş verip dünya devleri arasına soktukları şirketleri batacak veya insanlık onurları kırılacak;

        ömürlerinden büyük bir parça gidecek.

        HANİ KOPYADAN OLMAZDI

        İşin başka boyutları da var...

        Daha birkaç ay öncesi, Meclis Grubu’ndaki konuşmalarında veya basın toplantılarında, “Islak imza fotokopiden tespit edilemez” diyen Baykal değil miydi?

        O zaman kaçıncı kopyası olduğu dahi bilinmeyen bir video kasetinden yola çıkarak kriminal inceleme nasıl yapılabiliyor?

        Burada da kalınmıyor; hazırladıkları rapor da savcılığa sunuluyor.

        Savcının bu raporla yetinmeyeceği açık...

        Yarın savcı da görüntüleri TÜBİTAK incelemesine yollar, oradan farklı bir rapor çıkarsa ne olacak?

        Bugünü kurtarayım derdine düşenlerin, böyle davranarak üzerinde yaratılan spekülasyonları çok daha uzun bir sürece yayıp, yeni komplo teorilerinin yolunu açtıklarının

        farkında değiller mi?

        Filler de ölümcül darbeyi aldıklarında saatlerce yürümek istermiş...

        Belki de ondandır bütün bunlar...

        YAVUZ SEMERCİ - HABERTÜRK

        Kaset üreticileri mutlu mu, mutsuz mu?

        Sizce Deniz Baykal için kaset imal edenler, kaset üretenler ya da gizli çekimle bir ilişkiyi ifşa edenler, gelinen noktayı mutlulukla mı, yoksa kafalarını duvarlara vurarak mı izliyorlar?

        Pek çok senaryo üretebiliriz.Ürettik de...

        Hepimiz, bu kasetin içeriğinin doğru, gizli çekimin bir komplo olduğu, özel hayatın gizliliği ihlal edildiği düşüncesiyle olayı lanetledik.

        Görüntülerin içeriğinin doğru olduğunu kabul ettik; çünkü 18 yıldır partiyi yöneten Deniz Baykal kesin bir dille “Böyle bir olay yaşanmamıştır” dememişti.

        Ayrıca istifa edişini de “yakalanmış“ olmasının utancına bağlandık.

        Dün ise kaset içeriğine yönelik CHP’nin başvurusu üzerine yapılan (hukuki değeri olmayan) incelemede “görüntülerin montaj” olduğu söylendi.

        Bu durum Baykal’ın, “O kişi ben değilim” demesi anlamına geliyor. Artık Baykal’a, “O gün neden inkâr etmedin” diye sormanın anlamı da yok.

        Belki de Baykal, “kaset içeriğinin doğru olmadığını belirterek partinin başında kalmanın” yıpratıcı olacağını gördü. Kaseti hazırlayanların amacının da bu olacağını düşündü. “Nasıl olsa gerçek ortaya çıkacak, ben de partime alkışlarla, omuzlar üstünde döneceğim ve bu komployu boşa çıkaracağım” diye düşündü.

        Baştaki merak ettiğim soruya dönersek, gerçekten CHP’yi yıpratmak amacıyla bu kaset üretilmiş ise Baykal’ın hamlesi yerinde ve isabetli oldu. Elbette Baykal, parti delegelerinin bu kadar kısa süre içinde kendisinden kurtulmak isteyeceğini hesaplayamamıştır. Gürsel Tekin gibi siyasi bir satranç ustasının hamlesini ve 50 yıllık arkadaşı Önder Sav’ın saf değiştireceğini düşünememiştir. Bu gelişme Baykal’ı üzerken, komplocuların bir kez daha yıkılmasına yol açmıştır.

        CHP, beklediklerinin aksine reytinglerini artırıyor çünkü...

        Peki ya tam tersi amaçlandıysa.

        Gerçekten bu kasetin üretilme nedeni, Deniz Baykal’ın CHP’deki liderliğinin bitirilmesi ise? Karşı karşıya kaldığımız komplo, siyaseti dizayn etmeye yönelik ise...

        Ve AK Parti’den kurtulmak isteyenler güçlü bir CHP tasarlamaya çalışıyorlarsa... Engel olarak Baykal’ı gördüyseler...

        Kaseti üretenler sevinç çığlıkları atıyordur herhalde...

        Hangi olasılık doğru bilinemez elbette.

        Bildiğim bir şey var: Artık kimse kaset doğru mu, değil mi diye tartışmıyor.

        Önemli bir çoğunluk, en azından benim çevremde, “İyi ki böyle bir kaset çıktı da partinin yenilenme süreci hızlandı.

        Şerden bir hayır çıktı” görüşünde.

        Baykal’ın kabullenmekte zorlandığı düşünce bu olsa gerek.

        AHMET HAKAN - HÜRRİYET

        Baykal nasıl kurtulur

        Kendilerine, “Ulusal Kriminal Büro” gibi alengirli bir isim seçmiş olan birkaç kişi, Baykal’ı istifaya sürükleyen görüntüleri incelemişler.

        Dün Baykal adına açıklama yaptılar.

        “Montaj yapılmış” diyorlar.

        “Pantolon çıkarma tekniğine bakılırsa görüntü uydurma” diyorlar.

        “Baldırlardaki kıl oranı”ndan falan söz ediyorlar.

        “Görüntüdeki adam Baykal değil, görüntüdeki kadın Nesrin Baytok değil” diyorlar.

        Diyorlar da diyorlar.

        Bense şunu bilir, şunu söylerim:

        Deniz Baykal ile Nesrin Baytok arasında bir ilişki söz konusu değil de, o görüntüleri yayınlayan alçaklar iftira atıyor idiyse...

        Bizim bildiğimiz Baykal, ne istifa ederdi, ne de susardı.

        Yeri göğü inletirdi, gök kubbeyi indirirdi, meydan okurdu ve küllerinden yeniden doğardı.

        Bunu yapmadığına, daha doğrusu yapamadığına göre...

        Ne dense nafiledir.

        Bence Deniz Bey, olayı zorlamak yerine bir kıyı kasabasına yerleşmelidir.

        MELİH AŞIK - MİLLİYET

        Avukatın görevi

        Her şeyin komedi olduğu bir ülkede yaşıyoruz...

        İşte günün ve dünün haberi:

        “Deniz Baykal ve Nesrin Baytok’a ait olduğu iddia edilen ve internette yayınlanan ‘kasetle’ ilgili yeni belgeler açıklandı. Görüntüleri inceleyen Ulusal Kriminal Bürosu, videodaki kişilerin Baykal ve Baytok olmadığı kanaatine vardı.”

        O görüntüler Baykal ve Baytok’a ait değilse bunu neden Deniz Baykal ilk gün bu açıklıkta ifade etmedi. Neden istifa ederek bu görüntülerin gerçek olduğu izlenimi verdi. Nesrin Baytok neden yalanlamadı? Anlayan beri gelsin...

        Avukat Turgut Kazan dünkü basın toplantısına katılan Deniz Baykal’ın avukatlarıyla ilgili saptama yaptı. Dedi ki:

        “Avukat müvekkili adına açıklama yapmaz. Ancak zorunluluk halinde, örneğin müvekkili tutukluysa, konuşamayacak durumdaysa devreye girebilir. Avukat “Müvekkilim o şeyi yapmamıştır” demez. Bunu o şeyi yaptığı iddia edilen insan açıklar. Avukatın müvekkili adına konuşması avukatlık mesleğine aykırıdır...”

        ***

        Sadede dönersek... Dünkü çıkış Deniz Baykal’ın başkanlık mücadelesini sürdüreceğinin işareti olarak kabul edildi... Kılıçdaroğlu’nun önümüzdeki dönemde karşılaşacağı sorunlardan biri de bu olacak...

        GÜNERİ CIVAOĞLU - MİLLİYET

        Saat kaç?

        Milliyet’in efsane Genel Yayın Yönetmeni ve Başyazarı Abdi İpekçi için gazeteci milleti arasında şöyle bir “haber ve yorum güvenirliği” sloganı vardı:

        “- Saat kaç?

        - Son anda bir sürpriz değişiklik olmazsa 17.00...”

        Yanlış hatırlamıyorsam bu nüktenin yaratıcısı meslek büyüğümüz Cüneyt Arcayürek’ti.

        O zamanlar Hürriyet’in Ankara temsilcisiydi, duayendi.

        Ancak...

        Abdi İpekçi’nin kılı kırk yaran titiz gazeteciliği ve en kesin durumlarında küçük bir “ihtiyat payını” bırakması yetişmekte olan genç kuşak gazetecilere örnek olmuştur.

        Onlardan biri olarak yazıma koyduğum ama yazı uzun gelince kurban olan 5 satırlık son “ihtiyat notu” İpekçi öğretisi sonucudur.

        Anlatayım:

        Dünkü yazımda Kemal Kılıçdaroğlu’nun kurultayda tek aday olacağının ve seçileceğinin -neredeyse- kesin göründüğünü yazmıştım.

        Ancak gene de küçük bir ihtiyat payı notunu eklemiştim. Yazı uzun gelince kurban olan 5 satır şöyleydi:

        “Politikada 24 saat bile uzun süredir.

        Her şey değişebilir.

        Yukarıdaki satırlar bu ihtiyat payıyla yazılmıştır.

        Hele Deniz Baykal’ın il başkanlarına randevu vermediği yolunda Ankara’dan gelen haberler ihtiyat payının altını çizmemizi gerektiriyor.”

        Beklentim çarşamba içindi ama siyaset tablosundaki görüntülere bir son dakika gol asisti dahil oluverdi.

        Deniz Baykal’ın avukatları bir basın toplantısı düzenleyerek sürpriz açıklama yaptılar.

        Söyledikleri kısaca şöyle:

        “İnternete düşen ve Baykal’ın CHP Genel Başkanlığı’ndan istifasına uzanan video görüntülerini uzman bir bilir kişi kurumuna incelettik... Bu görüntüler, kesinlikle Deniz Baykal ve Nesrin Baytok’a ait değildir... Montajdır...”

        Mani zail olunca

        Elbette bu açıklama bir psikolojik etki katsayısına sahiptir.

        “Mani zail olunca, memnu avdet eder” diye bir söylem vardır. “Engel ortadan kalkınca yasak da kalkar” anlamına gelir.

        Yani “Deniz Baykal’ın istifa etmesine ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun genel başkan adaylığına uzanan sürecin nedeni Deniz Baykal ve Nesrin Baytok’un video görüntüleri değil miydi?

        Evet...

        O görüntüler gerçek dışı olduklarına göre, o halde Deniz Baykal’a yapılan haksızlık onarılmalıdır.”

        Tabii böyle bir “açık söylem” yok ama satır araları böyle okunabilir.

        Ya Deniz Baykal’ın “kesinlikle aday olmayacağım” açıklaması?

        Onun adaylığını koyması gerekmiyor.

        Kurultay delegelerinin yüzde 20’si bir önerge vererek “Deniz Baykal’ı genel başkan adayı” gösterebilirler.

        Daha önceki beklentiler böyle bir durumda kurultayın tüm delegeleri tarafından Baykal’ı seçecek olmaları değil miydi?

        Büyük olmasa bile böyle bir olasılığa Abdi İpekçi öğretisi gereği işaret etmekte yarar var.

        Avukatların kurultaya iki gün kala “Video görüntüleri kurgu... Görüntülerdeki kadın ve erkek kesinlikle Nesrin Baytok ve Deniz Baykal değil” açıklamasını yapmaları Abdi İpekçi’nin “son anda bir değişiklik olmazsa” ihtiyat notuyla örtüşmekte.

        Ama gene de saatin 17.00’yi göstereceği gerçeğinin değişmeyeceği söylenebilir.

        İstim sonradan

        İğrenç komplo görüntüleri daha internete ilk düştüğü gün Deniz Baykal ve Nesrin Baytok anında tepki koyup “Bütün bunlar gerçek dışıdır. Aramızda daha önceki sekreter patron ve sonraları da milletvekili genel başkan ilişkileri ötesinde hiçbir boyut yoktur. Bu iğrenç kasetteki görüntüler bize ait olamaz çünkü bunlar aramızda yaşanmamıştır” demiş olsalardı süreç çok farklı gelişirdi.

        Bu açıklama “kim ne biliyorsa ortaya kanıtıyla koysun” diye bir meydan okumayla noktalansaydı ortaya ne Kılıçdaroğlu çıkabilirdi, ne Önder Sav olayı yaşanırdı, ne il başkanları toplanır, “Baykal’ın Genel Başkanlığı artık uygun olmaz” açıklaması yapılırdı...

        “Video kurgudur” açıklamasının aradan 10 gün geçtikten sonra yapılması...

        Bu süreç içinde “komplodur, iktidar parmağı var, video üzerinden kendimi sorgulatmam, dedikodu” gibi olayın aslına değinmeyen açıklamalar Baykal’ın “U” dönüşüyle yeniden genel başkanlığa seçilme yoluna girmesine yeterli olmamıştır.

        Bu saatten sonra da Kemal Kılıçdaroğlu’nun “önlenemez yükselişinin” önüne takoz konulabilme olasılığı çok zayıf.

        Avukatların açıklaması Deniz Baykal’a ancak moral kazanç getirecektir.

        Referandum ve seçim kampanyalarında Kılıçdaroğlu ve kurmaylarına iktidarı daha fazla silkeleyecekleri bir malzeme oluşturacaktır.

        Baykal’ın da bir gerçek dostu olarak koşulları daha fazla zorlamayacağını düşünmek istiyorum.

        .....................

        Gene Abdi İpekçi jargonuyla noktayı koyayım.

        “Eğer tüm bu öngörüleri değiştirecek son dakika gelişmesi olmazsa...”

        ERDAL ŞAFAK - SABAH

        Yatak odası

        Deniz Baykal’ın avukatları ile "Kriminal analiz" uzmanı bir özel şirketin yetkilileri o malum kasetin "Montaj" olduğunu açıkladılar.

        İlginç. Çünkü olay patlak verdiğinde Baykal "Montaj" yerine "Komplo" iddiasını öne çıkarmıştı.

        Ayrıca, kaset gerçekten montaj olabilir ama bu, kuşkuları tümüyle silmeye yetmez, yetmeyebilir. En az iki nedenden ötürü:

        1- Bu kasetin düzmece, montaj olduğu önemliyse, daha ilk gün Adli Tıp'tan, TÜBİTAK'tan, Jandarma Kriminal'den teknik destek istenebilirdi. Aradan on gün geçtikten sonra bir özel şirketin raporu, filmin geriye sarılmasını sağlamaz.

        2- Bu kaset düzmeceyse veya montajsa, Baykal'ın daha ilk günden masaya yumruğu vurması gerekirdi. Ama tam tersine sergilediği ikircikli tavır, ne yazık ki ortaya çıkmasını istemediği bazı sırlarının, bazı açıklarının olduğu izlenimi veya şüphesi yarattı. Belki de kasetin sonundaki "Varan 2... Yakında..." duyurusu ya da tehdidi nedeniyle ihtiyatlı olmak gereğini duydu. Öyle ya; bu ilk kaset düzmece, montaj olabilir, peki ya ikincisi gerçekse? Kim bilir?

        Yani, bu kaset montaj da, düzmece de olsa, Baykal'ın böyle bir kaçamak yapmadığı belli değil.

        Elbette o tür şeyler de özel yaşamın sırlarına ve sınırlarına giriyor. Ancak bir de şu var: Kamusal alanda etkili kişilerin, özellikle de siyasetçilerin özel yaşamlarının sınırları, sıradan insanlara göre daha dardır. Çünkü politikacılar toplumsal ahlakın muhafızlarıdır ve bu görevi yerine getirebilmeleri için özel yaşamlarının lekesizliğiyle, şeffaflığıyla emsal olmak durumundadırlar. Sadece yatak odalarıyla sınırlıdır onların özel yaşamları ve de yatak odalarında kim olduğu da bilinir, bilinmelidir.

        Aslında en doğrusu, Baykal'ın daha ilk gün açık açık, üstüne basa basa, "Evlendiğimden bu yana benim yatak odamda eşimden başka kimse olmadı, yatağıma eşimin dışında hiçbir kadın girmedi" diyebilmesiydi.

        Diyemedi ve ipin ucu kaçtı. Şimdi kaset montajmış, düzmeceymiş, pek önemli değil. Zaten atı alan da Üsküdar'ı çoktan geçti.

        MEHMET BARLAS - SABAH

        Baykal post-modern siyasi trajedinin kurbanıdır

        CHP'deki gelişmeleri siyasi açıdan değil de insani açıdan ele aldığınız zaman antik Yunan trajedilerine taş çıkartan bir ihanetler zincirinin Deniz Baykal'ın tasfiyesine dayandığını görürsünüz.

        Belki bir tiyatro festivalinde Aiskhylos'un "Agamemnon"unu (MÖ 5'inci yüzyıl) görmüşsünüzdür.

        Bu trajedide Truva Savaşları'ndan dönen Argos Kralı Agamemnon'un öldürülmesi için eşi Clemenstra'nın hazırladığı komplo sahnelenir. Clemenstra kral kocası savaştayken, kocasının yeğeni Aegistus ile ilişkiye girmiştir.

        Aegistus yengesine karşı duyduğu cinsel tutkusunun yanında, kral olmak istemektedir de.

        Bir trilojinin ilki olan trajedinin sonunda Agamemnon'un cesedi sahnededir. Cesedin yanında ileride babasının intikamını alacak ve annesi Clemenstra'yı da öldürecek olan maktul kralın oğlu Orestes, kız kardeşi Elektra ile durmaktadırlar.

        Ancak bizim post-modern trajedimizde sahnedeki koro Agamemnon'a ağıt yakacak yerde, komployu hazırlayanlara övgü düzmektedir.

        Nasrettin Hoca'lık olay

        Deniz Baykal'ın şu andaki durumunu Nasrettin Hoca'nın ünlü fıkrasındaki tabloya benzetirseniz de, ortaya trajikomik bir görüntü de çıkabilir.

        Daha önce de yazdığım bu fıkrayı belki hatırlıyorsunuzdur.

        Önde tabut, tabutun yanında Nasrettin Hoca, arkada cemaat, cenaze alayı mezara doğru ilerlemektedir.

        Birden tabutun kapağı aralanır.

        Ölü bilinen kişi başını kaldırır, Nasrettin Hoca'ya yalvarmaya başlar,

        - Hocam durdur şu cenaze alayını... Ben ölmedim... Bir baygınlık geçirdim, beni öldü sandılar. Yıkadılar, namazımı kıldılar, duamı ettiler, şimdi diri diri gömecekler. Ne olur durdur şu cemaati!

        Nasrettin Hoca arkaya dönüp yürüyen cemaate bir bakar...

        Sonra tabuttaki adama dönüp, konuşur:

        - Kardeşim bu kadar kalabalık cemaate ben laf anlatamam... Sana Allah rahmet eylesin!

        İş işten geçti

        Dün Baykal'ın avukatları, Ulusal Kriminoloji Bürosu'nun araştırmasına dayalı olarak "Kasettekiler ne Baykal'dır ne de Baytok'tur" diye açıklamalar yapmaktaydılar.

        Baykal'ın kendisi de kaç gündür, ihanete uğradığını vurgulayan sözde "Birliğimizi koruyalım" içerikli mesajlar vermekteydi.

        Ama cemaat, yürüyüşe hiç ara vermeden Kurultay'a doğru ilerliyordu.

        Artık mesele Baykal'ın ne olacağına değil, Parti Meclisi'ne kimlerin ne tür bir listeleme ile gireceğine kilitlenmiştir.

        Baykal istediği kadar "Ben onursal genel başkan olmak istemiyorum" desin.

        CHP'nin gayrı onursal genel başkanının Kemal Kılıçdaroğlu olmasına karar verilmiştir.

        Siyaseten ne derseniz deyin, Kılıçdaroğlu'na istediğiniz kadar bütün beklentilerinizi endeksleyin, ortada trajik bir ihanetler zinciri vardır.

        Pensilvanya değil Ankara

        Baykal'ın Pensilvanya'ya güvenmesinin haklılığı ortaya çıkmıştır.

        Çünkü onu Pensilvanya'dakiler değil Ankara ve İstanbul'dakiler vurmuştur.

        Kasetin "K"si duyulduğu anda "Baykal'ın siyasi sonu geldi" diye yazıp çizenler onu vurmuştur.

        Yarım yüzyıllık kader arkadaşları ve kendisinin belirlediği örgüt mensupları vurmuştur onu.

        Deniz Baykal zorunlu emekliliğinde şiire ve gazele kendisini verirse, belki Yahya Kemal'e de takılır ve şu dizelerde kendisini bulur:

        "Ölmek değildir ömrümüzün en feci işi

        Müşkil odur ki ölmeden evvel ölür kişi"

        SEVİLAY YÜKSELİR – SABAH

        Büyük oyuncusun Baykal! Tebrik ederim!

        Madem, o kasetteki sen ve Ankara milletvekilin Nesrin Baytok değildi.

        Madem bu görüntülerdeki kişiler yan yana getirilmiş başka başka insanlardı.

        Madem bu kaset tamamen düzmece resimlerden oluşturulmuş uydurma bir filmdi.

        O zaman niye ilk gün Baytok'u da yanına alıp, basının karşısına çıkıp, "Eyyy ahali. Vallahi yalan! Billahi yalan! Külliyen yalan!" demedin?

        Neden, kaset internete düştükten sonra 3 gün 3 gece bekleyip, ondan sonra istifa ettin?

        Neden istifa konuşmanda sadece ve sadece, "Bu bir komplo" demekle yetindin?

        Neyi düşündün?

        Kasetteki kişinin gerçekten kendin olup olmadığını mı?

        Yoksa kendi kendine; "Yav acaba bu ben miyim? Ben böyle bir şey yapmış olabilir miyim?" filan deyip, hafızanda gelgitler mi yaşadın?

        Hadi senin dilin tutuldu. Nutkun tutuldu, bir şey diyemedin.

        Eee peki, Nesrin Baytok hanımefendi niye, "En büyük sınavı eşim Can Baytok veriyor! Ailece atlatmaya çalışıyoruz bu travmayı!" demekle yetindi.

        Niye kocası Bay Baytok er meydanına çıkıp, "Kim ulan benim karımın namusuyla ilgili böyle düzmece kaset hazırladı? Yakarım lan ortalığı" demedi de, sadece belediyelere sattığı bilgisayar fiyatlarının doğrularını açıklamak durumunda kaldı?

        Nasıl yani Sayın Baykal, nasıl?

        Sen şimdi uyduruk, kimin kim olduğu belli olmayan, düzmece bir filme mi kurban gittin?

        Yani Türkiye'nin koskoca ana muhalefet partisinin genel başkanı olan koskoca sen, böyle bir ilişki yaşamamış olmana, böyle bir görüntün olmamasına rağmen mi istifa ettin?

        Ne yaptın yahu? Nasıl yaptın böyle bir hatayı? Kim sana ne akıl verdi? Kim sana ne dedi de, sen gaza gelip bütün siyasi hayatını böyle sansasyonel bir jübile ile sonlanmasına izin verdin?

        Anlat bize lütfen. Bütün gerçekleri anlat! Çünkü çok heyecanlı oluyor!

        GÜNGÖR MENGİ - VATAN

        Kıymayın!

        Olaylar CHP’nin aklını ve bütün enerjisini Kurultay’a yoğunlaştırmasına izin vermiyor.

        Kurultaya giden yolda dün sanki “uzaktan kumandalı mayın” patlatıldı. Kafalar karıştı ve delegelerin içine kurt düşürüldü:

        “Acaba acele ederek Baykal’a haksızlık mı yaptık?”

        CMK’nın 67. maddesi, davalı taraflara özel uzmanlarını mahkemeye dinletme hakkı tanıyor.

        Deniz Baykal’ın avukatları bu haktan yararlanarak “Ulusal Kriminal Bürosu” adlı bir kuruluşa başvurmuşlar.

        Dün bu uzman kuruluşun raporu açıklandı:

        “Görüntülerdeki kişilerin Baykal ve Baytok olmadığı kanaatine vardık. Görüntüler montaj...”

        Baykal’ın avukatları kasetle ilgili uzman kişi raporlarını savcılığa verdiler.

        Burada önemli soru şudur:

        Eski Genel Başkan “namus uğruna” mı yoksa Kurultay’ı etkilemek amacıyla mı bu hamleyi yaptı?

        Beklemesi gerekirdi

        CHP içinden hiç kimse ondan “temiz raporu” filan istemedi. Kaset çıktıktan sonra bırakıp giden kendisidir.

        Komplo iddiasında bulunmuş, ama montaj için kullanılan görüntüler hakkında güçlü bir şekilde “yalandır, uydurmadır” diyememiş, hatta o görüntülerin şüphe edildiği gibi 8 yıl öncesine değil, yakın zamana ait olduğunu kendisi söylemiştir.

        Tüm CHP kamuoyu Baykal’ın güçlü bir şekilde vereceği garantiyi duymak için günlerce ağzına baktı.

        “Bana güvenin; varlığı iddia edilen ilişki iğrenç bir iftiradır” diye bağırsa kendisini istifaya mecbur eden o karabasan oluşmayacaktı.

        O bakımdan Kurultay’ın aklını karıştırabilecek raporu açıklamak için keşke birkaç gün sabredebilseydi.

        Rapora rağmen “Aday olmam söz konusu değil” dediğine göre ne yapmak istiyor?

        Bunu bilemeyiz. Ama “Kırgın olduğu kaderden, Kılıçdaroğlu sayesinde yüzde 32’ye çıkan CHP oylarını aşağı çekerek intikam alıyor” diyenler olacaktır.

        1970’ler Türkiyesi gibi

        “Bu şerden bir hayır” doğacağını söyleyen Baykal’ın kendisidir.

        Alçakça bir komplo yardımıyla da olsa CHP halkın yıllardır özlemini çektiği tarihi fırsatı yakalamıştır. Uyanan umut ve heyecan, 1970’ler Türkiyesi gibi ülkenin her köşesinde hissediliyor.

        Partinin bu şansı en verimli şekilde değerlendirmesine zarar vermemek herkesten çok Baykal’ın sorumluluğudur.

        Çünkü seçkin niteliklerine rağmen partinin bir türlü iktidar alternatifi haline gelemeyişinin görünürdeki tek sebebi kendisi olmuştur.

        Son yıllarda sol parti kimliğini kaybeden CHP’nin şimdi kurultay kavgaları ve bölünmelerle harcadığı zamanı telâfi etme şansı doğmuştur.

        Herkes yeni fikirler ve yeni projelerle yükselecek olan bir yeni sol parti bekliyor.

        Umutlarını tüketmiş madenci yakınlarının isyanını bile anlamayan ve onlara şefkat gösteremeyen bir iktidara karşı alternatif, talihin bir lütfu olarak doğmuştur.

        Böyle fırsat çeyrek yüzyılda bir ya gelir ya gelmez. Kıymamak lâzım!

        MUSTAFA MUTLU – VATAN

        Bir sözün yeterdi!

        Sayın Deniz Baykal. Avukatlarınızın dünkü basın toplantısı şovunu izlerken nasıl üzüldüğümü tahmin bile edemezsiniz...

        Neymiş; Ulusal Kriminal Bürosu isimli bir kuruluş, şahsınıza ait olduğu iddia edilen görüntülerle ilgili bir rapor hazırlamış da...

        Bu raporu hazırlamak için avukatlarınızın çektiği bacak görüntülerinize bakmışlar da...

        Sizin baldırlarınızdaki kıl yapısı ile kasetteki adamın kıl yapısı uyuşmuyormuş da...

        ***

        Peki; bunları söyleyen kim?

        Ulusal Kriminal Bürosu...

        Adına ve amblemine bakınca “emniyet teşkilatı” içindeki resmi bir büro zannediliyor... Oysa alâkası yok!

        “Bilirkişilik” konusunda uluslararası bazı sertifikaları olan bir firma, o kadar!

        Yani bir şirket...

        Diğer deyişle... Avukatlarınızın para ödeyerek, inceleme yaptırdığı ticari bir kuruluş.

        ***

        Siz de bir hukukçu olarak çok iyi bilirsiniz ki; bu tür “raporlar”ın dikkate alınabilmesi için, incelemenin “hâkim kararı”yla ve Adli Tıp Kurumu’nda yaptırılmış olması gerekir.

        Adli Tıp uzmanları dışında herhangi bir kurumun ya da şirketin vereceği raporun hiçbir değeri yoktur!

        Tam tersine; bu çabalar, “mahkemeyi yönlendirme” suçuna bile girebilir...

        Üstelik dün sözü edilen inceleme, “asıl” değil, “kopya” üzerinde olduğu için kesin sonuç vermez... Eski Adli Tıp Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Sevil Atasoy’un deyişiyle, o kopya belgelerden çıkarak gerçeğe ulaşılamaz...

        ***

        Yine bir hukukçu olarak iyi bilirsiniz:

        Masumiyet değil, suç kanıtlanmak zorundadır!

        Bu olayda siz, “masum olduğunuzu kanıtlamak” zorunda değilsiniz...

        Tam tersine... Polis, o görüntüleri çeken ya da monte edip vizyona süren alçakları bulmak ve hesap sorulmasını sağlamak zorunda!

        Sizin yapacağınız şey olsa olsa, suçluların yakalanmasına katkıda bulunmak olabilir.

        ***

        Kısacası... Dünkü o şovun hiç gereği yoktu!

        Avukatlarınızın; ne olduğu bilinmeyen bir firmanın, tanınmayan bir yetkilisinin yapacağı açıklamalardan medet umması, sizin “güvenilirliğinize” yapılmış bir hakaret olmaktan ileri gidemedi!

        Siz, milyonlarca kişinin güvendiği, umut belleyip oy verdiği bir devlet ve siyaset adamısınız...

        Eğer gerçekten avukatların oyununa gelip, sırf karşılaştırma yapılabilsin diye bacaklarınızın fotoğrafını çektirdiyseniz; yanlış olmuş...

        Kimse sizden böyle bir şey beklemiyordu ki...

        Tek beklenen, çıkıp bir açıklama yapmanız ve “Benim böyle bir ilişkim yok” demenizdi...

        Ama siz ne yaptınız?

        “Komplo” dediniz, “tuzak” dediniz...

        Yukarıdaki basit cümleyi bir türlü kuramadınız!

        ***

        Her ne kadar dönmeyeceğinizi söyleseniz de avukatlarınızın düzenledikleri basın toplantısında doğrudan CHP delegelerine hitap etmeleri ve...

        Size sadık birkaç vekilin o toplantıdan hemen sonra televizyonlara çıkıp CHP’li delegelere sizi ikna etmeleri için çağrıda bulunmaları gösteriyor ki; niyetiniz başka...

        Belli ki; partiyi ve genel başkanlığı kaybetmeyi içinize sindirememişsiniz ve çırpınıp duruyorsunuz...

        Size söyleyecek tek sözüm var:

        Geçmiş olsun!

        ŞAMİL TAYYAR - STAR

        Vallahi pes doğrusu

        Ulusal Kriminal Bürosu Yöneticisi Uğur Kurtulan ve Deniz Baykal’ın avukatı Muzaffer Yılmaz, dün kameraların karşısındaydı. Seks videosunun montaj olduğunu bilimsel yönden ispat ettiklerini açıkladılar.

        Görüntülere yansıyan mekan farklılıkları, vücuttaki kıl aralıkları, çıplak kadın figürleri, morfolojik izler, mayolu resimler, gömlek boyu, çorap rengi, pantolon ütüsüne kadar her türlü ayrıntıya girdiler.

        Hele bir ayrıntı vardı, evlere şenlik. Görüntüdeki çıplak kadının 33-34 yaşlarında, Nesrin Baytok’un ise 50 yaşında olduğu belirtildi. Orijinal olmayan video görüntüleri üzerinden ve karşılaştırma yöntemine başvurmadan çıplak kadın kalçasından yaş tespiti yaparak çığır açtılar.

        Vallahi pes doğrusu...

        Konuşanlara bakıyorsunuz; biri hukuk fakültesi mezunu, diğeri ağır ceza mahkemelerinin yeminli uzmanı...

        Canlı yayında milletin gözünün içine baka baka hikaye anlatıyorlar. Tamam, “sadece göbeğini kaşıyorlar”deyip aşağılandıkları yeter, bari bu kadar aptal yerine koymayın.

        İlla bir mesaj verecekseniz, “Ya ikinci kaset çıksaydı” diyen Önder Sav’a, “Baykal’ı magazin sohbetlerine meze yapmak istemedik” diyen eski avukatı Şahin Mengü’ye, “Elin kasetiyle gerdeğe girmeyin”diyen Yılmaz Özdil’e nazire yaparcasına aday olan Kemal Kılıçdaroğlu’na ve medyadaki uzantılarına mesaj verin.

        Parmak izi var mı?

        Biri avukat diğeri uzman iki zatın “bilimsel gerçeklik”diyerek açıkladığı tüm detaylarla ilgili söylenecek çok söz var, ama hiçbirine değinmeyeceğim. Sadece Adli Tıp Kurumu’nun eski patronu, Doğan Grubu’nun da yakından bildiği, tanıdığı, itibar ettiği Adli Bilimler Uzmanı Prof. Dr. Sevil Atasoy’un bir cümlesini vermekle yetineceğim.

        Bakın Atasoy ne diyor: “Her türlü datanın ancak orijinalinin üzerinde inceleme yapılabilir. Bunun dışındaki bir görüntü üzerindeki inceleme delil teşkil etmez. Bunun aslının mutlaka görülmesi gerekir. Aslı üzerinde inceleme yapılmayan hiçbir görüntü kayıt ses ve imzanın hakkında kesin hüküm verilemez.”

        Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ da “Islak İmza” tartışması doğduğunda buna gönderme yaparak, “kağıt parçası”dememiş miydi? Daha sonra orijinal belge ortaya çıkınca, savcılıktan istememiş miydi?

        Ya Deniz Baykal?

        Orijinal belge çıkana kadar o da “kağıt parçası” dedi. TÜBİTAK, Adli Tıp Kurumu, Emniyet ve Jandarma Kriminal’in orijinal belge üzerinde yaptığı incelemeler sonucunda “Albay Dursun Çiçek’in elinin ürünüdür” tespitinden sonra yine de “inanmıyorum” ısrarını sürdürdü. “O belgede parmak izi var mı?”diye sordu.

        Orijinal belge üzerinden hazırlanan onca resmi bilirkişi raporlarına rağmen ıslak imzada ikna olmayan ve “parmak izi”arayan Deniz Baykal, kopya görüntü üzerinden üretilen ve bilimsellikle uzaktan yakından ilgisi bulunmayan bu rapora nasıl güvendi? Ya da başkalarının nasıl güvenmesini bekliyor?

        Baykal’ın mantığından hareketle şu soruyu yöneltirsem, haksızlık etmiş olur muyum: O görüntüdeki şahsın Deniz Baykal olup olmadığı tespiti yapılırken görüntülerin yansıdığı mekanda “parmak izi” neden aranmadı? Biraz daha ileri gidelim: DNAtestine ihtiyaç yok mu?

        Özetle, dünkü basın toplantısı, tam bir fiyaskodur.

        Angora mahkumiyeti biter mi?

        Ayrıca, herkes merak edip soruyor. Görüntüler ortalığa düştüğünde Baykal ve Baytok, aile içinde dayanışma görüntüleri vermek yerine açıkça “biz değiliz” demediler. Ortada hiçbir inceleme sonucu yokken daha ilk gün “o görüntüler iki haftalık”diyen Baykal, nerden biliyordu?

        Kaldı ki, muhatapları için kıl aralıklarını, vücut ölçüsünü, çorap rengini ve gömlek boyunu bilmek için kriminal incelemeye, hele istifaya ne gerek vardı? İkisi de kameraların karşısına geçip “Onlar biz değiliz”diye haykırabilirlerdi, inanın daha inandırıcı olurdu, koltuk da yerinde dururdu.

        Deniz Bey enerjisini bu saatten sonra görüntüyü düzeltmekten ziyade, video üzerinden CHP ve Türk siyasetini dizayn etmeye yönelik komployu deşifre etmek için harcarsa, sanırım daha isabetli bir yol izlemiş olur.

        Bu yolda Angora mahkumiyetinin şifrelerini çözebilir mi, bazı dostlarının ayak izlerine rastlar mı bilemem, inancım, kendisini kuyudan çıkaracak kazı çalışmasının bu güzergahta yapılması gerektiği yönündedir.

        Ciddi bir bulguya rastlarsa (veya rastlarsak), muhatabı kim olursa olsun sonuna kadar üzerine gideceğimizden şüphesi olmasın. Biz kendisini yarı yolda bırakan, menfaat pusulasına göre yön tayin eden yoldaşlardan değiliz. Demokrasiden, hak ve özgürlüklerden yana yandaşız. Bu paydada herkesle yürürüz.

        AKİF BEKİ – RADİKAL

        Baykal'ın son oyunu

        Bazılarının hoşuna gitmeyecek ama, ben demiştim ve haklı çıktım.

        Avukatının dün açıkladığı ‘görüntü analizi’, kritik bir hamleydi.

        Amacı, ‘kaset darbesi’ sürecinde yeni bir durum meydana getirmek.

        Hemen arkasından yaptığı yazılı beyanatta, iki şey söyledi Baykal.

        Biri, bu aşamada adaylığının söz konusu olmadığıydı.

        Diğeri ise, bilimsel görünümlü raporun ‘kaset komplosu’na bir yanıt olduğu.

        Baykal, bir karşılık verdi, bu doğru.

        Ama komploya değil, ‘başkanlar darbesi’nedir o cevap.

        Muhatabı, Kılıçdaroğlu ve CHP içindeki müttefikleridir.

        Tek kelimeyle, oyuna geri döndü Baykal.

        ***

        ‘Başkanlar darbesi’nden sonra, ‘kaderine küsmüş’, kabuğuna çekilmişti.

        Fakat, sessizliği kısa sürdü.

        Toparlandı ve karşı atağa kalktı Baykal.

        Avukatı üzerinden, Ulusal Kriminal Büro Laboratuvarı’nın teknik raporunu açıkladı.

        Kasetteki mahrem görüntüler, salise bazında milimetrik olarak incelenmiş.

        Kare kare teknik analize tabi tutulmuş.

        Yatak odasındaki o erkek ve o kadının, Nesrin Baytok ile Deniz Baykal olmadıkları sonucuna varmışlar.

        Avukat Muzaffer Yılmaz, yasak ilişki iddiası için, ‘’Montajlı yalan ve iftira’ diyor.

        Kabul edelim ki, bu yeni bir durumdur.

        Baykal’ın son hamlesi, kurultay mücadelesinin seyrini değiştirir.

        Sonucu tayin etmese bile, muhakkak etkileri olacaktır.

        İnisiyatif, yeniden Baykal’a geçmiştir artık.

        Sırada, zekice tasarlanmış başka hücum hamleleri bekliyorum.

        ***

        Laboratuvar analizi, kaset tartışmasına son noktayı koyar mı?

        Elbette hayır.

        İlişkinin varlığını, avukat marifetiyle de olsa, yalanlamakta geç kalmasını izah eder mi?

        Yine hayır.

        Baykal’ı, kaset tartışmasından kurtarıp temize çıkarır mı?

        Hayır, hayır, hayır...

        Ama, CHP’lilerin kafasını fena halde karıştırır.

        Zaten, Baykal’ın yapmak istediği de budur.

        Yeni oyun planı, Kılıçdaroğlu’nun zeminini kaydırmaya ayarlı.

        Altındaki delege halısını çekebildiği kadar çekmeye çalışıyor.

        Kılıçdaroğlu kurultayda tulum çıkaramasın, Baykal’a yetecektir bu aşamada.

        ***

        O bilirkişi raporunun cevap veremediği esas soru şudur;

        Dolambaçlı yollara ne gerek vardı, Baykal, ilişkiyi baştan reddetse olup bitmez miydi?...

        Onun için, iddialı sunumuna rağmen hukuki değil, siyasi bir değer taşıyor.

        Baykal’ı deviren tertibin arkasında kimler var?

        O mahrem görüntüleri çekip servise koyan karanlık ellerin kimliği, hala meçhul.

        Baykal, soruşturmayı yürüten savcılığa şahsen yardımcı olmuyor.

        İfade vermeye yanaşmadı şu ana kadar.

        Komplonun, amacı ve failleriyle aydınlatılma şansı, bu sebeple yüksek görünmüyor.

        Kaset darbesi, faili meçhul kalacak bu gidişle.

        İç yüzünü öğrenemeyeceğiz...

        Oysa, Baykal’ın kötü talihini tersyüz edecek tek gelişme, komplonun açığa çıkarılması olur.

        BAYKAL’A VEYA AÇIKLAMAYA HAK VERENLER

        AYDIN AYAYDIN – VATAN

        Baykal’ın gündeminde hukuk mücadelesi var

        Ulusal Kriminal Bürosu’nun “kaset montaj” raporundan sonra Deniz Baykal yeniden aday olacak yorumları gazetelerin internet sayfalarına yansıyınca açıkçası ben de merak ettim ve Sayın Baykal’ı arayıp bunun doğru olup olmadığını sordum.

        Baykal, aynen şu cevabı verdi: “Aydın Bey, ben istifa ederken kesinlikle yeniden aday olmayacağımı ve kurultaya gitmeyeceğimi çok açık bir şeklide kamuoyu ile paylaştım. O günden bu yana seninle de hemen hemen her gün konuştum ve kesinlikle aday olmayacağımı tekrarladım. Senin dışında bir iki gazeteci arkadaşıma daha aynı düşüncemi paylaştım. Hâlâ aynı noktadayım ve kesinlikle aday değilim.”

        Deniz Baykal, “siyaseti yeniden tanzim etmek isteyenlerin kurultayda yeniden aday olacağımla ilgili spekülasyonları hem doğru değil hem de amacını aşmaya başladı. Bana yönelik bu haksız ve yanlı değerlendirmeler beni üzüyor” dedi.

        “Ben şu aşamada adaylık falan peşinde değilim. Bana karşı yapılan komplolarla mücadele etmek için büyük bir hukuk mücadelesi veriyorum” deyince Baykal’a şu soruyu yönelttim:

        ‘Sayın Baykal, size karşı yürütüldüğünü iddia ettiğiniz komplo ile mücadelede yalnız mı kaldınız, birlikte siyaset yaptığınız arkadaşlarınızın böyle bir günde yanınızda olmadığını mı söylüyorsunuz?’

        Sayın Baykal bu sorumu şöyle yanıtladı: “Aydın Bey, ben komplo ve komplocularla ilgili hukuk mücadelemi sürdürüyorum. Yanımda olması gerektiğinden bahsettiğiniz arkadaşlarımın ise galiba daha önemli işleri var. Sanırım o arkadaşlar da o önemli işler(!..) ile meşguller.”

        Sorumu “hukuk mücadelesi verdiğiniz bu zor günlerinizde yanınızda bulunması gerekip de ortada olmayan arkadaşlarınıza kırgın mısınız” diye sürdürünce “Yok yok, ben kimseye kırgın falan değilim. Onlar kendi mücadelelerini yapıyorlar, ben de bana yapılan en acımasız ve ahlaksız komplolara karşı hukuk mücadelesi veriyorum” dedi.

        ***

        Gördüm ki Baykal’ın derdi Kurultay değil. Kendisine yapılan acımasızca haksızlığa karşı aklanmak için büyük bir hukuk mücadelesi veriyor. Sayın Baykal her ne kadar ben kimseye kırgın değilim dese de yıllardır birlikte çalıştığı siyaset arkadaşlarına kırgın olduğu hissediliyor ve kendisine karşı bu tavrı sergileyenleri de hayretle izliyor. Dillendirmese de kırgın olmadığı tek isim Kemal Kılıçdaroğlu gibi. Çünkü Sayın Baykal, parti içinde yapılan ve gizli yürütülen bu çalışmanın mimarının da Kılıçdaroğlu olmadığı kanısında.

        HALUK ŞAHİN – RADİKAL

        Ben Baykal olsam…

        Deniz Baykal’ın o kasetin düzmece olduğunu kanıtlama çabalarını, biraz gecikmiş olmakla birlikte, elbette doğru buluyorum. Umarım, dün avukatının ve kriminal uzmanın söylediklerini yargı makamları da kabul eder. Umarım hükümet o ‘komplo’yu düzenleyenleri bulup adalet önüne çıkartır.

        Ancak, tüm bunlar bundan 11 yıl önce, 25 Nisan 1999’da, benzer bir durumdaki Deniz Baykal için yazdıklarımı geçersiz kılmaz.

        Yazının başlığı ‘Ben Baykal olsam’ idi. Aynen yayımlıyorum:

        “Ben Deniz Baykal’ın yerinde olsam...

        Şu sırada, ben dahil, kimsenin Deniz Baykal’ın yerinde olmak isteyeceğini sanmam ama hani mesela...

        Ben Deniz Baykal’ın yerinde olsam...

        Mırın kırın etmeyi, kurultay hesabı yapmayı, delege topuğu gözlemeyi bırakır, çekip giderim. ‘Çılgınlık kalabalık’tan uzak, çiçek kokulu yerlere.

        ‘Halkıma karşı sorumluluk’, ‘partime ilişkin görev’ gibi daha çok kendimi kandırmaya yönelik içi boş lafları bir kenara bırakıp, uzaklaşırım bu gürültüden. Televizyonları, telefonları kapatırım, gazetelere

        bile bakmam bir süre.

        İlk birkaç gün tarih kitapları okurum. Çünkü

        orada yazıyor: Bir kişinin ülkesi, ordusu ya da

        partisine yapabileceği en büyük hizmetin, çekip gitmek olacağı gün gelebilir.

        Gün gelir, geride bırakılan boşluk, onu doldurmuş bedenden fazla işe yarar. Örneği o kadar çok ki...

        Tüm dokuları kaplamış olan siyaset toksinleri bir süre sonra vücuttan atılmaya başlayacaktır.

        Ve belki, birkaç hafta içinde insan, günlük siyaset kavgası dışında da varolabilme biçimleri olduğunu keşfedecektir.

        Hep okumayı düşündüğü, ama zaman bulamadığı kitapları okumaya başlayabilir artık. Örneğin Braudel’in Akdeniz tarihini. Hep yazmayı düşündüğü ama zaman bulamadığı kitapları yazmaya da başlayabilir. Örneğin, 20. yüzyılın anlamını...

        Hele biraz toz duman yatışsın: Dünyanın çeşitli yerlerinden seminer, toplantılarda konuşma davetleri gelecektir. Üniversitelerden doktora semineri

        çağrıları alacaktır. Posta kutusundan beklemediği kitaplar çıkacaktır. Elektronik postasında akıl soran gençlerin mesajları birikecektir.

        Belki de bir sabah kendisini şiir yazarken bulacaktır. Belki bir başka gün, bu şiiri bir edebiyat dergisine gönderme cesaretini bulacaktır kendisinde. Ve derginin ilk çıkacak sayısını, toy bir genç şair heyecanıyla beklemeye başlayacaktır.

        Belki bir gün, siyaset hummasıyla yanıp tutuştuğu günleri anımsayıp belli belirsiz gülümseyecektir.

        ***

        Hayat, bir bahçeden ötekine geçer gibi, birinden ötekine geçilen evrelerden oluşuyor. Bahçelerden birinde hapis kalanlar, onu tüm dünya, hatta tüm evren sananlar, büyüyemiyor, ilerleyemiyorlar.

        Örneğin, çocukluktan ergenliğe geçiş böyle bir dönüşüm. Ama bazı insanlar bu geçişi başarıyla yapamadıklarından hayatları boyunca zorlanıyorlar. Uzun yetişkinlik yıllarından sonra olgunluğa, daha da ileride bilgeliğe geçişlerde de böyle. Bazıları başarıyor bunu, bazıları başaramıyor. Hep aynı bahçede debelenip komik oluyor.

        Ben Baykal’ın yerinde olsam... Saniye beklemez, çekip giderim. Başımı geriye çevirip, bir kurultay delegesinin topuğuna bakarsam bana adam demezler!”

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ