Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Ramazan Saddam 1984’te Fuzulî’nin türbesini yıkmış, kemikleri Azeriler kurtarmıştı

        MURAT BARDAKÇI / HT GAZETE

        Türk Edebiyatı’nın en önemli isimlerinden olan Fuzulî Irak’ta yaşamış, hayatını Bağdad, Kerbela ve Necef’te geçirmiş ve 1556’da bu dünyadan ayrılmasının ardından Kerbela’ya, Hazreti Muhammed’in torunu Hüseyin’in hemen yanıbaşına defnedilmişti.

        Asıl adı Mehmed olan Fuzulî, Oğuzlar’ın Bayat boyundandı ve Türkçe’nin gelmiş geçmiş en lirik şairi diye bilinirdi.

        Saddam’ın buldozerleri mezarını yıktı, kemikleri bir camiden öbürüne taşınıp durdu, derken ortaya başka devletlerin de karıştıkları bir mezar kavgası çıktı.

        İşte, ölümünden 400 küsur sene sonra, Fuzulî’nin başına gelenlerin öyküsü...

        Kerbelâ’da, 1984 sonbaharının sıcak bir gecesinde, Hazreti Hüseyin’in türbesinin etrafını Saddam Hüseyin’in buldozerleri sardı ve yarım saat içerisinde türbenin kıble kapısında bulunan asırlar öncesinden kalma kubbeli küçük bina yerle bir edildi.

        Taş yığınına dönen bina, Fuzulî’nin boş mezarıydı. Kabir bir gün önce açılmış, şairin kemikleri toparlanıp mukavvadan bir kutuya konmuş, hemen ilerideki ufak bir mescide, Sultaniye Mescidi’ne yerleştirilmişti.

        Kemikler, mescidde senelerce kaldı. Derken, buldozerler yol uğruna bu defa camiyi de yerle bir ettiler ve Fuzulî’nin kemiklerine gene yol görüdü, yıkılan caminin her nasılsa ayakta kalan müştemilâtına nakledildiler.

        Irak hariciyesi, o günlerde Moskova’dan bir nota aldı. Notada, Sovyetler Birliği’ni teşkil eden devletlerden biri olan Azerbaycan’ın, Azerî dünyasının millî şairi kabul edilen Fuzulî’nin mezarına reva görülenlerden üzüldüğü söylenmekteydi. Irak, Fuzulî’nin kemiklerini Azerbaycan’a göndermeyi kabul ederse, Sovyetler Birliği memnuniyet duyacaktı...

        FUZULÎ KONGRESİ TOPLANDI

        Birkaç sene daha geçti ve 1994’e gelindi. Azerbaycan artık bağımsız bir devletti ve bu defa Bağdat ile doğrudan doğruya temas kurdular. Kemikleri tekrar istediler ve Irak’a kemiklerin karşılığında “Biz Türkler’i ikna ederiz” diyerek İslamiyet öncesi Arap Edebiyatı’nın en güçlü şairi İmrulkays’ın, Ankara’daki mezarını vaadettiler.

        Bağdat yine “Olmaz” dedi ama Azerbaycan’ın baskısı devam edince, 1994’ün 17 Eylül’ünde Bağdat’ta bir “Fuzulî Kongresi” topladılar.

        Azerbaycan kongreye Fuzulî uzmanı 128 kişiyle katıldı. Başlarında, meşhur romancıları Elçin Efendiyev vardı. “Mezar işi halledilmeden, Bağdad’dan adımımızı bile atmayız” deyip Irak Kültür Bakanlığı’nı işgal ettiler. Mücadeleleri tam üç gün, üç gece devam etti ve 19 Eylül akşamı Iraklılar Fuzulî’ye şanına uygun bir yerde yeni bir türbe yapma sözünü vermek zorunda kaldı.

        Mezarın yerini de Azeriler seçtiler: Kerbelâ’da, Hazreti Hüseyin’in türbesini çevreleyen caminin kıble girişindeki elyazmaları odasını... Kemikler bu odaya nakledildi, giriş kapısının sol tarafındaki duvarın altına defnedildi, üzerine de Kerbela mermerinden bir kitabe dikildi.

        Irak ve Azerbaycan arasında bu tartışmalar devam ederken, Fuzulî’yi en büyük şairi olarak kabul eden bir başka memleketin, yani Türkiye’nin adı bile işitilmedi. Buldozerler Fuzulî’den kalanları silip süpürürken ne dışişlerimiz kılını kıpırdattı, ne de üniversitelerimiz...

        YENİ TÜRBESİNDE YATIYOR

        Fuzulî, 1995’ten buyana Kerbela’daki yeni türbesinde yatıyor, türbenin kubbesinde meşhur beyti yankılanıyor: “Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge / Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı”; yani “Bana gönlümdeki ateş dışında kimseler yanmaz oldu; kapımı ise sabah rüzgârından başka açan kalmadı”...

        HATTIN ÜSTADLARI: AHMED KARAHİSARÎ

        Asıl adı Ahmed Şemseddin olan bu büyük hattatın hayatı hakkında bildiklerimiz az ise de, sanatıyla ilgili olarak oldukça geniş bilgiye sahibiz.

        Ahmed Karahisarî’nin 1470’lerde Afyon’da doğduğu, 1556’da İstanbul’da öldüğü ve İkinci Bayezid’in tahta çıktığı yıllarda sanat hayatına yeni başlamış olduğu biliniyor.

        Hocası Esedullah-ı Kirmani’nin etkisinde kalarak Yakut’un üslubunu benimseyen Ahmed Karahisarî, 13. asırda yaşayan ve çok önemli bir hat ekolü kurmuş olan Yakut’un Osmanlı ülkesindeki temsilcisi oldu. Yakut’un yazıda nisbeten sağlamayı başardığı anatomik güzelliği ve dinamizmi daha ileri götürerek onu aştı. Başka bir ifadeyle, Yakut’un sıradan bir takipçisi olarak kalmadı ve bu üstünlüğü yüzünden meraklıları peşinden sürükleyecek bir üslup meydana getirdi ve bu üsluba “Ahmed Karahisarî Ekolü” adı verildi. Karahisarî’nin sülüs yazılarında ciddi ve azametli, muhakkak yazılarında ise abidevi bir duruş ve görünüş sezilir.

        Karahisarî’nin bu çok meşhur besmelesi İstanbul’da, İslâm Eserleri Müzesi’ndedir.

        SARAYLIK İFTARİYELER: SARAY USULÜ KEREVİZ

        MALZEME

        -Kereviz

        -Kıyma

        -Soğan

        -Karabiber

        -Un, süt

        -Kaşar peyniri

        Kerevizler bir parmak kalınlığında ve yuvarlak şekilde kesilir. Tencerede altı bardak su ilâvesiyle haşlanır, çıkartılıp bir tepsiye dizilir ve üzerleri kavrulmuş kıymayla kaplanır, kıymanın üzerine eritilmiş kaymak dökülür. Kızgın fırında penbeleşinceye kadar pişirilip kavrulmuş soğan rendesi ve karabiberle karıştırılır. Bir çorba kaşığı un tereyağında ezilerek kızartılır, üzerine ağır ağır süt ilâve edilir ve karışım kerevizlerin üzerine dökülür. İnce rendelenmiş kaşarla servis yapılır.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ