Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Polemik Son Halife'yi sefalete düşmekten bir Hind hükümdarı kurtarmıştı

        Mısır'da yaşanan faciaları protesto için Türkiye'nin dört bir tarafında düzenlenen gösterilerde hilâfetin geri gelmesi için sloganlar atıldı ve pankartlar taşındı. İşte, İslâm dünyasının sefalete düşmekten Hindistan'da hüküm süren Haydarabad hükümdarı Osman Han'ın sayesinde kurtulan son halifesi Abdülmecid Efendi'nin bazı özel yazışmaları ve hilâfet konusundaki Ankara'yı "lâdinî" olmakla suçlayan bildirileri...

        Mısır'da yaşanan faciaların ardından, Kahire'de işlenen cinayetleri protesto maksadıyla Türkiye'de iki haftadan buyana gösteriler yapılıyor...

        Dikkatinizi mutlaka çekmiştir: Gösterilerde taşınan bazı pankartlarda halifeliğin geri gelmesi isteniyor ve hilâfete duyulan hasret dile getiriliyor...

        Mısır'daki kanlı hadiseler ile bağlantı kurularak yeniden talep edilen hilâfetin 1924'ün 3 Mart'ında kaldırılması üzerine İslam dünyasında yaşananlar hakkında bizde şimdiye kadar derinlemesine bir çalışma yapılmadı. Bu konuda gerçi bazı kitaplar yazıldı ama bu kitaplarda söylenenler hilâfetin ilgası sırasında Meclis'te yapılan konuşmaların naklinden, son halifenin yakın çevresindekilerin dostlarına anlattıklarından derlenmiş kısa alıntılardan ve "Hilâfeti, İngiltere'nin talimatı ile kaldırdılar" gibisinden hayalî ve abuk sabuk senaryolardan ibaret kaldı. Üstelik sadece hilâfetin ilgası konusunda değil, imparatorluğun son senelerinin önemli ama şanssız isimlerinden son Halife Abdülmecid Efendi hakkında da bilimsel bir eser verilmedi.

        Bugün bu sayfada hilâfetin ne olduğu, bize nasıl geldiği, niçin ve nasıl kaldırıldığı, dindeki yeri yahut siyasî bakımdan bir işe yarayıp yaramadığı konularına temas etmeden, son Halife Abdülmecid Efendi'ye ait olan ve şimdi bende bulunan çok sayıda evrak arasından ilginç gördüğüm bazı belgelere yer vereceğim...

        ÇAMLICA'DAKİ KÖŞK

        Önce, bilmeyenler için Abdülmecid Efendi'nin kim olduğunu kısaca anlatayım:

        Sultan Abdülâziz'in oğluydu, 1868'de dünyaya gelmişti. Gençlik seneleri Ortaköy'deki Fer'iye Sarayları'nın şehzadelere ayrılan dairelerinden birinde geçti, sonra Çamlıca'da inşa ettirdiği köşküne nakletti, amcasının oğlu Sultan Vahideddin'in 1918'in 4 Temmuz'unda tahta geçmesi üzerine veliahd ilân edilip Dolmabahçe Sarayı'nın veliahd dairesine taşınana kadar uzun seneler entelektüel bir hayat sürdü...

        Birkaç lisan konuşurdu, resme ve musikiye meraklıydı. Köşkünü sanatçıların uğrak yeri, hatta bir çeşit akademi yapmış; İkinci Meşrutiyet'ten sonra kurulan Osmanlı Ressamlar Cemiyeti'nin destekçileri arasında bulunmuştu. Türk resminin önde gelen isimlerinden kabul edilirdi ve besteleri batı formlarındaydı. İstanbul'daki bir yabancı elçilik raporuna göre, "Fes giymediği zamanlarda, iyi yetişmiş bir Fransız'ı andırırdı".

        KIZI, İNÖNÜ'YE GİTTİ

        Abdülmecid Efendi, Sultan Vahideddin'in 17 Kasım 1922'de memleketi terketmesi üzerine, iki gün sonra Millet Meclisi'nde yapılan oylamada 168 milletvekilinden 143'ünün oyu ile hilâfet makamına getirildi. Dolmabahçe Sarayı'nda o tarihten 1924'ün 3 Mart'ına, yani hilâfetin de kaldırılıp hanedan mensuplarının memleket dışına çıkartılmalarına kadar geçen bir sene üç buçuk ay boyunca "Halife" olarak kaldı ve o gece ailesi ile beraber Türkiye'den sınırdışı edildi.

        İstanbul'dan önce İsviçre'ye giden Abdülmecid Efendi daha sonra Fransa'nın Nice şehrine yerleşti, oradan Paris'e geçti ve hayata 23 Ağustos 1944 günü Paris'te veda etti. Naaşını Paris Camii'nin bodrumunda bir odaya yerleştirdiler; Ankara, Halife'nin kızı Dürrüşehvar Sultan'ın cenazenin Türkiye'ye getirilmesi yolundaki bütün başvurularını reddetti, hattâ Dürrüşehvar Sultan'ın zamanın Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'yü ziyaret ederek bizzat ricada bulunması bile neticesiz kaldı. On sene boyunca Paris'te bekletilen cenaze, 1954 Mart'ında Suudi Arabistan'a götürülüp Medine'de toprağa verildi.

        Son Halife, sürgün sonrasındaki ilk siyasi temaslarını Türkiye'den sınırdışı edilmesinden sonra gittiği İsviçre'nin Territet kasabasında yapmış, Ankara'yı suçlayan bir bildiri yayınlamış, bir "Hilâfet Kongresi" toplanmasını istemiş ve bildirileri ile hilâfet konusundaki diğer yazışmalarını "Yeşil Kitap" adını verdiği bir risalede yayınlamıştı.

        'LÂDİNÎ' CUMHURİYET

        Abdülmecid Efendi'nin bugün temin edilmesi son derece zor olan risalesinde beş adet belge vardı: Ankara Meclisi tarafından halife seçilmesinden hemen sonra, 20 Kasım 1922 günü İslâm âlemine hitaben yayınladığı beyanname, hilâfetin kaldırılacağı hakkında söylentiler çıkması üzerine Meclis Başkanlığı'na gönderdiği 1 Mart 1924 tarihli telgraf, sürgüne gönderilmesinden sonra Territet'de 1924'ün 11 Mart günü neşrettiği bir diğer beyanname, yine Territet'den Ankara'ya, Meclis Başkanlığı'na yazdığı bir mektup ve göndermeyi Lozan Anlaşması'nın imzalanmasından sonraya bıraktığı "itiraznâme".

        HİLÂFET BİLDİRİSİ

        Burada, bu belgelerden birinin günümüz Türkçesi'ne nakledilmiş şeklini veriyorum: Abdülmecid Efendi, sürgüne gönderilişinden tam bir hafta sonra, 11 Mart 1924'te İsviçre'de yayınladığı ve "Allah'ın Resûlü'nün Halifesi Abdülâziz Han oğlu Abdülmecid" diye imzaladığı bir bildiri ile İslâm dünyasının ileri gelenlerini hilâfet konferansına çağırıyor ve Türkiye'nin artık "lâdinî" olduğunu ilân ediyor...

        İşte, Halife'nin büyük ümitlerle kaleme aldığı ama hiçbir netice getirmeyen bildirisi:

        "Kutsal hilâfet müessesesini kaldırmış olmak iddiasında bulunan lâdinî Türk Cumhuriyeti'nin kararıyla azîz vatanımdan sürüldüm. İslâm âlemine, bu gurbet diyarında bu beyannamemle selâmlarımı gönderiyor ve hitâb ediyorum.

        Türkiye Millet Meclisi'nin üyelerinin çoğunluğunun oyları ile alınmış olan ve kutsal hilâfet makamının aleyhinde bulunan bu dindışı karar, İslâm âleminin yüksek menfaatlerinin de aleyhindedir; üstelik bu Meclis'i seçmiş olan kahraman Türk Milleti'nin arzusuna da muhaliftir. İslâm şeriatını inkâr eden bu kararı tamamen reddedip yok saydığımı İslâm âlemine bildirmek, benim için katî ve gerekli bir vazife olmaktadır.

        'RUHUM İFTİHAR EDİYOR'

        İslâm âlemi, bundan birkaç sene önce hilâfet makamına seçilmemi bana bey'at ederek kabul ettiğini göstermişti. Lâdinî Türk Cumhuriyeti milletin gerçek hâkimiyetine tecavüz ederek itiraz hakkını ve müdahalede bulunmayı önlediği için bundan böyle bu hayatî mes'ele hakkında karar vermek görevi, artık sadece İslâm dünyasına düşmektedir.

        Müslümanların, içerisinde bulunduğumuz durumun gerektirdiği kararları beraberce alabilmeleri için uygun bir zamanda ve münasip bir yerde büyük dinimiz için bir toplantıda biraraya gelmeleri gerekmektedir. İslâm dünyasının en yetkili isimleri ile reislerini, bu mübarek dâvâ uğrunda çalışmaya, gayrete ve tekliflerini bana göndermeye davet ediyorum.

        İslâm dünyasında bugün mevcut olan birlik, ruhumun bir iftihar vesîlesidir. Bana karşı gösterilen sevgiye ve bağlılığa dayanarak, inayeti sonsuz olan Allah'a mukaddes dinimizi bu meselede muvaffak etmesi için yakarıyorum".

        Abdülmecid Efendi'nin maddî yardım gönderen mihraceye duası:

        'Allah saltanatını devam ettirsin!'

        SON Halife Abdülmecid Efendi, Fransa'nın Nice şehrinde sürgünde yaşadığı sırada, kızı Dürrüşehvar Sultan'ı 1931'in 12 Kasım'ında o senelerde Hindistan'ın yarı bağımsız devletlerinden olan Haydarabad'ın "Nizam" denen hükümdarı Osman Han'ın oğlu Âzam Cah ile evlendirmişti.

        Haydarad Nizamı da dünyanın en zengin kişilerinden idi ve hiçbir yerden geliri olmayan Abdülmecid Efendi, Paris'te 1944'teki vefatına kadar dünürünün gönderdiği yardımlarla yaşamış, hayatını bu sayede sıkıntısız şekilde sürdürebilmişti.

        Abdülmecid Efendi, Haydarad Nizamı Osman Han'a 10 Aralık 1935 günü yazdığı mektubunda bir yardım talebinin derhal karşılanmış olmasından dolayı teşekkürlerini gönderiyor ve Osman Han'a "Allah senin saltanatını sonsuza kadar devam ettirsin" diye dua ediyor.

        Halife Abdülmecid Efendi'nin şu anda bende bulunan ve yukarıda özetlediğim mektubu, orijinal üslûbu ile aynen şu şekilde:

        "Huzûr-ı şehriyârîlerine,

        Cenâb-ı rabb-i semî'ü'l-münâcâttan kemâl-i ikbâl ve iclâl ile temâdîsini niyâz etmekte olduğum ahd-ı güzîn-i saltanatını ebediyyen pâyidâr bir iklîl-i iftihâr ile tezeyyün edecek olan va'd-i nebîh-i ma'deletini mübeşşir ve dâdnâme-i tâcdârını mübâhat-ı kâmile ile aldım.

        Ricâ-yı mahsûsumun sür'at-i is'âfı emrindeki keremkâr ve ulûvv-ı besâletine teşekkürle devâm-ı ömr ü âfiyet ve sıhhat ü saadet ü selâmetine dualar eylerim.

        10 Kânûnevvel 1935".

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ